Kolektifimizden Onur Yılmaz, Mezopotamya Haber Ajansı’ndan Berivan Kutlu’nun son günlerde gerçekleşen orman yangınları, özellikle Kürdistan’da savaş politikalarının parçası olarak süren ağaç kıyımı ve ormansızlaştırmanın iklim değişikliğiyle ilişkisine dair sorularını yanıtladı. Söyleşinin tam metnini konuya dair bağlamın önemi açısından yayınlıyoruz. Söyleşinin kısaltılmış halini Mezopotamya Haber Ajansı’ndan okuyabilirsiniz.
* İklim değişiklikliği ve küresel ısınma ile ormansızlaştırma arasındaki ilişki nedir?
Güncelde süren iklim değişikliği, atmosferdeki sera gazı miktarının hızlanarak artması sonucu dinamik iklim sistemlerindeki bozulmalar sonucu hem farklı coğrafyalardaki iklim istikrarının ortadan kalkması hem de yıllık ortalama sıcaklığın küresel çapta kara ve denizlerde artması anlamında kullanılıyor. Dolayısıyla atmosferin kapitalist üretim faaliyetleri sonucu salınan sera gazlarıyla ısıtılması meselenin bir boyutu. Ormanlar ancak belirli iklim koşullarında oluşabilen ve kendini sürdürebilen sistemler olduğu için elbette iklim değişikliğinden doğrudan etkileniyor.
Ormanların azalması iklim değişikliği için bir pozitif geri besleme mekanizmasıdır. Yani iklim değiştikçe orman ekosistemleri daha çok bozulur, bozuldukça sera gazlarında bulunan karbonu tutma kapasitesi düşer ve böylece iklim daha hızlı değişir. 1850’den bu yana sera gazı emisyonlarının 3’te 2’si fosil yakıtlara dayanan üretim faaliyetlerinden kaynaklanırken 3’te 1’i arazi değişimi ve ormansızlaştırmadan kaynaklanmıştır.1 Sermayenin bilinçli faaliyeti olarak ormansızlaştırma işte bu döngüyü daha da büyüten ve pek çok canlı açısından varlık yokluk aşamasına getiren kritik bir yerdedir.
Ormanlar, 2001-2019 arasında her yıl 15,6 milyar ton karbondioksiti atmosferden çekip depolarken aynı yıllarda yine her yıl yaklaşık 8,1 milyar ton karbondioksiti yangınlar, ekosistem bozulması ve ormansızlaştırma nedeniyle atmosfere salmak durumunda kalmıştır.2 1 hektarlık ormanda seyrek miktarda ağaç varsa, ortalama ağaçlarda yaklaşık 40 ton kadar karbon vardır. Ölü örtü, ölmüş organik materyallerde de 10 ton civarında karbon vardır, toprakta da 50-60 ton kadar karbon olur. Dolayısıyla 1 hektarlık orman alanında 100-110 ton civarında karbon olabilir, yangın sırasında 50-60 tonluk kısmı yanabilir ve çok şiddetli bir yangında 150-200 ton kadar karbondioksit emisyonu oluşabilir. World Forest Watch’a göre 2001-2021 arası dünyada 318 milyon hektar ormanlık alan yok oldu. Bunların ancak 3’te 1’i orman yangınları nedeniyle. Geri kalan ise ormansızlaştırma faaliyetlerinden ileri gelmektedir.
El-Niño’nun etkisiyle 2023 Haziranı’ndan bu yana 13 ay aralıksız her ay, aylık sıcaklık ortalaması rekoru kırıldı ve bu rekorlar küresel ortalamanın o meşhur 1,5 derecenin üzerinde olduğu değerlerdeydi. Temmuz ayında bu etki küresel olarak biraz azalsa da Ağustos yine beklenenden daha sıcak başladı. 19. yüzyılın ortalarına göre sıcaklığın 1,5 dereceden fazla artmış olduğu yıllara doğru bir geçiş yapıyoruz, 2030 civarında bu eşik kalıcı olarak aşılacak, 2 derece eşiği ise yine toplumsal düzende keskin kopuşlar yaşanmazsa yaklaşık 20 yıl içinde aşılacak.3
Bu 1-2 derece gibi küçük görünen değerlerin yıllık ortalama artışlar olduğunu unutmayalım. Bu küçük artışlar yıl içindeki aşırı hava olaylarının sıklığı, şiddeti, süresini katlayan etkiye sahip. Örneğin, Türkiye’nin batısında yaz ayları 5-6 derece daha sıcak geçecek. WWF’nin raporuna göre Kürdistan’ın kimi bölgelerinde sıcaklıkların 3 ila 4 derece yükselecek.4 Yaz sıcaklıklarındaki bu artış ve mevsimsel kaymalar, devletin gerekli önlemleri almayarak göz yummasıyla söndürülmesi giderek güçleşen yangınlara neden olur. Yangınlar artık 6 aylık sürece yayılırken 20-30 yıl önceki söndürme yaklaşımları da yetersiz kalmaktadır. Sıcaklık artışı toprak yapısını etkiler, bitki örtüsü etkilenir, canlı türlerinin kaybolmasıyla ormanlarda denge bozulur. Yağış azalması ve artan kuraklıkla yer altı ve yerüstü su varlıklarındaki azalma da yine ormanlar için olumsuz etkide bulunacaktır. İklim değişikliğinin tarımı vurmasıyla ya tarım alanları orman içlerine doğru daha fazla genişletilerek verim kaybı telafi edilmeye çalışılır ya da çiftçilikten odunculuğa geçiş yaşanır.
* AKP iktidarı boyunca hem Türkiye’de hem de Kurdistan’da büyük ağaç kıyımları olmasına rağmen Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre orman varlığı her geçen gün artıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda devletin sunduğu veriler kendi kendini yalanlıyor aslında. Toplam orman alanının arttığı iddia edilirken bu alanlardaki ağaç yoğunluğu, alanın kendini sürdürebilirliği, büyüklüğü, amacı, vb. kriterler göz ardı ediliyor.
Orman Genel Müdürlüğü’ne göre, 1937’deki bilimsel temelli ilk Orman Kanunu’nundan bu yana ormanlar niceliksel olarak artıyor. 1937’de 9-10 milyon hektar tahmin edilen orman alanı ilk envanterin tutulduğu 1973’te 20,2 milyon hektardı. Günümüzde ise bu, Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 28,6’sına denk olan 23.2 milyon hektara yükselmiş. Ancak son 20 yılda yıllık ortalama ağaçlandırma bir önceki 20 yıla kıyasla yüzde 55 azaldı.5 Bununla birlikte ormanların karbon tutma kapasitesi de 2017’den 2021’e odun üretiminde yaşanan patlamayla yarı yarıya azaldı. Bu odunculuğun büyük kısmının Kürdistan’da devletin korucuları eliyle yapıldığına dair her geçen gün yeni kanıtlar ortaya çıkıyor. Diğer neden ise elbette orman alanlarının RES’lere, madenlere ve otel gibi yerleşimlere açılarak parçalanması. Ormancılık dışı kullanımlar için tahsis edilen toplam 810 bin hektarlık orman alanının yüzde 47’sini, yani 382 bin hektarını yalnızca son 10 yılda yapılan özellikle enerji ve madencilik sektörlerine tahsisler oluşturuyor.
İstanbul Üniversitesi’nden akademisyenler Cihan Erdönmez ve Doğanay Tolunay’ın dikkat çektiği üzere “Sürdürülebilir Orman Yönetimi Kriter ve Göstergeleri 2019 Türkiye Raporu”nda 10 hektardan küçük olan orman alanların sayısı 1 yıl içinde 839 adet artarken 1000 hektardan büyük orman parçalarının ortalama büyüklüğündeki düşük artış eğilimi bu parçalanmaya karşı ormanların artışı argümanı olarak kullanılmıştı. İktidarın rekor ağaçlandırma iddialarına rağmen alanların büyüklüğündeki değil, parçalılığındaki artış çarpıcıdır. 2008’de 101.890 parça olan orman alanı, 2019’da 158.519’a çıkmış.
Doç. Dr. Cihan Erdönmez niceliksel artışın nedeninin yapılan ağaçlandırmalardan değil, terk edilen tarım ve mera alanlarının kendiliğinden ormana dönüşmesiyle gerçekleştiğini söylüyor.6 Son FAO raporuna göre son 20 yılda yıllık ortalama 114 bin hektar orman alanı artışının 104,2 bin hektarı kendiliğinden yenilenen ormanlar, ağaçlandırma değil. OGM de yapılan ağaçlandırmanın ne kadarı orman içinde ne kadarı orman dışı alanda istatistiğini paylaşmıyor. Kırdan kente göçün yoğun olduğu ülkelerde toplam orman alanın artışına bakmak bu nedenle yanıltıcı olabilir. Göç alan Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarında orman alanlarının azalması özellikle belirgindir. 2005-2015 yılları arası Yalova hariç bütün Marmara Bölgesi’nde, İzmir, Muğla, Adana, Hatay’da orman alanları azalmış.
Toplamda bu tabloya rağmen faşist şef Erdoğan’ın ifadesiyle “çevrecinin daniskası” olduklarını göstermek için ekonomik verilerde hile yaparak halkı yoksullaştırmaları gibi orman ve doğa koruma verilerini de çarpıtıyor, kendi propaganda makinelerine kullanışlı söylemler üretiyorlar. Son yıllarda küresel ekolojik çöküş koşulları Türkiye ve Kürdistan’da da büyük iklim felaketlerine, ağır kirlilik sorunlarına, kuraklık krizlerine yol açtığından halkın ekoloji konusundaki duyarlılığı yüksek. Dahası yeni nesil açısından ormansızlaştırma gibi politikalar aslında onları geleceksizleştirme politikaları. Halkta oluşan bu öfkenin soğrulması için kamu kurumları ve medya açıktan yalan üretmekten çekinmiyor; ama kendi yerelinde gerçeğin bu olmadığını insanlar görüyor. Ekoloji direnişleri bu nedenle bir şekilde sürüyor. Doğa yıkımına daha güçlü tepki olmaması halka geçiminin bu yıkıma göz yummasından geçtiği yalanının zor kullanarak dayatılması. Kuşaklar boyunca ormanlarla uyumlu yaşamış orman köylüleri, sermayenin bu azgın saldırısına karşı koymakta zorlanıyor, canlılık adına ağır yenilgiler alıyor maalesef.
*Bütün bir dünyayı bekleyen kuraklık ve aşırı doğa olayları gerçeği varken AKP neden özellikle de Kurdistan’da ormansızlaştırma politikasını devreye koyuyor?
Kuraklık ve aşırı hava olaylarının geldiği düzey artık onları yakın geleceğin sorunu olmanın ötesine taşıdı. Bugünden tarımdaki dalgalanmaları, susuzluğu, yerleşim altyapılarının yıkıma uğramasını görüyoruz. Piyasaya tabi kılınmış gıda üretimi, özellikle Kürdistan gibi tarımı ve doğal varlıklarıyla öne çıkan coğrafyalarda çiftçi isyanlarının giderek yükseleceği koşullara işaret ediyor. Ormansızlaştırmanın da özellikle Kürdistan’da yoğunlaşması hem bu ekolojik felaketi bir fırsata çevirmek isteyen sermayenin, ucuz hammadde ve ucuz işgücünü sömürgeleştirdiği topraklardan “daha kolay” elde etme isteğinden hem de elbette Kürdistan’da süren ulusal özgürlük mücadelesine karşı yok etme saldırılarının bir parçası olmasından ileri geliyor. Dağlarda ve demokratik alanda süren özgürlük mücadelesini yenilgiye uğratamayan faşist devlet, sermayeye burada dikensiz gül bahçesi sunamadıkça adeta gözünü kan bürüyor ve en hassas ekosistemler dahil önüne çıkan her şeyi yakıp yıkarak mücadeleyi sindireceğini düşünüyor. Eğer yaşanacak bir coğrafya kalmazsa halkın göç edeceğini, kültürünün yok olmasıyla asimile olacağını hesap ediyor. Bu bakımdan Kürdistan’da ekoloji mücadelesi, doğa koruma mücadelesi ulusal özgürlük mücadelesinin en önemli unsurlarından biri olmak zorundadır.
Savaşın yükseldiği son 5-6 yılın odun üretimine baktığımızda değindiğim 2 nedenin örtüştüğü görülür. 2017 yılında yaklaşık 15.5 milyon metreküp olan endüstriyel odun üretimi, 2021 yılında 28 milyon metreküp seviyesine ulaşmış, 2022’de azalarak 25.4 milyon metreküp civarına gerilemiş ama sonra yeniden artışa geçmiş. Cihan Erdönmez’in sunduğu istatistiğe göre her 100 metreküp ağaç varlığından dünyada yıllık ortalama 1 metreküp, AB’de 0.75 metreküp odun elde edilirken Türkiye’de bu, 2 metreküpün üzerinde.
Türkiye’nin üretim yapısında yüksek teknolojili üretimin payı düşük olduğundan sera gazı emisyonları doğrudan ekonominin büyüme hızına bağlı olarak değişmektedir. 2020’de 524, 2021’de 564,4 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olan yıllık emisyonlar 2022’de 558,3 milyon ton olmuştur. Bu süreçte yıllık 100 milyon tona yakın karbon absorbe eden ormanların bu kapasitesi 84 milyon milyon tona kadar düşmüştür.7 Türkiye’nin emisyon artış eğilimi sürecektir ancak yine hamasi ideolojik güdümlü 2053 tarihine kadar emisyonları sıfırlama sözünün bugünkü sermaye düzeninde gerçekleşmesinin mümkün olmadığı açıktır. Karbon depolama açısından kritik önemde olan ormanların, iklim değişikliğinde pozitif geri besleme mekanizması olmasını tam da tersine çevirerek mevcut alanları koruyup, ekosistemlerin restorasyonunu öyle 20-30 yıla kalmadan sağlayacak tek çözüm sömürgeci kapitalizmin yıkılmasıdır.
Yüz yıl boyunca ekonomik ve sosyal açıdan geri bıraktırılmış bir coğrafyada orman ekosistemleriyle uyumlu kır-kent ağları oluşamamış, savaş nedeniyle dış göç verilmiş, sermaye birikimi böylece daha çok mülksüzleştirme ve doğa talanı yoluyla sağlanmıştır. Toplumsal çelişkileri bu şekilde keskinleştiren sömürgeci devlet için Kürdistan toprakları devrimci mücadelenin en güçlü sürdüğü yer olarak elbette öncelikle hedeftedir.
* AKP’nin ormansızlaştırma politikasının altında hangi amaçlar var? Özelikle Karadeniz, Akdeniz ve Kurdistan’da yürütülen politikalarda?
Kısmen yukarıda değindik ama vurgulamak gerekirse Türkiye kapitalizmine, dünyadaki emperyalist küreselleşme sürecine üretim işbölümünde eklemlenirken coğrafi konumu, doğal varlıkları, işgücü özellikleri, sermaye birikim düzeyi ve devletin baskıcı emek rejimi sürdürme kapasitesine bağlı olarak bir pay verildi. Kürdistan üzerindeki sömürgecilikle genişlemeci ve fetihçi bir pratiği halihazırda canlı tutan sermaye devleti, kapitalizmin varoluşsal krizine kendi payını artıracak adımlarla saldırgan bölgesel yayılmacılıkla ve coğrafyayı ucuz emek-doğa mekanı olacak şekilde altüst ederek yanıt verdi. Yayılmacılıkta fetih anlayışının çuvalladığı ortada ama tekelci Türk sermayesi Afrika’nın tümüne, Orta Asya’ya, Balkanlar’a büyük sermaye ihracı yaparak kendine bir pazar elde etmeyi başardı. Yayıldığı sektörlerin deneyimini ülke içindeki faşist emek rejimi ve ağır doğa talanına dayalı üretim sürecinde biriktirdi. Kendine biçilen rolü değiştirip yüksek teknolojili üretime geçecek sermaye birikimi ve politikalardan yoksun; enerji, madencilik, inşaat, metal, tekstil, ormancılık gibi enerji/karbon yoğun sektörlerle semiren “yerli-milli” sermaye elbette kapitalizme içkin kriz dinamiklerinden kaçınmak için doğaya ve emeğe saldırısını katmerlendirmek zorunda. Türkiye ve Kürdistan’da süren sınıf mücadelesi tam da bu eksenlerde görünür hale geliyor.
Ama sermaye düzeni kendi mezar kazıcısı işçi sınıfını üretirken belli bir aşamaya kadar fırsata çevirmeye başardığı ekolojik çöküş koşullarını da ormansızlaştırma gibi pratiklerle üretir. Sermaye yeryüzünün bir kısmından, dünya nüfusunun bir kısmından vazgeçip onların yıkımına izin verebilir, ama geriye kalan kesinlikle aynı kapitalizm olmayacaktır. İklim değişikliği önümüze böyle bir gerçeklik çıkarıyor.
Akdeniz gibi ılıman iklimlerde son 20 yılda dev yangınların sayısı 10 kattan fazla arttı. Ardışık sıcak hava dalgalarının sıklığının, süresinin, şiddetinin artması yaz kuraklığıyla da birleştiğinde bütün bitki örtüsü, ormanlar, makiler, tarım alanları, meralar patlamaya hazır yakıt deposu haline geliyor. Kuraklık ve rüzgarlar yangınların yayılmasını kolaylaştırıyor. Orman altı bitki örtüsünün daha erken kurumasıyla alevler daha etkili oluyor.
Ormansızlaştırma sömürge coğrafyalarda özellikle paramiliter devlet faaliyetidir. Kürdistan’da da korucular eliyle uygulanır çoğunlukla ve pek çok yasadışı ticari ilişki de kurulur. Buradan elde edilen odunun Anadolu’nun hangi sanayi bölgelerinde kimin çıkarına hizmet ettiğinin izini sürünce hem işbirlikçilik ağları hem de işin başındaki devlet kurumları ortaya çıkar. Amaç kâr etmektir, coğrafyayı canlısızlaştırmaktır, savaşı doğaya yaymaktır.
Copernicus uydu izleme sistemiyle yapılan ölçümlere göre, tüm dünyada 2024 ilkbaharı tarihe “tüm zamanların en sıcak ilkbaharı” olarak geçti. Türkiye’de de sıcak geçen kış ve ilkbaharın ardından haziran ayında birçok kentte hava sıcaklığı 40 dereceyi aştı. 1 Haziran’dan bu yana Mazıdağı-Çınar’daki dahil birçok kentte çok sayıda yan gın çıktı. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye’de 1-21 Haziran’da çıkan 399 orman yangınında 2548 hektar alan yandı, bu sayı geçen yıl 84 yangında 41 hektardı. Bunlara müdahalede yetersiz kalmak bilinçli bir politik tercihtir. Hem yangın söndürme kapasitesini gereken düzeye çıkarmamak hem emisyon yüksek faaliyetlere yönelmek hem de ekosistemleri telafi mekanizmaları kurmayarak.
Orman Yasası’na 2018’de ek bir 16. madde eklendi. Bu maddeyle cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle hiçbir prosedür olmaksızın tek imzayla 3206 hektar orman alanının artık orman olmadığına karar veriliyor. Şu ana kadar 41 ilde uygulandı bu madde. En son 16 Temmuz’da Amasya, Balıkesir, Kastamonu, Manisa, Muğla, Samsun, Sinop ve Sivas’taki yaklaşık 20 hektar alan orman dışı ilan edildi. Temmuz başında İstanbul, İzmir, Artvin ve Bitlis’te yaklaşık 5 hektar orman yine buna kurban gitti.
Konunun uzmanları bu 16. maddenin anayasanın 169’uncu maddesindeki “orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan alanlar dışında orman sınırlarında daraltma yapılamaz” ifadesine aykırı olduğunu söylüyor. Ancak yaşam hakkı dahil tüm anayasal hakların günbegün hapishanelerden emek cehennemi fabrikalara ihlal edildiği bir yerde bu aykırılık sermaye diktatörlüğünün bir parçasıdır.
*AKP’nin ormansızlaştırma politikası Federe Kurdistan Bölgesinde’de devam ediyor. Yerelden alınan bilgilere göre “operasyon” bölgelerinde yoğun ağaç kıyımı var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güney Kürdistan’daki Barzani yönetimi, faşist Türk devletiyle işbirliğini basit bir ticaret bağımlılık ilişkisi olmanın çok ötesine taşıdı son yıllarda, artık hakimiyetini korumak için Türk sermayesinin planları uygulamak çaresizliğine ulaştı. Kontrolü altındaki bölgenin işgaline ses çıkarmamanın da ötesine geçerek işgale ortak oldu. Faşist devletin halk yönelik saldırılarına bariyer olan ulusal özgürlük güçlerinin kayıplarında aktif rol oynadı. Ağaçlar, orman alanları özgürlük güçlerinin doğal yaşam alanlarıdır, mücadelesini onlarla bütünleşerek sürdürür, yaşam felsefesi doğanın değeri ile şekillenir. Türk devletinin işgal saldırılarıyla alanda tutunma ihtiyacı için ormansızlaştırma etkili bir silah. Orman alanlar aynı zamanda sulak alanlardır genel olarak, ormanın kaybı buradaki köylerin de boşaltılması anlamına gelir, coğrafyanın hem ağaçlardan hem insanlardan sıyrılarak çıplak bırakılması anlamına gelir.
Ekoloji mücadelesi ulusal sınırları tanımaz, çünkü doğada sınır yoktur, ekosistemler bütündür. Dolayısıyla nerede olursak olalım buradaki ormansılaştırmayı kendi bağlamı içinde, yani savaş gerçeği içinde ele alarak mücadele konusu yapmamız gerekmektedir. Türkiye ve Kürdistan’daki ekoloji örgütlerinin savaş karşıtı güçlü bir ses çıkarmada yetersiz kaldığı barizdir. Devlet sopasının konu Kürdistan olunca çok sert iniyor olması bunun en büyük nedenidir elbette ama Kürdistan’daki ağacı savunamadığımız için örneğin Akbelen’deki ağaç bu kadar pervasız kesilebilmektedir. Mücadele içindekilerin göğüsleyeceği bedel çıtası orada belirlenmektedir. Tıpkı doğanın sınırsız olması gibi ekolojistlerin de mücadelesi sınırsız olmalıdır.
* Eklemek veya söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Devletler, 2007 yılında biyoçeşitlilikle ilgili COP13’te ormansızlaşma yanında ormanların bozulmasından kaynaklanan emisyonların da azaltılması için REDD (Reducing Emissions from Deforestation and Forest Degradation) adıyla bir program başlatmışlardı. Daha sonra 2016 yılında yürürlüğe giren Paris Anlaşması’nda da ormansızlaşma ve orman tahribatı kaynaklı emisyonların azaltılması hep öncelikli hedefler arasında yer aldı. 2021’de Glasgow’daki COP26’da 141 ülke Orman ve Arazi Kullanımı Üzerine Glasgow Liderler Bildirisi imzalamış ve 2030’a kadar ormansızlaşma ve orman bozulmasını durdurmayı taahhüt etmişlerdir. Gelinen noktada bu en kurumsal, en resmi, en ciddi platformlarda verilen sözlerin bomboş palavralar olduğu açıktır. Sorunu yaratan düzen değişmedikçe, bu düzeni devam ettirmeyi tek öncelik belleyenler sorunu ancak daha da büyütür. Dolayısıyla ormanların korunması, iklim değişikliği açısından tuttuğu kritik önemle aslında yaşamın korunmasıdır. Türkiye ve Kürdistan’daki madencilik furyası ve enerji yatırımları için orman alanlarının tahribatı ekoloji örgütlerinin birincil önceliklerinden olacaktır. Polen Ekoloji Kolektifi olarak pek çok yerel çevre örgütünün bir araya geleceği kampanya ve direnişler geliştirmeyi bu dönemde önümüze koyuyoruz. Yaşamak için herkesin bu örgütlü mücadeleye katılması gerektiğini tekrar hatırlatıyoruz.
2https://www.nasa.gov/science-research/earth-science/nasa-satellites-help-quantify-forests-impacts-on-global-carbon-budget/
3https://www.undp.org/tr/turkiye/news/iklim-degisikligi-yayginlasiyor-hizlaniyor-ve-siddetleniyor-ipcc