Gelecek için Cumalar, Hambach Ormanı, Lützerath köyü, Ende Gelaende, Tesla fabrikasının kundaklanması… Sayısız ekoloji mücadelesi ve inisiyatifiyle Almanya’da dünyanın en canlı ve kitlesel iklim hareketlerinden biri gelişti. Ne var ki sayısız tekil eylem ve hareket arasında Almanya’nın iklim hareket(ler)i nasıl ilerleyeceği sorusuyla karşı karşıya. Hareket(ler)de gerçek bir değişim ve toplumsal dönüşüm üzerine tartışmalar yoğunlaşıyor. Bu yazıda bu tartışmalara bir göz atacağız.
2023’ün başında yüzlerce iklim aktivisti Avrupa’nın en büyük açık linyit madeninin kıyısındaki Lützerath köyünü işgal etti. 35 bin kişi yağmur ve rüzgar altında köyün etrafındaki tarlalara akın ederek köyün boşaltılmasını protesto etti. Kitle, Alman iklim hareketinin uzun zamandır karşı karşıya kaldığı en büyük polisle çatışmalara katıldı. Korona sürecinde felç olmuş gibi görünmesinin ardından, kitlesel iklim hareketi Lützerath çevresindeki protestolarla yeni bir zirveye ulaştı. Ancak Lützerath’tan sonra iyimserlikten çok çaresizlik, zafer duygusundan çok gelecek kaygısı, ileri atılmaktan çok teslimiyet duygusu gelişti. Almanya’nın iklim hareketi nasıl ilerleyeceği sorusuyla karşı karşıya kaldı ve yeni yolların arayışına düştü. Bu makalede hareket içerisinde nelerin tartışıldığını ve hangi perspektiflerin ortaya çıktığını ele alacağız.
I) “O” hareket hangi hareket?
Almanya iklim hareketinin parçalılığı
Genelde siyasi hareketler bütünüyle ortaklaşmış olmazlar, içlerinde kitleleri az ya da çok harekete geçirebilen ve yönlendirebilen örgütler vardır. Almanya’nın iklim hareketi de her zaman kendi içinde farklı eğilimleri barındırmıştır. Örneğin nükleer karşıtı harekete baktığımızda, burjuva güçlerin yanı sıra antikapitalist ve devrimci, pasifist güçlerin yanı sıra militan güçlerden oluşan bir hareket görüyoruz. Almanya’nın çevre hareketi, tüm farklılıklara rağmen somut ortak mücadeleler ve talepler için bir araya gelme konusunda genel olarak başarılı olmuştur. Çevre hareketi içindeki farklı görüşlerin büyük çeşitliliği bugün de değişmedi. Hatta bazıları Almanya’da tek bir iklim hareketi değil, birçok farklı hareket olduğunu söylüyorlar.
Hareket içindeki en önemli ayrım konusu, devlet ve sermaye ile olan ilişkide ortaya çıkıyor: Mevcut düzen reforme edilebilir mi? Hükümetleri harekete geçirmek için basınç ve müzakereler gerekli mi? Kapitalizmin ekolojik yıkımını frenleyebilir miyiz? Yoksa kapitalizm ve devletin üstesinden mi gelinmelidir?
Reformcu çizgiyi en çok temsil eden örgütler (büyük ölçüde) Fridays for Future Germany (Gelecek için Cumalar), Letzte Generation (Son Nesil), Yeşiller Partisi’ne alternatif olması beklenen yerel iklim aktivistleri, çok sayıda STK ve yanı sıra örgütsüz bireylerdir. Özellikle Fridays for Future (FfF) içinde bu konuda görüş ayrılıkları var. Bu çelişki birçok aktivistin FfF’den ayrılmasına ya da Bremen’deki yerel grup gibi dağılıp yeni bir örgüt kurmasına neden oldu. Bununla birlikte, hareketin bu bölümünde arzu edilen reformların nasıl gerçekleştirilebileceği ve hatta uygulanabileceği konusunda da anlaşmazlık var; daha iyi, daha dürüst bir Yeşil Parti olarak parlamentolara girmekten, büyük gösteriler ve kampanyalar yoluyla kitlesel basınç oluşturmaya, kamusal hayatı aksatmaya ve blokaj eylemlerine kadar her şey buna dahil.
Diğer kutupta ise irili ufaklı çok sayıda örgüt, ittifak ve arkadaş çevresi niteliğindeki küçük siyasi gruplar yer alıyor ve bunların hepsi de sistemi değiştirmeye kararlı. Ende Gelände, Zucker im Tank, Sand im Getriebe (Yolun Sonu, Depoda Şeker, Dişlilerde Kum) ve iddialı kimi antikapitalist iklim toplulukları bu kutbun büyük isimleridir. Ancak sistem değişikliği pek çok anlama gelebilir. Bununla birlikte, mümkün olduğunca az hiyerarşiye sahip bir topluma dair anarşist fikirler ve belirsiz birçok ütopik hayal yaygındır. Sistem değişikliğini en kararlı temsil eden komünistler şu anda iklim hareketinde sadece sınırlı bir rol oynamaktadır.
Ayrışmaların ikinci merkezi noktası örgütlenme sorunudur: Örgütlenmeye ihtiyaç var mıdır ve varsa ne tür bir örgütlenmeye gidilmelidir? Bu soruya ilişkin iki ana eğilim var: Hiyerarşik olması ve bireylerin kendisini öne çıkarması yoluyla özgür bir toplumun önünde duran bir engel olarak örgütlerin tamamen reddedilmesi ve hâlâ büyük bir adanmışlık eksikliği olsa da, örgütlenmenin savunulması. İkinci durumda, uzun vadeli yapıların, iş bölümünün ve karşılıklı güvenilirliğin önemi kabul edilmekle birlikte, asgari bir mutabakatın ötesinde ortak bir çizgiye ve dikey veya hiyerarşik yapılara ilişkin çekinceler devam etmektedir. Örgütlenme tartışmalarında ideolojik olarak desteklenen bireycilik tekrar tekrar kendini üretmektedir. Ancak bunun arkasında stratejik kaygılar da bulunmaktadır: Çok sayıda bağımsız küçük grubun tek bir örgüte kıyasla ele geçirilmesinin daha zor olduğu ve dolayısıyla hareketin darbelenmesi daha zor olacağı düşüncesi var. Bunun arkasında birçok farklı küçük eylem büyük bir bütün oluşturmak için birbirini tamamlamalıdır anlayışı yatıyor. Bu çok sayıdaki bağımsız eylemin nasıl koordine edileceği ve ortak bir yönde nasıl ilerleyeceği sorusu hala açık.
Şu anda, bu büyük “çeşitlilik” büyük bir perspektif ve yönelim eksikliğine denk düşüyor; zira linyit karşıtlığı gibi birleştirici kitlesel mücadeleler, hareketin en azından bir kısmı için şemsiye olabilecek büyük işgaller ve yanı sıra Ende Gelände, XR (Yokoluş İsyanı) veya Fridays for Future gibi birleştirici unsurlar da önemini yitiriyor ve hareket bir rutine sıkışmaya başlıyor.
Lützerath’ın boşaltılması bir kırılmaydı
Hareket içindeki temel farklılıklar hiçbir zaman bir sır olmadı ve çok tartışıldı. Buna rağmen, uzun zamandır hareketin birbirinden en farklı bileşenlerinin belirli odak noktalarında bir araya gelmesi mümkündü. Hambach Ormanı için verilen mücadelenin ve pandeminin başlamasının ardından dağılan ve kısmen felç olan hareket, Lützerath ile bunu tekrar başardı. Lützerath köyü, Garzweiler açık linyit madeninin kenarında yer aldığından dolayı kendisinden önceki 300’den fazla köy gibi Almanya’daki linyit madenciliği için yok edilecekti. Bölgede on yıllardır aktif olan kömür karşıtı hareketin ardından, yerel halk ve STK’lardan otonom anarşistlere kadar iklim hareketinin tüm yelpazesi “Lützerath kalacak” talebinin etrafında birleşmeyi başardı. Aktivistler tarafından işgal edilen köyde hareketin geleceği, militan eylemlerin meşruiyeti veya işgalin uzun vadeli hedefleri hakkında çok sayıda hararetli tartışma olmasına rağmen, yine de dış dünyaya dönük görünümünde büyük ölçüde birleşik bir cephe olarak hareket etti. Lützerath çevresinde başvurulan farklı mücadele biçimleri, köyü korumak ve açık linyit madenciliğini durdurmak ortak talebiyle bağlantıyı sürdürmeyi mümkün kıldı.
Ocak 2023’te Lützerath’ın boşaltılmasıyla birlikte bu ortak odak kaybolmuş ve iklim hareketinin parçalanmışlığı bir kez daha öne çıkmıştır. O tarihten sonra her grup kendi günlük işlerine çekildi ve Lützerath dışında neredeyse hiçbir uzun vadeli ağ, ittifak veya örgüt kurulmadı. Lützerath mücadelesinde siyasallaşan ya da ilk militanlık deneyimlerini burada edinen çok sayıda birey de tekrar dağıldı. Lützerath’ta ortaya çıkan potansiyeli örgütlemek başarılmadı.
Lützerath, hareketin güçlü ve zayıf yönlerini gözler önüne serdi: Öğrencilerden emeklilere, maden bölgesinde yaşayan az politize olmuş insanlardan degrowth destekçilerine ve komünistlere kadar uzanan mobilizasyon potansiyeline rağmen, özellikle emekçi nüfusun göçmen ve yoksul kesimlerine ulaşmanın zorluğu… Somut bir mücadeleden geniş ittifaklar kurma yeteneğinin olması, ancak ortak stratejik tartışmalar yürütememe ve kararlar alamama, dolayısıyla tüm bu güçlerin genellikle birlikte değil yan yana hareket etmesi… Dilekçe sunma ve basın açıklamalarından oturma eylemlerine, sabotajlara ve barikat kurmaya kadar farklı siyasi mücadele araçlarının bütünleştirilmesi, ancak “taktik çeşitliliği” adına bunların planlı bir şekilde birbirini tamamlamasına izin verilmemesi… Burjuva siyasetin ve polis aygıtının maskesinin düşürülmesi, ancak bu zalimlere karşı mücadele için kalıcı bir odak yaratılmaması, bir örgütlenme sunulmaması… Kolektif militanlık deneyimlerinin yaratılması ve ardından kitlelerin tekrar dağılmasına izin verilmesi…
Kısacası, son yıllarda bir yandan büyük gösteriler, diğer yandan sivil itaatsizlik ve orman işgalleri ile karakterize olan ve kendini pek bağlayıcı olmayan yapılarda örgütleyen iklim hareketi, Lützerath’ta bu araçlarla sınırlarına ulaştı. Hareketin bir kısmı yine de eskisi gibi devam ederek ve orman işgalinden orman işgaline ya da gösteriden gösteriye koşarak tepki verirken, bir kısmı geri çekiliyor (öz bakım, aktivizme ara verme, birkaç hafta ya da aylığına ara verdikten sonra tekrar burjuva hayata geri dönme) bir kısmı ise bugüne kadarki iklim protestolarında ortaya çıkan boşlukları kapatmak için yeni perspektifler arıyor.
II) Almanya iklim hareketinde strateji tartışmaları
Bu çerçevede, iklim hareketinin geleceğine ilişkin tartışmalar, hem tek tek örgütler bazında hem de hareketin genelinde ivme kazanmıştır. Bu tartışmalar hareket içinde strateji tartışmaları veya strateji süreçleri olarak adlandırılmaktadır ki bu tam olarak doğru değildir, çünkü bunlar gerçek strateji önerileri kadar taktiksel konuları da kapsamakta, dolayısıyla strateji ile taktikler arasındaki ayrım genellikle bulanıklaşmaktadır. Yine de bu makalede, bu tartışmaların bütününden bahsederken strateji tartışması terimine sadık kalmak istiyoruz.
İklim hareketinde strateji ve taktik tartışmaları kendi içinde yeni bir şey değil. Fridays for Future, Hambach Ormanı, Lützerath süreçlerinin hepsi karşılıklı eleştiri, tartışma ve tutum belgeleri dalgasına yol açtı. Bunlar genellikle ya belirli bir mücadele ile sınırlı kaldı (Lützerath boşaltılma tehdidine karşı nasıl savunulmalı?) ya da hareketin kendi ufkunun ötesine de bakan stratejik bir yönelimi esaslı biçimde tartışarak temelde politik ve ideolojik oldu (Yeşil kapitalizm diye bir şey var mı? Şiddet meşru mu?). Strateji tartışmasında Lützerath bu bakımdan bir eşik oldu. Her şeyden önce Lützerath sayesinde yeni bir nitelik kazandı.
Ancak bu strateji tartışması örgütlü, ortaklaşmış veya bağlayıcı bir süreç olarak değerlendirilebilir durumda değil. Almanya’nın iklim hareketinde pek çok şey gibi strateji süreci de yarı bağlayıcı ve yarı örgütlü bir şekilde gelişiyor. Geçen yılın Haziran ayında, hareketin mevcut durumunu ve gelecek beklentilerini tartışmak üzere üç günlük bir konferans düzenlendi. Konferans delegelere ve bireylere açıktı. Amaç öncelikle fikir alışverişinde bulunmak ve tartışmaktı; bağlayıcı kararlar almak, bildiriler kabul etmek veya yapılar inşa etmek değil. Ancak böyle bir irade olsaydı, gruplar konferansı bu tür süreçler için bir başlangıç noktası olarak değerlendirebilirdi.
Ağustos ayında tartışma, Almanya iklim hareketinde özellikle yüzlerce ve hatta binlerce aktivistin katıldığı fosil yakıt endüstrilerine yönelik blokajlarla tanınan Ende Gelände tarafından düzenlenen Sistem Değişikliği Kampı‘nda devam etti. Tartışmaya iklim hareketinden örgütlerin geniş katılımı oldu. STK’lar konferansın örgütleyicileri tarafından bilinçli olarak davet edilmedi, zira STK’lar hareketin değil, Alman emperyalizminin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Strateji tartışması sırasında hareketin zayıflıkları, potansiyeli ve gelişme beklentileri netleşti. Buna ek olarak, tek tek örgütlerin uygulamak istedikleri çeşitli stratejik yönelimler ve taktikler de tartışıldı. Bizim için en önemli görünen hususlar aşağıda ele alınacaktır.
Kiminle ve ne için savaşmalı?
İklim hareketinin müttefiklere ihtiyacı olduğu aslında herkes için açık: Bir yandan, artık “iklim adaleti” amacı, diğer bir deyişle artan bir iklim felaketin ortasında geniş tanımlı sosyal adalet amacı, bir iddia olarak yaygınca kabul ediliyor. Bu doğal ittifak alanları oluşturuyor. Diğer yandan iklim hareketinin, taleplerini ya da programlarını tek başına hayata geçiremeyeceği de yine benzer bir kabul görüyor. Bu nedenle stratejinin temel sorusu şudur: Kiminle nasıl ittifak kurulmalı?
İlginç bir şekilde farklı siyasi ve ideolojik yönelimlere sahip grup ve bireyler, çeşitli amaçlarla bağlantı kurulması gereken hedef kitlesi olarak tespit edilebilir. Örneğin, herhangi bir yerinden sistemi eleştiren iklim hareketinin tüm parçaları, işçilerin daha güçlü ele alınması ve mücadelelere dahil edilmesi gerektiği konusunda hemfikirdir. Ancak bunun gerekçeleri farklılık gösterir: Mesele genel olarak basitçe toplumsal çoğunluğu kazanmakla ilgilidir veya işçilerin (genellikle düşük ücretli sektördeki işçiler kastedilmektedir) özellikle marjinalleştirilmiş bir grup olarak seslerinin duyulması ve güçlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ve tabi, proletaryaya ilişkin marksist görüşler de vardır, ancak bunlar tartışmanın en küçük kısmını oluşturmaktadır. İşçilerin önemine ilişkin bu üç görüş, devrimci ya da devrimci olmayan kesimlere net bir şekilde ayrılmaz. Aynı durum sosyal demokrat Sol Parti’ye aktivist desteği savunanlar için de geçerlidir; bunlardan bazıları Sol Parti’yi değişim için gerçek bir fırsat olarak görürken, diğerleri parlamentoyu bir sahne, bilgi ve finansman kaynağı olarak kullanabilmek için tamamen taktiksel destek çağrısında bulunmaktadır.
“Baskı” kavramı iklim hareketinin ittifak politikasında da önemli bir rol oynamaktadır. Buna göre ezilen veya ayrımcılıktan etkilenen insanlar ve onların öz örgütleri sadece müttefik olmakla kalmamalı, aynı zamanda ilgi odağı da olmalıdır. Bu bir yandan iktidar dağılımının ataerkil veya ırkçı yanıyla mücadele etmeyi amaçlamaktadır. Diğer yandan, baskı deneyimi sisteme karşı mücadelede bir güç kaynağı olarak görülmektedir. Baskıyı anlamak için merkezi kavram ise kesişimselliktir: ten rengi, cinsiyet, sınıf, gelir veya cinsel yönelim eşit ve birbiriyle örtüşen ayrımcılık biçimleri olarak görülür.
Bu pratikte ne anlama geliyor? Tartışmadaki görüşler ne kadar farklıysa, pratikteki yaklaşımlar da o kadar farklı. Münih Açık İklim Meclisi veya İklim ve Sınıf aktivistleri de dahil olmak üzere çeşitli örgüt ve bireyler, fabrika kapanışlarında veya toplu taşıma araçlarında çalışanları örgütlemeye başladı. Bunu iklim aktivistleri olarak yapsalar da iklim sorunları ön planda durmuyor. Buradaki odak noktası daha çok işçilerin kendi çıkarlarının aynı zamanda çevresel çıkarlar olduğu ve değişimin kendi ellerine alınması gerektiği konusunda farkındalık yaratmaktır.
“Wir fahren zusammen” (Birlikte Gidiyoruz) kampanyası iklim hareketi ve işçilerin güçlerini birleştirmesinin en güncel örneği oldu. Fridays for Future ve Verdi (hizmet sektöründeki en büyük Alman sendikası) toplu taşıma işçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri için ortak (grevli) gösteriler düzenliyor ve ortak taleplerde bulunuyor. Verdi ve Fridays for Future Almanya’nın açıkça düzeniçi güçler olması gibi kampanyanın kendisi de reformist bir nitelik taşıyor; ancak kampanyada bu konuda motivasyonu yüksek kimi marksistler ve diğer sistem karşıtları da yer alıyor. Her iki durumda da kampanya, iklim hareketi ile işçi sınıfının geniş kesimleri arasındaki uçurumu kapatmaya, hatta karşılıklı reddedişe karşı bir adım. Dahası, kampanyayla Almanya’da olmayan siyasi grev hakkı talep edilmektedir. Öte yandan, kampanyanın reformist yönelimi sınıf sorununu bulanıklaştırabilir, daha fazla hayal kırıklığına yol açabilir ve “iyi” (yani sisteme uyumlu) ve “kötü” iklim hareketi arasındaki “oyunu” körükleyebilir.
İklim hareketinin diğer kesimleri işçi sınıfını örgütleme hedefinden uzaklaşıyor ve daha çok yerli gruplarla, mülteci örgütleriyle ya da Rojava’daki özyönetim veya Zapatistlerle ittifak politikalarına odaklanıyor.
Gerekli olan ne, meşru olan ne?
Alman çevre hareketindeki şiddet sorunu muhtemelen hareketin kendisi kadar eskidir. Bugün 1970’ler ve 1980’lerdeki nükleer karşıtı hareketle ilgili tartışmaları okuyan herkes sıklıkla bir deja vu hissine kapılır. Ende Gelände ve FfF ile güç kazanan Almanya’daki iklim hareketinde, “şiddet içermeyen” protesto hegemonyasına uzun yıllar boyunca meydan okumak zor oldu (elbette her zaman eleştirel sesler ve eylemler olsa bile).
Ancak, hükümete verilen dilekçelerin iklim değişikliğini durdurmayacağının giderek daha iyi anlaşılması ve Andreas Malm’ın “How to Blow Up a Pipeline” (Bir Boru Hattı Nasıl Havaya Uçurulur) kitabı gibi etkili metinlerle birlikte, sabotajın – yani (fosil) altyapıya yönelik saldırıların – meşruiyeti ve gerekliliği hakkındaki tartışma, özellikle son yıllarda iklim hareketinin merkezine ulaştı.
Ende Gelände 2021 yılında ilk kez eylem konsensüsünü değiştirerek “barışçıl” sabotajlara da yer verdi. Lützerath çevresinde, açık ocak linyit madenciliğinin altyapısı birden fazla kez tahrip edildi. Ve 2023 Noel günü Berlin’deki bir çimento fabrikası alevler içinde kaldı. Protestolar sırasında militanlığın Almanya’dakinden tamamen farklı bir seviyede olduğu ve La Soulevement de la Terre (Yeryüzü İsyanı) aktivistlerinin Fransa’nın güneyinde bir çimento fabrikasını tahrip ettiği Fransa’ya da tekrar tekrar hayranlıkla bakılıyor.
Sadece küçük bir azınlık sabotaj eylemlerine fiilen katılsa bile bu gibi eylemler iklim hareketi içinde giderek daha geniş bir destek buluyor. Bir başka önemli gelişme de, mala zarar verilmesini eleştirenlerin bile genellikle hareket içindeki tartışmalarda devlet, polis ve burjuva medyası karşısında bölünmelere izin vermeme bilincine sahip olmalarıdır.
Sabotaj eylemlerine karşı en sık dile getirilen argümanlar, toplumun geniş kesimleriyle bağ kurma olanağına etkisi ve devletin saldırılarıdır. Sabotaj eylemleri iklim hareketinin gayrimeşrulaştırılmasını kolaylaştırabilir, toplumun geniş kesimlerinde anlaşılmayabilir ve sadece hareketin daha sert baskılara uğramasına yol açabilir. Öte yandan, destekçilerin argümanları ise şu noktalardan bir veya daha fazlasıyla ilgilidir: Sabotaj ekonomik zarar yaratır ve bu nedenle çevreye zararlı üretimi cazip olmaktan çıkarabilir (temelde Ende Gelände’nin “Biz yatırım riskiyiz” sloganının bir devamı); sabotaj, hareketin “radikal kanadı” olarak hükümetler üzerinde baskı oluşturur; sabotaj, iklim krizinin suçlularını ortaya çıkarır; ve insanların iktidarı kendi ellerine almaları için bir adımdır.
(Birinci bölümün sonu)