Ekoloji örgütleri altın madenlerine karşı bir panel düzenledi. Ankara’da düzenlenen panelde, altın madeni projeleri nedeniyle Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehdide dikkat çekildi. Ekoloji mücadelesinin uzun soluklu bir mücadele olduğu kaydedilen panelde, taktik ve stratejik hamlenin çok iyi belirlenmesi gerektiği de eklendi. Kapitalizmin uzlaşmaz çelişkisinin emek-sermaye çelişkisi olduğuna dikkat çekilen panelde, ekoloji hareketinin emek hareketi içinde yer alması gerektiğinin önemine vurgu yapıldı. Son olarak, “Bir projenin kazanılıp kazanılmasından ziyade, ekoloji mücadelesinin uzun süreli olmasına evrilmesi” denildi.
Polen Ekoloji Kolektifi, “Yaşam altından değerlidir” şiarıyla Ankara’da panel düzenledi. Türkiye’nin yer altı ve yer üstü kaynaklarını katleden, işçileri ölüme mahkum eden, kaynakların yok olması nedeniyle yerel halkı göçe zorlayan siyanürlü ve siyanürsüz altın madeni projelerine karşı Polen Ekoloji Kolektifi’nin çağrısıyla bir kampanya başlatıldı.
İKİ GÜNLÜK ÇALIŞTAY DÜZENLENDİ
Kampanyanın çalışmaları kapsamında çok sayıda kentten ekoloji örgütü Ankara’da bir araya geldi. Eğitim Sen Genel Merkezi konferans salonunda altın madenciliğinin durdurulması için iki günlük bir çalıştay düzenleniyor. Çalıştayın ilk gününde maden projelerine karşı çalışma yürüten ekoloji örgütleri aldıkları sözlerle eksiklerini değerlendirdi, yol ve yöntemleri tartıştı.
SİYANÜRLÜ, SİYANÜRSÜZ MADEN PROJELERİNE KARŞI MÜCADELE ÇAĞRISI
Basına kapalı gerçekleşen çalıştayın ilk gününde panel gerçekleşti. Panelin düzenlendiği salona “Yaşam altından değerlidir. Altın madenciliğini yasakla. Birleşik, örgütlü mücadeleyle sansürlü ölümü durduracağız”, “Doğanın talanına izin vermeyeceğiz. Siyanürlü madene geçit yok”, “Havama, suyuma, toprağıma dokunma”, “Devlet, şirket yağmasına karşı antikapitalist bir ekoloji hareketi için topraklarımızı, tüm canlıları savunacağız”, “Topraklarımızda siyanürlü, siyanürsüz maden ocaklarını istemiyoruz” pankartları asıldı.
ALTIN MADENİNE KARŞI MÜCADELE KONULU PANEL DÜZENLENDİ
Şafak Erdem’in kolaylaştırıcılığını üstlendiği panelde İbrahim Gündüz “Altın Girdap”, Onur Yılmaz “Madencilikte Kamu İhaleleri, ÇED Süreçleri”, Süheyla Doğan da “Altın Madenciliğine Karşı Mücadele ve Örgütlenme” konuları üzerine sunum yaptı.
İlk sözü alan Şafak Erdem, altın madenciliğiyle ilgili ruhsat aşamasında ya da ÇED aşamasında yahut işletmeye kısmında olan mücadelelere ilişkin yapılan tartışmalara işaret etti. Panelin amacının uluslararası tekellere karşı yürütülecek mücadelenin tartışılması olduğunu belirten Erdem, sözü panelistlere bıraktı.
GÜNDÜZ: BİR GAZETECİ OLARAK HİÇBİR DOSYA ÜZERİNDE BU KADAR ÇALIŞMADIM
“Altın Girdap” konusuna dair sunuma geçen İbrahim Gündüz, altın madenciliğine karşı yürütülen mücadeleyi hatırlattı. “Altın madenciliği neden yasaklanması” sorusuna derinleşen Gündüz, sunumunu sinevizyon ile birlikte yaptı. Gündüz, “35 yıldır Türkiye’de gazetecilik yapıyorum. 6 yıldır Türkiye’deki sömürge, vahşi madencilik üzerinde çalışıyorum. Bir gazeteci olarak hiçbir dosya üzerinde bu kadar uzun çalışmadım” dedi.
‘TÜRKİYE CİDDİ BİR TEHLİKEYLE KARŞI KARŞIYA’
Altın Ölüm, Altın Girdap ve O Soruyu Hiç Sormayalım isimli üç kitabının olduğunu ve altın madenciliğine karşı mücadeleye Ordu Fatsa’da başladığını dile getiren Gündüz, “Bir baktım ki bu konu Fatsa’nın, Ordu’nun; Karadeniz’in konusu bile değil bu konu Türkiye’nin konusu. Türkiye çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya. Sömürge politikasıyla karşı karşıya” ifadelerini kullandı.
‘ALTIN MADENLERİ EKOKIRIM MERKEZLERİDİR’
Kitapları yazma sürelerini ve bu süreçte karşılaştıklarını aktaran Gündüz, sömürge madenciliğine karşı yürütülen mücadeleleri, madenlerin meydana getirdiği ölümleri, siyasetçilerin maden şirketleriyle olan ilişkilerine tanıklık ettiğini ve yazdığı kitapların birbirini tamamladığını belirtti. “Türkiye yağmalanırken, sömürge madenciliğinin kıskacındayken medya ne yapıyor?” sorusunu ise O Soruyu Biz Sormayalım kitabında yanıtladığını kaydeden Gündüz, karşı karşıya kaldıkları manzara ve mücadele yöntemlerine ilişkin videoları gösterdi. Altın madenciliği için ormanların kesildiğini, nebati toprağın sıyrıldığını, dinamitlerle dağların paramparça edildiğini, liç yığınların kenarlara bırakıldığını, siyanürün toprağa boca edildiğini vurgulayan Gündüz, “Deprem ve sel felaketleri yaşanmazsa, dizayn ve yapım hatası yapılmazsa en fazla yüz yıl içinde atık barajları çöküyor. Liç yığınları ve pasa dağları da çöküyor. Altın madenleri açık hava kimya fabrikasıdır, nükleer reaktör atıklarıyla eşdeğerdir. Bir ton ham altın için 5 milyon ton taş, toprak paramparça edilmektedir. Bir ton ham altın için yaklaşık bin ton siyanür kullanılmaktadır. Yüzbinlerce ağaç bir çırpıda kesilmektedir. Milyonlarca tonluk pasa dağları, milyonlarca tonluk liç yığınları ve milyonlarca tonluk zehirli atık barajları yapılmaktadır. Altın madenleri ekokırım merkezleridir” ifadelerini kullandı.
‘DENETİM OLMADIĞINI İLİÇ KATLİAMI KANITLADI’
Reşit Kibar’ın doğa katliamına karşı çıktığı için katledildiğini anımsatan Gündüz, Kibar’ı andı. Vahşi madencilik, sömürge madenciliği ya da yağma-talan madenciliği adına ne konursa konsun Türkiye’nin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu dile getiren Gündüz, sömürge madenciliğin karşısında tek engelin mücadele yürüten yerel halk ve ekolojistler olduğunu ekledi. Türkiye’nin her bir bölgesinin maden ihaleleriyle parsellendiğini gösteren fotoğraflarla sunuma devam eden Gündüz, Türkiye’de 20’den siyanürlü altın madenini çalıştığını, 20 tanesinin daha hazırlandığını ve 20 tane için de plan yapıldığını belirtti. Altın, mermer, taş ocakları, termik santralleri başta olmak üzere büyük bir yıkımın olduğunu ancak en tehlikesinin altın madeni olduğunu söyleyen Gündüz, Fatsa altın madeninde açık liçleme sahasında seli gösterdi. “O bölgede her gün yüzlerce ton siyanür toprağa boca ediyorlar, yağmur yağmış ve sel olmuş akıyor toprak” diyen Gündüz, iktidarın “her şey kontrol altında” sözlerini hatırlattı, söz konusu görüntülerin inkar edildiğini belirtti. 13 Şubat 2024 yılında İliç maden katliamının söylenen yanıtları ortaya çıkardığını kaydeden Gündüz, “Siyanürlü altın madenlerinin hiçbirinin, hiçbir bakanlık tarafından denetlenmediğini gösterdi. Çöpler de ne oldu? Daha fazla altın elde etmek için 264 metre yüksekliğinde liç gökdeleni inşa ettiler. Hiç yapılmaması gereken bir coğrafyada gökdeleni inşa ettiler. Kapasitesi dolduğu halde liç yığınını yüklemeye devam ettiler, saatli bomba patladı. 9 işçimiz canlı canlı liç yığını altında kaldı. Kuzey-Güney ekseninde çökseydi çok daha büyük bir felaket yaşanacaktı” dedi.
Ekstraktivizme de işaret eden Gündüz, bir kalkınma modeli kılığına bürünmüş “günümüzün emperyalist yağması” olarak kaynak çıkarımından daha fazla olduğunu söyledi. Nekropolitikaların ekonomik büyüme için kullanıldığını kaydeden Gündüz, neoliberalizm politikalarının verdiği zararın geri dönülemez olduğunu da ekledi.
DOĞAN: YABANCI ŞİRKETLER TÜRKİYE’YE AKIN ETTİ
Süheyla Doğan “Altın Madenciliğine Karşı Mücadele ve Örgütlenme” üzerine sunum yaptı. 1980’li yıllardan bu yana değerlendirme yapan Doğan, devletin bütün kurumlarında o yıllarda bu işin taşlarını döşemeye başladığını belirtti. ’80 sonrasında özel sektöre bütün ülkenin her alanındaki yatırım alanlarını açtığını söyleyen Doğan, “dikensiz gül bahçesi” yolunda adımlarını attı. 3213 Sayıl Maden Kanununa dikkat çeken Doğan, özel sektör madenciliğinin kamu madenciliğinden daha farklı bir alana kaydığını belirtti. 5177 sayılı bir torba kanunla, Orman Kanunu, Mera Kanunu, Kıyı Kanunu, Su Havzalarını Koruma Kanunu, Korunan Alanlar gibi kanunlara ilişkin değişiklik yapıldığını ve tüm düzenlemelere açıldığını dile getiren Doğan, 2015 Çanakkale’de düzenlenen toplantı ile yabanca şirketin talanına açıldığını ifade etti. “Şirketler ülkemizi parsel parsel satın aldılar.” diyen Doğan, kendi ülkelerinde rahat çalışamayan şirketlerin Türkiye’ye akın ettiğinin altını çizdi. Doğan, “İlk altın madeni Bergama’da. Nerede altın madeni varsa orada mücadele başladı. Biz mücadeleyi Bergamalılardan öğrendik. En büyük destek Ege Çep ve Bergama Çevre Platformu’ydu. Köylüler doğrudan işin içindeydi, akademisyenler, gönüllü avukatlarla birlikte çok geniş bir çevre destekledi. Başlayan onurlu mücadele içine dezenformasyon çalışmasıyla mücadele karalandı, kazanılan davalar yok sayıldı, Özel Bakanlar Kurulu kararıyla Bergama altın madeni başlatıldı. Kaybedilmiş bir şey yok tamamen arkadan dolanıldı. Bergama mücadelesi hepimize örnek.” dedi.
En büyük ikinci mücadelenin Cerattepe’de olduğunu anımsatan Doğan, “İlk dönemde Cominco vardı. 2005’te şirketin ruhsatı iptal edildi. 1995’de Yeşil Artvin Derneği kuruldu ve o günden bu yana soluksuz mücadele ettiler. 2005’teki ruhsatı 2012’te Cengiz Holding aldı. Şu anda Eskişehir’de Kazdağları’nda karşımızda. Cerattepe bize şunu gösterdi, farklı siyasi görüşler yan yana gelebilir, haklarını savunabilir.” ifadelerini kullandı. 2016 yılında neredeyse Türkiye’nin her yerinden getirilen polis ve jandarma ile mücadelenin bastırıldığını ve şirketin alana girdiğini kaydeden Doğan, “Şirket yeniden ÇED raporu hazırladı. Danıştay projenin iptaline karar verdi ancak yeniden karşımızda.” dedi.
‘DEVLET KIŞLADAĞ’DA DİREKT MÜDAHALE ETTİ’
Uşak, Eşme Kışladağ mücadelesine işaret eden Doğan, Eldorado Gold şirketine karşı yürütülen mücadelede halkın desteğine dikkat çekti. 1500 kişinin zehirlendiği bir felaket yaşandığını, anormal doğumlar görüldüğünü belirten Doğan, devletin örgütlenmeye müdahale ettiğini, kan tahlillerine el koyduğunu, sonuçların açıklanmasını engellendiğini kaydetti. Kışladağ’ın gittikçe büyüdüğünü, tabir-i caizse dev bir dağ haline geldiğini dile getirdi.
Kazdağları’nda yürütülen mücadeleyi anımsatan, 2013’ten 2021’e kadar süren mücadelelerle devam eden Doğan, 426 gün çadırlı Su ve Vicdan nöbetinin tutulduğunu kaydetti. “Çadırlı nöbet sonrası devlet ruhsatı uzatamadı. Burada dikkat çeken şey, yakın köylerden çok, kent merkezli ve Türkiye kamuoyunu destekli bir direnişti. Şirket ruhsatı uzatamadı. Başarı ile sonuçlandı direniş. Yerel yönetimlerin, sanatçıların desteği de örnek alınmalı.” dedi. Alanın rehabilite edilmesini beklerken, alanın başka bir şirkete satıldığı bilgisi edindiklerini söyledi.
‘MÜCADELE HER ALANA YAYILDI’
Türkiye’de dört büyük mücadeleyi aktaran Doğan, her alana bu mücadelenin yayıldığını ekledi. Balıkesir, İvrindi’de CVK Madenciliğine karşı, Çanakkale Bayramiç’te Cengiz Holding’e, Çanakkale merkezde Koza şirketine karşı; Amasya, Tokat, Gümüşhane, Ardahan, Ağrı, Muratdağı, Eskişehir Erzincan… Her yerde maden projesi olduğu kadar mücadelenin de olduğunun altını çizdi.
‘ŞİRKETLERİN SUNDUĞU OLANAKLAR KÖYLÜLERİ MÜCADELEDEN VAZGEÇİRİYOR’
2012 yılında Bayramiç’in Muratlar köyünde 7’den 77’ye yöre halkının katılımıyla maden projesine karşı çıktığını ve ÇED toplantısını yaptırmadığını hatırlatan Doğan, “Muratlar köyünden işçi verenler oldu. Köyden tek bir kişiyi yanımıza alamıyoruz. Şirketlerin sunduğu olanakların mücadeleyi nasıl zayıflattığını Muratlarda çok iyi görüyoruz. Cengiz Holding pandemiyi fırsat bilerek girdi alana. Köylülerin katılımıyla toplantıyı yaptırmamıştık, masaları devirmiştik.” diye anımsattı.
‘KÜÇÜKTEN KÜRESELE DOĞRU ÖRGÜTLENMEMİZ ŞART’
Ekoloji mücadelesi için yerelde örgütlenmenin şart olduğunu vurgulayan Doğan, bölgesel ve ulusal ağlarla mücadelenin yürütülmesi gerektiğini ekledi. Doğan, “mücadeleleri birleştirmek için ağların önemini” vurguladı. Doğan, “Örgütlenmeyi küçükten küresele doğru yapmamız şart. Bu şekilde örgütlenirsek dünya çapında başarıya ulaşabiliyoruz” dedi. Yerel çalışmada özellikle kadınlara ulaşmaya çalıştıklarını belirten Doğan, il ve ilçe merkezlerinde kurum ziyareti yaptıklarını belirtti. Emek ve demokrasi örgütleriyle işbirliği içinde olduklarını da söyleyen Doğan, “Somut proje etrafında yeni örgütlenmeler yaratıyoruz. Maden ruhsatı ihaleleri sonrası ÇED süreçleri geliyor, sürecin sonuna kadar takip ediyoruz. Ulusal ve uluslararası alana taşıyoruz. Doğan son olarak “Kampanyamız için çok güzel bir slogan bulduk. Yaşam altında değildir, altın madenciliği yasaklansın.” vurgusu yaptı.
Panelin son sunumunu Onur Yılmaz “Madencilikte Kamu İhaleleri, ÇED Süreçleri” konusuyla yaptı. Çalıştayda neden panel yaptıklarını açıklayan Yılmaz, “Paneller bir konuyu etraflıca tartışmanın bir bilgiyi aktarmanın araçlarından biri. Bir kampanya da, bir örgütlenmenin araçlarından biri olarak ele alınmalı. Başından beri aslında Polen Ekoloji olarak tüm ekoloji hareketinin sorunlarına dair yaptığımız tartışmalarda sorunun esasen örgütlenme sorunu olduğunu tespit ederek yola çıkıyoruz. Mücadele tarihine baktığımızda büyük emekler, çabalar var. Büyük örgütlenme süreçleri de var. Ama en nihayetinde bir süreç olarak toplamda belli bir aslında her dönemde, süreçte bazı şeylerin tekrarlayan örüntülerini görüyoruz. Artıları ve eksileri bakımından. Buralardan kapitalizmin yaşadığı krizlerle bağı içinde ekoloji hareketinin de hakikaten sermaye-şirketler-devletler bu süreçlerden nasıl sonuçlar çıkarılır. Aslında toplumsal hareketlerin oluşturduğu taktikler, gerek yasal değişiklikler gerek güvenlik aygıtlarıyla karşı hamleler yapıyorsa süreğen bir süreçlerin genel olarak ekoloji mücadelesi açısından karşı hamlemiz ne olacak cevabını tartışmalıyız” dedi.
‘SİYASETLER ÜSTÜ SÖYLEMİ EGEMENLERİN LEHİNE’
Ekoloji mücadelesi için söylenen “siyasetler üstüdür” söyleminin egemen güçlerin lehine olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Cepheden karşı karşıya geldiğiniz güçlerle belli uzlaşmalar kuruyorsunuz, geri adımlar atıyorsunuz. Kendi içinizde de yansıması oluyor. Dolayısıyla tekrarlayan örüntülerden biri de bu. Bunun içinden nasıl çıkılacağının arayışı devam ediyor.” ifadelerini kullandı.
Çevre hareketinden ne anlaşıldığını soran Yılmaz, çevre aktivisti, çevreci, ekolojistin tanımı konusunda herkesin kafasında bir harita olmasını ve amaçlarına dair stratejik tartışmalar yürütülmesi gerektiğini söyledi. Ekolojik sorunun yaygınlığının dünya çapında görünür hale geldiğini, kendiliğinden çevre bilincinin geliştiğini belirten Yılmaz, “Çevre konusunda halkın ortalama bilincinin belli bir düzeyde olduğunu, meselenin egemenlerin şirketlerin iddia ettiği gibi olmadığını fark edebiliyorlar. Bu verili gerçeğin üzerinden yola çıkmamız lazım” dedi.
Çevre hareketinin, çevreye zarara dair hassasiyeti olan insanların başlattığı bir mücadele olarak görüldüğü için sorunların yaşandığını dile getiren Yılmaz, şöyle devam etti: “Tüm çevre derneklerinin dilinde bu mücadele kapitalizme, sermayeye, şirketlere, egemenlere, iktidara karşı diye belli bir sezgisel söylem var. Meselenin sistemsel mesele olduğuna dair söylemsel kavrama var. Ama mantıksal sonucunu götürmemiz lazım. Süheyla abla anlattı. Her şeyi yapan çevre hareketlerini görüyoruz. Burada strateji, taktikler bu kadar deneyime rağmen oluşmadığı için bu çalışmayı başlattık. Kapitalizmin uzlaşmaz çelişkisinin emek-sermaye çelişkisi olduğunu gördüğümüzde, tüm süreçlerin kapitalist süreçlerden geçtiğini gördüğümüz zaman, tüm süreçlere karşı manipülasyonu gördüğümüz zaman ne diyor şirketler, istihdam, ekonomik kazanç… Sorunun buradan geldiğini anladığımızda çevre hareketinin esasen kendini konumlandırması gereken alanını emek hareketi olduğunu, emek hareketiyle bütünleşmek olduğunu anlıyoruz. Çünkü kapitalizmle uzlaşmaz çelişkisi buradan başlıyor. Strateji tartışmasının ilk ayağına yani çevre hareketinin süreğen tartışmasına böyle bir nesnel zeminden başlamalı. Madencilik neden Türkiye’de yapılıyorsa dair fikrimizin olması lazım. Türkiye ekonomik ve mali olarak emperyalist ülkelerle doğrudan ilişkili olan, alt yapısı orta gelişmiş bir ülke. Böyle bir ülkede bütün süreçlerde küresel olarak biçilen ucuz işçilik, ucuz doğa… Buradan hareketle meselelere bakmamız lazım. Kampanya bir örgütlenme aracı. Esasen örgütlerin örgütlenmesi, bu örgütlerdeki örgütçülerin örgütlenmesi, örgütçülerin yetişmesi. Kadro yetiştirmek. Uzun soluklu mücadelelerde çevre platformlarına bakın her yerde doğal önder öne çıkar. Bütün sürecin emekçiliğini yapan, ilişki ağlarına sahip bizleriz, buraya gelenler. Bizim bu akılla düşünmemiz lazım. Mutfakta kim olacak, hangi yetenek ve kapasite gerekiyor.”
‘EKOLOJİ MÜCADELESİNİN UZUN SOLUKLU OLDUĞUNU UNUTMAMALIYIZ’
Esnek olmalı ve taktiksel yaklaşmaları gerektiğini belirten Yılmaz, “Ama işin mutfağındakiler ekoloji mücadelesinin uzun soluklu bir mücadele olduğunu, filanca yerdeki maden mücadelesini kaybedebiliriz ama ekoloji mücadelesinin bu topraklarda yaşayan tüm canlılar için olduğundan hareketle devam etmeli, evine dönmemeli. Hukukun olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Kayyum atanıyor. Bizden bağımsız olabilir mi? Dolayısıyla o çevre hareketinin bu sistemin, şirketin, devletin gerçek karakterini zemine alarak hareket etmesi, yerelinin düzeyini hesaba katarak hareket etmesi gerekiyor. Yerelin hepsi mücadeleyi katılmadığında bizim uzak durmamız anlamına gelmiyor daha öncü çıkışlar yapmamız, kamuoyunu harekete geçirecek eylem biçimlerini düşünmemiz gerek.” dedi.
‘ÖNEMLİ OLAN PROJENİNİ KAZANILIP KAZANILMAMASI DEĞİL’
Çevre mücadelesi ve ekoloji mücadelesinin birbirinden farklı olduğunu, ekoloji mücadelesinin toplumsal konularla da bağlı olduğunu belirten Yılmaz, altın madenciliğine karşı mücadeleyle başlamalarının da taktiksel bir hamle olduğunu ekledi. Yılmaz, “Altın madenleri toplumsal hiçbir yararı olmayan gereksiz bir maden. Bu meşrutiyetin altını çok kolay oyabiliriz, uzun vadeli bir adım. Bütün madencilik durdurulsun iddiasına erişebilir. Dolayısıyla en mikro ölçekte, yerelde o projeyle mücadele ederken halkın dönüşümünü bu doğrultuda mutlaka sağlamamız gerekiyor. Projenin kazanılıp kazanılmamasından bağımsız olarak” diye vurguladı.
Panel, soru ve cevaplarla sona ererken “Altın madenine hayır” kampanyasının startı 18.00’de yapılacak basın açıklamasıyla verilecek.