Bergama Der ki: Ölüler Altın Takmaz, 90’lı yılların başında başlayan Bergama altın madenciliğine karşı direnişi konu edinen ilk örneklerden birinin Engin Ayça’nın belgeselinin olduğunu söyleyebiliriz. 1999 yılında çekilen belgesel, yaklaşık olarak otuz dakikalık bir süre içerisinde orada yaşayan halkın hem Bergama’da faaliyet gösteren altın madenine karşı nasıl direndiğine yer verirken hem de halkın gündelik işlerini aktarmaktadır. Engin Ayça belgeselde özellikle kadınlara yer vermiştir. Bunu da şöyle izah eder: “Film için köylü erkekleri de çekmiştim ama süre kısıtlaması yaşayınca fedakarlık ederek hepsini yarım saate indirmek yerine sadece mücadelenin kadın boyutunu yansıtalım ama tam yansıtalım dedim. Bergama kadınlarının öncüsü gibi görünen Sabahat Hanım vardı örneğin, filmi onun görüntüsüyle başlayıp bitirdim.”
Belgesele geçmeden önce kısaca tarihsel olarak Bergama direnişinin nasıl başladığına ve özellikle de filmin çekildiği yıllardaki direniş eylemlerine yer vermek filmin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Bergama Altın madeninin işletmesi ilk olarak 1989 yılında madencilik alanında faaliyetleri bulunan Eczacıbaşı’na verilmiştir. Daha sonra bu maden arama ve çıkarma ruhsatı Almanya ve Avustralya kökenli Eurogold şirketine devredilmiştir. 1991 yılında maden işletmesi inşaatı başlamış ve devamında da maden arama ve çıkarma faaliyetleri başlamıştır. Bergama, Türkiye’de yapılan ilk Altın madenciliğidir. Eurogold şirketinin faaliyetlerine başlamasıyla yöre halkı da direniş eylemlerine başlamıştır. Günümüze dek uzanan bu direniş, 90’lı yıllarda kitlesel eylemlere de dönüşmüştür. Dönemin Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın da çabalarıyla o dönemde siyanürlü altın arama faaliyetlerinden dolayı ortaya çıkabilecek olan zararların anlatımı için etkinlikler düzenlenmiştir. Bu etkinliklerde halk ve uzman kişiler bir araya gelerek, madencilikte atıkların/kimyasalların liç yığını ve atık barajları şeklinde depolanması sonucunda ilk etapta yakın çevresine vereceği zararların, doğada yol açacağı tahribatın üzerinde durarak halk arasında bir farkındalık oluşması sağlanmıştır. 1992 yılında Bergama direnişinin ilk eylemleri de başlamıştır. Şirketin binlerce zeytin ve çam ağacını kesmesinden dolayı 1996 yılında hareket kitleselleşmiştir. Bu eylemlere örnek olarak; 15 Kasım’da köylüler İzmir-Çanakkale yolunu altı saat boyunca trafiğe kapatmıştır. İlerleyen günlerde ise binlerce Bergamalı “sağanak yağmur altında ellerinde tabutlar ve ‘Mezarımızı kazmayın’ sloganlarıyla belediye bandosunun çaldığı Chopin’in cenaze marşı eşliğinde” protesto yürüyüşü yapmışlardır. 1997 yılında madende artan faaliyetlerle paralel olarak halk eylemleri de çoğalmıştır. 26 Ağustos’ta köylüler Bergama’dan İstanbul’a gelerek kendilerini Boğaz Köprüsü’ne bağlayarak/zincirleyerek köprüyü trafiğe kapatmaları ve 30 Kasım 1997’deki nüfus sayımında yaklaşık 10 bin kişi sayılmayı reddetmesi çarpıcı örneklerdir. Bu eylemler o dönem için oldukça önemli ve ses getiren eylemler olarak kayda geçmiştir.
Maden arama ve çıkarma faaliyetlerinde ortaya çıkan atık, barajlarda biriktirilmektedir. Bu barajlar çeşitli kimyasal atıkların yer aldığı ve barajlardan yaşanacak bir sızma halinde eko-kırımların yaşanmasına yol açabilecek doğadaki tüm türlerin zarar göreceği toksik atık depolarıdır. Ayrıca altın madenciliği tonlarca toprağın kazılarak yapılan bir maden faaliyetidir. Yani sadece siyanürlü atık barajları değil büyük bir alanın yok edilmesi de demektir. Binlerce ağacın kesilmesi ve ona bağlı ekosistemlerin yok edilmesi anlamına gelmektedir.
Bilim insanları, halk sağlığı uzmanları altın madenciliğinin ve bu atık barajlarının/havuzlarının çok zararlı ve tehlikeli olduğu konusunda uyarırken, belgeselde, patronların yönlendirdiği bir maden işçisinin ise bu barajların/suyun asla tehlikeli olmadığını hatta içinde yüzülebileceğini, hava soğuk olmasa kendisinin de girebileceğini söylediği görülür. Nitekim işçinin bu sözleri, maden işletmesi yetkililerinin marifetiyle gerçek de olmuştur. Kamuoyunda tepkilerin yükseldiği 1990’lar sonunda maden patronları bir basın toplantısı düzenlemiş ve siyanürün zararlı olmadığını ispatlamak için kandırdıkları maden işçilerini siyanür atık havuzunda yüzdürmüşlerdir. Orada havuza giren işçilerden Mehmet Uslu, madende çalıştığı süreçte sağlığını kaybeden ağır hastalıklarla boğuşmak zorunda kalan işçilerden sadece biridir. Bu örnek, kavramamız gereken bir gerçeği apaçık önümüze serer. Doğa ve işçiler/emek verenler aynı sürecin içerisinde sömürüye uğramakta ve ekolojik yıkımın etkisini direkt maruz kalarak görenler işçi sınıfı olmaktadır.
Filme dönersek, 1999 yılında Engin Ayça tarafından çekilen belgeselde en önemli detaylardan biri günümüzde artık çok sık kullanılmayan dış sesin bir metin okuyarak paylaşımda bulunmasıdır. Anlatıcı, belgeselde filmin başından sonuna kadar yer almaktadır. Kimi zaman belgesellerde negatif bir etki yaratan dış ses/anlatıcı bu belgeselde olumlu bir etki yaratmıştır. Çünkü belgeselde anlatıcıdan duyduğumuz bazı metinler şiirlerden yapılan alıntılardır. Bergamalı şairlerin Bergama’ya yazdıkları şiirleridir. Bununla ilgili olarak yönetmen, “[…]Sefa Taşkın’ın bana verdiği şiir kitaplarına göz attım ve gördüm ki onun şiirleri zaten benim istediğim metni fazlasıyla karşılıyordu. Dolayısıyla metni onun şiirlerini düzenleyerek oluşturdum. Bir de Bergamalı şair Osman Çalışkan’nın şiirlerinden birini kullandım dolayısıyla metin de Bergamalı şairlerin dizelerinden oluşmuş oldu.” Dolayısıyla Bergama’ya dair yapılan bir belgeselde Bergamalı şairlerin şiirlerinin kullanılması belgeselin amacıyla da anlatısıyla da çok uygun düşmektedir.
İlk kısımda da belirtildiği üzere belgeselde Bergama halkının gündelik hayatlarını da izleriz. Kamera sıklıkla köyün içinde dolaşmaktadır. Aynı şekilde Bergama’nın doğa güzellikleri de gösterilmektedir. Altın madenciliğinin neyi yok edeceği vurgulanmaktadır. Gündelik hayatlarının içinde esasında başlattıkları direnişin izlerini, amacını ve anlamını anlarız. Süre bakımından da kısaltılması gereken belgeselde yönetmen tamamen kadınlara ve onların sözlerine yer vermiştir. Onların direnişteki yerini ve önemini de vurgulamıştır. Belgeselde oradaki kadınlarla konuşmalar da gerçekleştiren yönetmene, bu konuşmalardan birinde köylü kadınlar tarımsal faaliyetlerinin zarar gördüğünü ve Bergamalı olduklarını söylediklerinde pazarda kimsenin kendilerinden ürün almadıklarını çünkü siyanürlü şey istemediklerini söyler. Yönetmen zeytin toplayan kadınlara denk gelir ve aralarındaki konuşmadan bunun o an geliştiğini anlarız. Yönetmen köylü kadınlara, “Ne olacak bu maden?” diye sorar. Kadınlar, “defolup gidecek biz kazandık yargıtay kapatılmasını söyledi” diyerek konuşmalarını sürdürür ve gitmezlerse “yine direniriz yine eylem yaparız, arabalarını işgal ederiz, madeni basarız” gibi daha önceki eylemlerini sürdüreceklerini ifade ederler.
Ölüler Altın Takmaz belgeseli Bergama’da altın madenciliğini ele alan ilk işlerden biri olduğu için önemli bir belgeseldir. Hem bu belgesel doğrultusunda hem de genel bütünlüklü bakıldığında söylenecek tek söz altın madenleri kapatılmalıdır. Bergama altın madeni Türkiye’deki ilk altın madenciliği projesidir. 1990’lı yılların başında başlayan bu madencilik yıkımını bu belgesel ile 1999 yılında bir bakıma kayıt altına alınmıştır. Aradan geçen onca yılda ülkenin dört bir yanında birçok altın madeni açılmış ve büyük tahribatlar yaşanmış/yaşanacaktır. Belgesel filmler de ekoloji mücadelesinde, sorunları/direnişleri kayıt altına alma, farklı yerlerdeki insanlara ulaştırma, ortak bir mücadele oluşturma ve umutsuzluğa kapılmadan direnme için dayanışma için bir araç bir dil olarak önemli bir yere sahiptir. Belgeselin gösterdikleri aracılığıyla da çıkaracağımız sonuç açıktır, doğaya ve emekçilere büyük zararlar getiren madencilik faaliyetleri tamamen sonlandırılmalıdır!