Söyleşi: Burak Doğancıoğlu
Climaximo Portekiz’den Mariana Rodriguez’le, Glasgow Anlaşması (Glasgow Agreement) ve İklim Adaleti Hareketleri hakkında konuşacağız. Öncelikle, bizlere kendini tanıtabilir misin Mariana?
Herkese merhaba, davetiniz için teşekkür ederim. Ben Mariana Rodriguez, Climaximo Portekiz üyesiyim ve Portekiz’de yaşıyorum. 2019’dan beri de iklim adaleti hareketinde aktivist olarak yer alıyorum. Bundan önce, “By 2020 We Rise Up” isimli bir platformda koordinasyon rolündeydim. 2019’un sonları, 2020’nin başlarında; iklim adaleti hareketi özelinde uluslararası şekilde nasıl koordine olabileceğimizi düşünürken, Glasgow Anlaşması’na dahil oldum ve sürecin başından sonuna kadar şekillenmesinde görev aldım.
Glasgow Anlaşmasının amacı, inisiyatifi hükümet ve örgütlerden geri almak ve iklim adaleti hareketinde eylem ve işbirliği için alternatif bir araç yaratmaktı. Öncesinde, iklim adaleti hareketi daha çok Kyoto protokolü ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında Paris Anlaşması gibi daha güçlü uluslararası anlaşmalar için baskı oluşturmaya odaklıydı. Glasgow Anlaşması ise, 2020’de Glasgow’da yapılması planlanan COP-26’ya karşı, iklim adaleti hareketi için farklı bir girişimdi. COP-26’nın 2021’e ertelenmesi nedeniyle COP 26 esnasında imzalanamamış olsa da başlatılan bu girişim Glasgow Anlaşması olarak adlandırıldı. Biraz bu süreç hakkında konuşabilir miyiz? “Glasgow Anlaşması” öncesi süreç nasıl ilerliyordu ve Glasgow Anlaşması’a giden süreç nasıl gelişti?
Bu konuyu konuşmak için 2019’a dönmemiz gerekiyor. O dönemde küresel düzeyde birçok hareket vardı. Extinction Rebellion, Fridays for Future gibi hareketler de yeni ortaya çıkmıştı. Ayrıca daha önce mevcut olan, iklim ile ilgilenen, tabandaki birçok organizasyon kendilerini nasıl ifade edeceklerini anlamaya çalışıyordu. Bunların yanında, “Greenpeace” ve “350” gibi daha çok STK tarzında var olan büyük aktörler vardı. Yani o dönem, küresel çapta birçok platformun varlığından bahsedebiliriz. Fakat, bunlar arasında uluslararası koordinasyon veya uluslararası bir plana sahip olmak için herhangi bir alan veya araç yoktu. “Glasgow Anlaşması” tam olarak bu eksiklikten ortaya çıktı ve bu eksikliği doldurmak için bir yoldu. 2020’nin Şubat ayında bu konuyu, iklim adaleti hareketinin nasıl koordine olabileceğini ve yükseltilebileceğini konuşmak adına “By 2020 We Rise Up” toplantısında sunduk.
Tarihi düşündüğümüzde, Covid-19 dönemine denk geldiğini anlayabilirsiniz ve hatta şunu hatırlıyorum, bununla ilgili bir toplantıdan dönerken ilk sokağa çıkma yasağı duyurulmuştu. Bu toplantılar aynı zamanda, dünyanın başka yerlerinde de gerçekleşiyordu. Mart’tan itibaren Glasgow Anlaşması’nda yer almak isteyen gruplarla çeşitli küresel toplantılar gerçekleştirdik ve Kasım ayında bir anlaşma sunduk. Kasım ayı, bildiğiniz gibi COP26’nın gerçekleşmesini beklediğimiz tarihti. Başlamadan önceki süreç bu şekilde gerçekleşti.
Bana göre, Glasgow Anlaşması’nın yapmaya çalıştığı ilgi çekici şeylerden biri, sadece siyasi bir anlaşma değil, aynı zamanda stratejik bir anlaşma olmasıydı. Yani iki şeyi tanımlıyordu. Bunlardan biri, kendi aramızda yapabileceğimiz siyasi anlaşmayı tanımlamaktı ve bu da iklim adaletinin tanımıydı. Üzerinde çalıştığımız siyasi çerçevenin ne anlama geldiği, iklim adaleti için mücadele etmenin ne olduğu konusunda çok fazla tartışma oldu. Birçok konu üzerinde kesin bir tanıma varmamız gerekiyordu ve bunlar hakkında çokça konuşup, düşündük. Bu bizim için önemli bir deneyimdi. Diğeri ise, birlikte bir stratejiye sahip olmakla ilgiliydi. Topluluklar ve kuruluşlar olarak, halihazırda devam eden sıcaklık artışını 1.5C derecenin altında kalacak şekilde neler yaparak durdurabileceğimiz ve sistemi dönüştürebileceğimizin planını oluşturduk.
Anlaşmanın kendisinde de bu tür bir anlayışa sahiptik. Anlaşmayı imzaladıktan sonra, grupların envanter çıkarması fikri ortaya çıktı. Burada, ülkelerde var olan farklı altyapıların ne olduğu, emisyon miktarları, ihtiyaç listeleri gibi bizi ilgilendiren bilgiler vardı. Dönüşümün her ülkede nasıl gerçekleşeceğini hesaplamak doğrultusunda bu adımı planladık ki bölgesel ve küresel koordinasyon için bir alana sahip olabilelim. Bundan sonra, insanların örgütlü gücü için bir alan yaratırsınız, buna iklim gündemi denir. Yani bunun, sosyal forumları ortaya çıkardığını ya da yeşil yeni bir anlaşma olduğunu görebilirsiniz. İklim gündeminin ne olabileceğine bakmanın farklı yollarını düşünebilirsiniz. Ama temel olarak, kapatılması, sıfırlanması, dönüştürülmesi vb. gereken şeylerin neler olduğu ve bunu nasıl yapacağımız gibi bir liste olan envanteri toplamaktı. Koordinasyon için bölgesel ve küresel alanlar, buna dayanarak inşa edilebilirdi.
Buradaki fikir, yerel düzeyde inşa edilen bu planların sadece yerel düzeyde kalmayacağı, çünkü örneğin Portekiz’de alınan kararların Brezilya’daki insanların bu konuda ne söyleyeceklerine, Şili’deki ya da Uganda’daki insanların ne söyleyeceklerine de bağlı olduğuydu. Yani küresel etkileri ve küresel önceliklerin ne olduğunu anlamadan sadece “Yerel düzeyde ne yapacağız?” gibi bir yaklaşım olamazdı. İşte iklim gündemine sahip olma fikri aslında buydu; sadece yerel değil, bölgesel ve daha sonra da küresel.
Bir anlaşmayla devam eden bu sürece dair son olarak paylaşmak istediğim şey, anlaşmanın ana taktiğinin siyasi ve ekonomik işbirliği yapmamak olduğuydu. Yani sivil itaatsizliğe odaklanmıştık ama sadece bir fikir olarak sivil itaatsizliğe değil. Aynı zamanda bunu nasıl yapacağımıza dair tüm strateji planını belirledik ve sonra bu tür alanlarda genellikle sahip olduğumuz yapıya sahip olduk, değil mi? Bir meclis vardı, çalışma grupları vardı, parçası olunabilecek farklı organizasyon grupları vardı. Böyle başlayıp, tüm bu anlaşmayı siyasi anlaşma ve aynı zamanda stratejik anlaşmalar açısından şekillendirdik.
Bu anlattıklarına dayanarak, Glasgow Anlaşması’nın önceki eylemlere kıyasla hem siyasi hem de stratejik bir plana sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yani temelde, Glasgow’un ana noktalarından biri bu. Farklı grup ve örgütlerin adını verdiniz. Glasgow Anlaşması’nın 210’dan fazla örgüt ve grubun katılımıyla gerçekleştiğini internet sitesinden de görebiliyoruz. Bu grupların sayısının bu kadar fazla olması ve organizasyonun büyüklüğü Glasgow Anlaşması’nı ne şekilde etkiledi?
İlginç değil mi? Fakat söylemeliyim ki grup sayısının fazlalığından çok farklı kültürlerden ve dünyanın her yerinden katılımın olması işleri ilginçleştirdi. Çünkü, her kültürde, insanların çevreyi ne anlamda ele aldığı farklıdır, organizasyon kültürleri farklıdır, ne öğrendikleri farklıdır, nasıl öğrendikleri farklıdır. Mesela bir kültürde söz kesmek kaba bir eylemken farklı bir kültürde olmayabilir. Bu nokta üzerinden düşündüğümüzde, birbirimiz arasında nasıl güven oluşturup, iletişim kuracağımız bir soru işaretiydi. Küresel bir iş yapmak ilginç ve zorlayıcıdır. Aynı zamanda dil de bir başka zorlayıcı faktördü. Fakat söylemeliyim ki özellikle bizim deneyimimizde, daha önce de bahsettiğim gibi Covid-19 ve yasaklamalar kapasitemize, işleyişimize ve iletişimimize dair birçok zorluk yarattı. Şimdi geriye baktığımda, Covid’e rağmen çalışmalarımıza devam etmemiz önemliydi; fakat aslında küresel olarak hepimizin karşı karşıya olduğu Covid’i birleştirici ve mücadeleyi güçlendirici bir unsur olarak da değerlendirebilirdik. Netice, Covid iklim krizinden veya kapitalizmden bağımsız gerçekleşen bir şey değildi.
Covid başta olmak üzere birçok zorluktan bahsettin ve biliyoruz ki Glasgow Anlaşması artık devam eden bir yapı değil. Devam etmeme kararı alınmasında bu zorluklar mı etkili oldu yoksa başka bir sebep var mıydı?
Bu her zaman sorulan bir sorudur, değil mi? Birçok farklı organizasyondan insan, bunun Covid kaynaklı olduğunu söyleyebilir. Fakat ben Covid’in kendimizi harekete geçirmek ve ortak stratejiler oluşturmak için faydalanılacak bir araç olabileceğine inanıyordum.
Öte yandan, benim için hayal kırıklığı olan bir süreç var dünyada. Ben COP’un yapıldığı ilk sene doğdum. Bu gibi anlaşmalarda insanlar bir araya gelir, anlaşmalar yapılır, eve giderler ve bu anlaşmaları takip eden hiçbir aktivite olmaz. Ben bu döngünün “Glasgow Anlaşması” içinde de devam ettiğini farkettim. Birçok organizasyon bu anlaşmayı imzaladı ve biz bu anlaşmadaki gereklilikleri sorduğumuzda, “Biz zaten imzaladık, daha ne yapalım?” gibi sorular sormaya başladılar. Gerçekten ilginçti. Kendi hareketimiz içerisinde dahi buna alışmışız, uluslararası düzeyde çalışma yöntemimiz bir anlamda bir kağıt imzalamak; katıldığımız bir şeyin altına imza atmak, hepsi bu. Yani, birlikte yaptığımız ortak bir açıklama var ama bunun kendi kuruluşlarımızda bir etkisi yok! Stratejimiz nedir? Birlikte nasıl çalışacağız? Bu gibi konulara kaynak ayırmıyoruz, kuruluşların birçoğu bunu yapmıyor. Aslında, bizi en çok zorlayan sorun buydu.
Şunu söyleyebilirim ki “Glasgow Anlaşması” kendisini birdenbire kapatmadı. 2021’in başında bir küresel konferans yaptık ve durumumuza dair bazı değerlendirmeler yapıp, gelecek için kararlar aldık. Fakat bu kararlar hayata geçmedi. Bir şey artık çalışmamaya başladığında, onu sonlandırıp ondan bir şeyler öğrenmek ve sonra da yolumuza devam etmek genelde zor oluyor. Ama, organizasyonumuz özelinde konuşurken bile, bunu yapabilmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Her şeyi değiştirmek için beş yılımız var, değil mi? Bu süreçten bir şeyler öğrenmeli ve sonra başka bir yere gidebilmeliyiz. Artık işlemiyor olsa da sırf konforlu olduğu için, aynı yerde kalmamalıyız. Gerçekten işe yarayacak bir şeyler yapmak için hareket etmeliyiz.
Öte yandan izin verirseniz, bu süreçte neler başardığımız hakkında da biraz konuşmak isterim. 56 farklı ülkeden, 210’dan fazla grupla beraber 1’i çevrimiçi olmakla beraber 3 küresel konferans düzenledik. Aynı zamanda Avrupa’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da birçok bölgesel düzeyde toplantılarımız oldu. Daha önce bahsettiğimiz plan ve stratejileri hazırladık. 20 ülke için dönüşüm planlarımız hazırdı. Birçok petrol çıkarma projesi hakkında raporlar hazırlayıp sunduk. Birçok eylem düzenledik ve Esteban isimli bir aktivistimize bu eylemlerden biri nedeniyle dava açıldı. Glasgow Anlaşması’ndan bağımsız olarak, “This is Our Story” isimli bir girişime başladık ve acil durumlarda birlik olup hızlıca aksiyon alabilmek için 2022’den beri çalışıyoruz. Bunlar o dönemde gerçekleştirdiğimiz önemli ve olumlu şeylerdi. Ardından iklim adaleti hareketi, Covid tarafından sekteye uğradı ya da kendisinin Covid tarafından sekteye uğramasına izin verdi. Bence başta bahsettiğim alan ve araçlara, gelecekte sahip olmak çok önemli ve bunu sağlamalıyız.
Söylediğin gibi, geçmişi değerlendirirken hatalarımızı ve eksikliklerimizi konuşmanın yanında, başardıklarımızı da görüp benimsememiz önemli. Geleceği göz önünde bulundurduğumuzda -tabi ki bu soruya kesin bir cevap vermek zor, çünkü mekan ve zamanı hesaba kattığımızda birçok değişken ve farklılıklar ortaya çıkabiliyor- iklim adaleti hareketleri için neler önerebilirsin?
Bu, senin de dediğin gibi epey kapsamlı bir soru. Ben, bu soruyu uluslararası anlamda koordinasyon sağlamaya çalışan girişimler için cevaplayacağım. Bu tip girişimler için 4 önemli konudan söz edebilirim. Birincisi; kuruluşların isteklilik ve siyasi girişkenliğinin nasıl dengeleneceğini anlamamız gerekiyor. Glasgow için belirlediğimiz hırs ve siyasi girişkenliğin, grupların beklentisine göre çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca, devam eden bir süreçte nasıl bir ritim tutturacağınız da bu konuyla bağlantılı olarak çok önemlidir. Kuruluşlara bağlı kalıp, yavaşlama ya da hızlanma seçeneklerini nasıl uygulayacağınızı ve bu seçeneklerin ne ifade ettiğini bilmeniz gerekir. Ancak, her şeyi değiştirmek için 5 yılımız varsa, kuruluşların sahip oldukları hırsların ve girişkenliğin çok daha fazla olması gerektiğine inanıyorum. Tabii ki 5 sene içerisinde her şeyi değiştirmek mümkün gözükmeyebilir; fakat bu yönde planlar yapıp, adımlar atılması gerektiğini söyleyebilirim. İkinci husus ise, daha çok hesap verebilirlik ve dürüstlükle ilgili. Bu biraz da benim burada söylediğim şey, ama bence bu sadece ne yapacağımızla ilgili bir hırs değil, bilirsiniz, sistem değişikliğini gerçekten nasıl yapacağımızla ilgili bir hırs. Sokakta iklim değişikliği konusunda sistem değişikliği deyip, sonra da bunu yapma azminden yoksun olamayız. Bu tabii ki organizasyon düzeyinde olan bir dürüstlük ve bence Glasgow anlaşmalarında bunu kaçırdık; bu yüzden hesap verebilirlik sürecine dair net bir değerlendirmede bulunamadık. Bence bu, gelecekte kesinlikle üzerinde çaba sarf etmemiz gereken ve bizi kendi aramızda bu dürüstlük konuşmalarını yapmamıza teşvik edecek dürtü olmalı. Üçüncü olarak ise, kaynak yönetiminden bahsedebilirim. Sistemi dönüştürmek ve değiştirmek istiyoruz, değil mi? Bunun için birçok kaynağa ihtiyaç duyabiliriz. Eğer uluslararası bir organizasyonda yer alıyorsanız, ihtiyaçların konuşulması ve sizin de kendi kaynağınızdan, bu iş için kaynak ayırmanız gerekir. Bu sizin grubunuzdan farklı bir mesele değildir ve bunun sorumluluklarını düşünmeniz gerekir. Son olarak, çevrimiçi görüşmelerin yanında yüzyüze konuşmaların önemine değinmek isterim. Glasgow Anlaşması’nda bunu yapamadık ve bence çevrimiçi görüşmelerde güven kazanmak epey zorlayıcı bir süreç. Bunlardan çıkarım yaparak, yola devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Mesela Pakistan’daki Earth Social Conference’ı (Yeryüzü Sosyal Konferansı’nı) planlarken çevrimiçi görüşmelerin yanında yüzyüze buluşmalar ve toplantılar da düzenliyoruz ki ortak bir zeminde güven kazanalım.
Bunların önemli öneriler olduğunu söylemeliyim, umarım ki ileride iklim adaleti hareketi bu söylediklerini göz önünde bulundurup, bir güven çerçevesinde daha koordine hareket edebilir. Sizin bakış açınızdan, uluslararası STK’lara ve toplumsal hareketlere yöneltilen, şeffaflıkları, hesap verebilirlikleri ve yerel meselelere potansiyel müdahalelerine ilişkin endişeler nelerdir?
Glasgow’daki anlaşmalarda da gördüğüm ve öğrendiğim şu ki, genellikle iki şey söz konusudur; ya çaba sarfedip uluslararası çalışmalar yapan kuruluşlarınız vardır, ancak sistem değişikliği ve aciliyeti konusunda o kadar da ciddi değillerdir ya da aslında bu terimler üzerinde düşünüyorlardır, ancak uluslararası çalışmalar yapmak istemezler ve uluslararası çalışmalar yapmazlar. Bu da ilginç bir durum, yani kiminle konuştuğunuza bağlı ama bence şu anda birçok STK’nın ve birçok kuruluşun olan biteni meşrulaştırması gibi bir sorunumuz var. COP’u meşrulaştırıyorlar, petrol şirketlerini meşrulaştırıyorlar, hatta artık yeşil badanacılık yapan birçok STK’dan bahsedebiliriz. 28 senenin sonunda COP’tan hala bir şeyler umuyoruz çünkü bu gerçekleşmezse sonumuzun kötü olacağını biliyoruz. Fakat cesur olup anlamamız gereken tek sonuç şu ki kapitalizmin içinde bir çıkış yolu yoktur. STK’larda bu konuyu inkar eden ya da bu konuda çok karamsar olan pek çok insan tanıyorum, çünkü bu uğurda birçok yılı harcadılar fakat COP’un başlangıcından bugüne kadar emisyonların iki katına çıktığını görüyorlar. Glasgow Anlaşması toplantıları sırasında yaptığımız konuşma buydu ve biz sadece şunu söylüyorduk, “Bunu çözmeyecekler.”. Bunu, bizim yapmamız gerekiyor. Öte yandan, tabandan gelenler ve taban düzeyindeki pek çok grup bunu anlayabiliyor ve çok esnekler, değişikliklere kolayca adapte olabiliyorlar. İklim kaosu üzerinde çalışabilmek için buna ihtiyacımız var, ancak uluslararası koordinasyona da sahip olmamız gerekiyor. Sahip olduğumuz karmaşıklık seviyesiyle beraber sorun küresel ölçekte olduğu için, birlikte koordineli bir şekilde çalışmazsak bunu çözmemiz imkansız. Bu yüzden şunu söylemeliyim ki, sizin gibi harika işler yapan pek çok toplumsal hareketler de var, ancak hala aciliyet düzeyini anlamıyorlar, sistem değişikliği düzeyini anlayabiliyorlar fakat tüm bunları yapmak için beş yılımız olduğunu anlamıyorlar. Sistem değişikliği yapmamız gerekiyor ve bir aciliyet var. Bu iki şeyi birlikte ele almak gerçekten zor, ancak ikisini birlikte ele alabilmemiz; stratejiler oluşturabilmemiz ve şu anda sahip olduğumuz bu zorluğa cevap verebilecek, kendimizi koordine etmemize, çevremizdeki gerçekliğe dayanarak sonraki adımları anlayacak kadar çevik olmamıza izin veren bir alana sahip olmamız gerekiyor.
Senin de söylediğin gibi günümüzde her düzeyde, birçok kurum ve STK hala Shell ve Total gibi şirketlerle lobicilik yapıp, iklim değişikliği üzerine politikalar sunmayı kendine hak görüyor. Durumun aciliyeti ve bunu kökten bir değişimle yapmamız gerektiği de kesin. Eklemek istediğin başka şeyler var mı?
Daha çok bir aktivist ya da uluslararası çalışmalar yapmaktan anlayan biri olarak, sanırım Glasgow Anlaşması’ndan öğrendiğim bir şey var ki o da cesur olmamız ve azimli olmamız gerektiği. Demek istediğim, önerilerde bulunmak, fikirler getirmek ve bunları gerçekten yapmak ve elinizden gelenin en iyisini yapmak ve sonra ne olduğunu görmek. Eğer yapabilirsek, bunun çok büyük bir etkisi olabilir. Bu yaz bir iklim kampındaydım ve gerçekten ulaşılabilir bir plan yapabiliyorsanız ve plan gerçekleşirse, sahip olduğunuz etki nedir üzerine düşünüyorduk. Yaptığınız planın gerçekleşme olasılığı %5 gibi bir şey olabilir, her şey olabilir; ama eğer bunu gerçekleştirirseniz, o zaman yarattığınız etki aslında iklim değişikliğini durdurabilir. Glasgow Anlaşması’ndan çıkardığım en büyük derslerden biri buydu ve umarım bu cesarete sahip olacak, stratejik düşünecek ve birbirimize destek olmazsak, birbirimizle koordine olmazsak ve birbirimizle konuşamazsak bununla mücadele edemeyeceğimizi anlayacak bir harekete sahip olabiliriz.