Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP27), Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde yapıldı. Konferans önceki yıllarda olduğu gibi emperyalist devletler arasında artan rekabet ortamında gerçekleşirken kendi devletlerinin askeri ve siyasi gücüne yaslanarak gezegeni yağmalayan şirketlerin sponsorluğunda gerçekleşti ve darbeci Sisi diktatörlüğü tarafından “Afrika COP’u” sahte alt metniyle organize edildi. Başından sonuna kadar sahtekarlıkla dolu zirvedeki absürtlüklerin belki de en barizi plastik kirliliği ve tatlı su kullanımı ile tek başına dünya çapında büyük bir ekolojik tahribatın sorumlusu olan Coca-Cola’nın da zirvenin sponsorları arasında olmasıydı, ki şirket zirvenin ilerleyen günlerinde artan tepkiler üzerine görünüşte bu sponsorluktan çekildi. Bu çok uluslu dev tekel sözde iklim hassasiyetini “2050’de sıfır karbona ulaşmak için 2030’da emisyonlarını yüzde 25 oranında azaltma” hedefini ileri sürerek gösterse de gerçekte 2019-2021 yılları arasında plastik tüketimini %8,1 artırarak 3,2 milyon tona çıkarmıştı. Bu sponsorluk, bir yandan dünyanın pek çok noktasında sıcak savaşları devam ettiren ve milyonların yaşamını mahvetme kararını alan devlet başkanlarının mizansen ağaç dikme etkinliği gibi göze parmak sokan yeşil aklama durumlarından biriydi.
Dahası COP devam ederken Endonezya’da başlayan G20 zirvesinde dünyanın yeniden paylaşımı ve emperyalist çıkarlarını müzakere eden devletlerin Mısır’dan çıkacak kararları umursamayacakları bu çakışmadan dolayı zaten yine çok bariz hale gelmişti. Zirvede resmi heyetlerde dahi yer alan rekor bir sayıyla 600’ü aşan fosil yakıt şirket temsilcisi delegenin varlığı, Sisi’nin kendi ülkesinin üreticilerinden olduğu fosil gazını Afrika’nın kalkınması bahanesiyle müzakerelere dahil etmesi, petrol, kömür gibi fosil yakıtların değil emisyonların iklim değişikliğine yol açtığı gibi akla ziyan açıklamaların yapıldığı bir teşhir olma/etme zirvesi daha geride kalmış oldu. Ukrayna savaşı, küresel enflasyon, uluslararası siyasi gerginlikler, gıda-enerji krizi gibi başlıklar nedeniyle herhangi bir beklentisi olanın dahi bunu en dipte tuttuğu konferans olanca sönüklüğü ile hayal kırıklığı dahi yaratmadı, aksine iklim eylemcilerinin öfkesini daha da biledi.
Mısır Haklar ve Özgürlükler Komisyonu’na (ECRF) göre, kolluk güçleri “protesto planlayan” ve protesto çağrısı yapan içerik paylaştıkları için “sahte haber yaymaktan” yaklaşık 70 kişiyi zirve öncesinde tutukladı. Hint çevre aktivisti Ajit Rajagopal da Kahire’den Şarm El-Şeyh’e yaptığı barışçıl bir yürüyüş sırasında tutuklandı. Rejime karşı çıkan her türlü sesi bastırması, aktivistleri tutuklaması ve işkence etmesi, çevreci grupları taciz etmesi ve denetim altına almaya çalışması, haber ve bilgi akışını sansürlemesi, sokak protestolarını yasaklaması ile Mısır devleti kendisinden beklenen ev sahipliğini emperyalist ağababalarına göstermiş oldu. COP27’nin Mısır’da yapılması ayrıca Batı emperyalistlerinin yakın geleceğe dönük planlarının da bir parçası oldu. Naomi Klein’in belirttiği gibi “Almanya’nın Rus gazına olan bağımlılığının hem çöküşe uğradığı hem de patlatıldığı şu günlerde Mısır, yedek gaz ve hidrojen sağlamak için kendisini hevesle konumlandırırken Alman devi Siemens Mobility, Mısır genelinde elektrikli yüksek hızlı trenler inşa etmek üzere milyarlarca dolarlık ‘tarihi’ bir sözleşme imzaladığını duyurdu.”
Yüzyıllardır doğal varlıkları ve insanı yağmalanan, sömürülen Afrika ve Orta Doğu’nun ‘uygarlaştırılması’ anlatısı, bu kez yeşillenen emperyalist tahakküm ilişkileriyle toplumsal ve ekolojik yıkımı derinleştiriyor. Yeşil finansmana erişim için emperyalist ekonomik işleyişin gerekliliklerini harfiyen yerine getiren işbirlikçi burjuvaziler, kendi halklarını katliamlardan geçirir ve işçi sınıflarını en ağır koşullarda sömürürken faşist rejimlerine geçirdikleri yeşil maskeyle esasen diğer ülkelerden halkların bölgeyle enternasyonal dayanışmasını zayıflatmak için bu ucuz yeşil aklama oyunlarına girişiyorlar. İklim hareketindeki hakim Kuzey-Güney söylemi üzerinden tartışılan iklim borcu talebi de böylece bu borcun nasıl faşist (ya da daha politik doğrucu bir ifadeyle “otoriter”) rejimlerin etrafından dolanarak gerçekten halkların yararına kullanılacağının yolunu bulma derdiyle kafaları karıştırıyor. Doğru bir emperyalizm tahlili olmadan borç iptali de kayıp-zarar ödemeleri de bir sermaye kesiminin çıkarını diğer bir sermaye kesimine karşı bunların kurbanlarının onları savunmasından öteye gitmiyor.
Politik gerçekler artık, küresel ısınmada 1,5 derece eşiğinin yüzyılın ilk yarısında aşılacağını gösteriyor. BM çatısı altında sürdürülen “iklim pazarlıkları”nda bu yıl bırakalım bilimsel gerekliliklerin ortaya konması ve buna uygun çözümler geliştirilmesini, hükümetlerin keyfi belirledikleri karbon azaltım hedefleri bile unutuldu adeta. Felaketler karşısında kırılganlaştıran yoksulluk ve çaresizliğin yaygınlaşmasına rağmen kâr yarışı nedeniyle 2°C eşiği de risk altında. Ekolojik yıkım projeleri devam ederken azaltım taahhütlerinde orantısız bir payın ağaç dikme ve toprak yenileme projelerinden geldiği görülüyor. Fosil yakıtların kullanımını azaltmaktan, gıda sistemlerini karbonsuzlaştırmaktan veya ormansızlaşmaya son vermekten ziyade “orman emisyon telafisi” mekanizmaları ne ciddi düzenlemelerin ne de sıkı bilimsel denetimlerin konusu. Buna göre 623 milyon hektar alan monokültür ağaç dikimine ayrılacağı için hükümet planları kaçınılmaz olarak gıda üretiminin gereklilikleri ile çelişkiler yaratacaktır. Azaltımla ilgili benzer sözler her defasında yeni kredi anlaşmalarının konusu oldu. Dünyadaki ekolojik yıkımın aktörleri olan emperyalist kapitalist ülkeler yeni yatırım alanları, yeni mali, teknolojik, siyasi bağımlılık ilişkileri için iklim felaketlerini fırsata çevirmeye çalışırken bağımlı, sömürge ya da yeni sömürge “Güney” ülkelerinin temsilcileri de daha fazla rüşvet, daha fazla kârlı fonlar, krediler kaparak yolsuzluk ve her türlü kirli suça bulaşmış iktidarlarını sürdürmenin manivelası yapmak için canhıraş bir çaba içinde oldular. Oyunun finalinde ise iklim krizi için BM Genel Sekreterin timsah göz yaşları dökmesi vardı.
Sera gazı emisyonlarını azaltma, iklim değişikliğinin sonuçlarına uyum sağlama, buna karşı politikaları finanse ederken ortak ama farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesine saygı duyma daha öncekilerindeki gibi, COP27’de de gündemdeydi. Oysa bunu gerektiren kağıt üzerindeki 1,5°C’nin altında kalma olmuyorsa da 2°C’nin oldukça altında kalma hedefi zaten Paris (COP21) ve Glasgow’da (COP26) netleştirilmişti. Geçen sürede gerekli adımlar atılmadığı gibi Şarm El-Şeyh’te bu gerçekle yüzleşmek için bir adım dahi önerilmedi. Bir bir boşa düşen anlaşmalar sanki hiç imzalanmamış gibi yapılarak yeni boş sözlerin ortaya atılması artık bu yıl bir doygunluğa ulaşmış gibi görünüyor. Yani, gelecek yıl Dubai’de olacak COP28’in tüm COP tarihinin çöküşünün sahnesi olacağını şimdiden söylemek mümkün.
Covid-19 salgının etkisinin küresel üretim ve tüketim ağlarında yarattığı kesintiler ve yavaşlamadan sonra NATO kalkanıyla ABD’nin Ukrayna üzerinden Rusya ve Çin’e ilan ettiği “savaş konsepti”nin Avrupa ülkelerindeki etkisi enerji ve buna bağlı olarak da birçok sektörde fiyat artışları oldu. Reel ücretler erirken şirket kârları artmayı sürdürdü, tüm ülkelerde sömürü ve baskı derinleşti. Savaş bahanesiyle fosil yakıt yatırımı planları hızla yeniden canlandı, petrol, kömür, doğalgaz ve ağır sanayi/silah sektörlerinde kârlar hızla arttı. Nükleer enerji, nükleer savaş ve silah tartışmaları arasında enerji krizinin içinde bir çözüm olarak tartışmaya yeniden güçlü bir şekilde girdi. Ekolojik çöküş bir anda ikinci planda kalırken yeşil sömürgecilik, kısa vadede fosil yakıt kullanımını ve silahlı çatışma eğilimini güçlendiren yeni yatırımlar başlattı.
UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı), emisyonların azaltılması açısından yapılanlar ile yapılması gerekenler arasındaki uçurum hakkındaki yıllık raporunda 2030 yılına kadar yapılacak %45’lik azaltımın yüzde birinden daha azının yapıldığını belirtti. Atmosferdeki CO2, 2021’de de artışını sürdürerek milyonda 414,72 parça (ppm) oldu. Ancak petrol şirketlerinin patronları ve hissedarları için bu durum hiçbir şey ifade etmiyor. Şimdiye kadar 2022’de en büyük beş özel petrol şirketi olan Exxon Mobil, Shell, Total Energies, Chevron ve BP 149 milyar dolar kazandı. Dünyanın en büyük petrol şirketi Suudi Aramco sadece üç ayda 42 milyar dolar kâr elde etti. Bu rekor kârlar, iklimi yok eden bu şirketler için yeterli değil olsa gerek devletlerden daha büyük sübvansiyonlar talep ediyor ve alıyorlar. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), geçen yıl tüm yeni fosil yakıt projelerinin iklim değişikliğiyle mücadelede hedeflerin tutturulması için durdurulması gerektiğini belirtmişti. IEA ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından yapılan bir çalışmada petrol ve gaz üretimindeki sübvansiyonların 2021’de 64 milyar dolarlık rekor bir seviyeye ulaştığı belirtiliyordu. Bunlar göz göre göre oldu ve COP’ta her zamanki gibi öyle olmamış, emisyonlar kendiliğinden oluyormuş ve iklim krizi kendiliğinden ilerliyormuş gibi tartışıldı.
İş başına gelir gelmez 40 devlet temsilcisi ile düzenlediği online zirvede “bilim insanlarıyla konuştum, iklim krizini çözeceğiz” vaazı veren Biden, ABD tarihinin en yüksek miktardaki petrol rezervlerini kullanıma açtı, “Yeşil Mutabakat” ilan eden AB ise nükleeri ve doğal gazı yenilenebilir enerji ilan etti. Ne ilginçtir ki, “Kuzey”de bunlar yaşanırken, COP27’nin gündeminde hiç bunlar yoktu. Bunun yerine “Kayıp ve Zararlar” adı altındaki finansman mekanizması ana başlık ilan edildi. Ve “iklim aktivisti” kesilen STK’lar da bunun için kampanyalar yaptı! Kimisi Mısır’ın değindiğimiz sicilini, Afrika’daki onca iç savaş ve darbe koşullarıyla boğuşarak kendini var etmeye çalışan halk hareketlerini, yoksulluk ve açlık içindeki toplulukların temsiliyetinin olmadığını bile bile COP27’nin Afrika kıtasının sesinin yükseleceği bir zirve olacağını savundu. Bunlar daha baştan COP27 Zırvasını kafalarda bir imaja çevirerek yeşile boyadılar.
“Gelişmiş” ülkelerin “gelişmekte olan” ülkelere 2020’den itibaren yılda 100 milyar dolar ödeme taahhüdü veren hükümetler bu sözü tutmadı. Geçen yıl Glasgow’da bu fonda sadece yaklaşık 80 milyar dolar olduğu açıklandı. G77+Çin oluşumuna başkanlık eden Pakistan, geçtiğimiz haftalarda 2 bine yakın insanın öldüğü, binlercesinin evsiz kaldığı sel felaketinden sonra yeniden yapılanma faturasının 35 milyar dolar olacağını açıkladı. Pakistan’ın bu felaket sonrası aldığı 8 milyar doların altındaki yardımın büyük bir kısmı kredi olarak verilmiş durumda. Dış borcu hâlihazırda 130 milyar doları bulan bir ülke için bu, iklim felaketlerinin yeni bir finansal bağımlılık yaratarak bu yoksul ülkelerden daha fazla servet transferinin aracı olması anlamına geliyor. Kapitalizmin acıdan, kan ve terden beslendiğini biliyoruz, ancak belki de hiç bu kadar bu kirli yüzünü böyle sinsice gizlememişti. Milyonların acısı sermaye için paraya çevrilebilir bir fırsat. İşte kapitalistlerin iklim krizinden anladıkları bu. COP27’de müzakeresi yapılan bu kan emiciliğin nasıl ve kimler arasında pay edileceği.
Tam bu noktada kayıp ve zarar finans mekanizmasını “tarihi bir başarı” görmek yeni bir ilüzyon yaratıyor. Bu finansman mevcut borçların iptalini öngörmüyor. Finansmanın sağlanacağının hukuki bir bağlayıcılığı yok, her gelişmiş ülke mâli bir sömürgecilik politikasıyla bu mekanizmayı kendi tekellerinin çıkarlarını koruyacak şekilde kullanacaktır. Dahası finansmanın kredi borcu yerine hibe şeklinde olmasını sağlayacak bir koşul da yok. Bu durumda enerji ve gıda fiyatlarındaki artışla birleştiğinde, zengin ülkelerin “kayıp ve zararları” ödemeyi reddetmesi, yoksul ülkelerin yeni bir borç sarmalında olmasını hızlandırmasından başka bir anlama gelmiyor. Yine değindiğimiz gibi Güney ülkelerinin temsilcilerinin hemen hemen hepsinin yolsuzluklara batmış, ülkelerindeki emek ve doğa düşmanı şirketlerin temsilcisi olduğu unutulamaz, üstü örtülemez.
Türkiye ne “gelişmiş” ülke ne de “gelişmekte olan”. Yani, finansmandan yararlanamayacak ama finansmana katkı yapması da beklenmiyor. Bu özgün konumu onun emperyalistlerle kurduğu ilişkide eline yeni bir pazarlık kozu geçmesi anlamına geliyor. Yoksul ülkelerin koruyucusu, çıkarlarının savunucusu sahte rolünün altında tüm coğrafyada sürdürdüğü savaşlar için pazarlıklar, krizdeki kendi ekonomisi için kara para akışı ve ülkede doğanın daha fazla talan edilmesine göz yumulması gibi gerçekler yatıyor. Türkiye delegasyonu 2015’de belirttiği olağan senaryoya kıyasla 2030 yılına kadar %41’lik bir emisyon kesintisi taahhüdünde bulundu. Geçen yıl Ekim ayında açıklanan bir önceki hedef, 2030 yılına kadar %21’lik bir kesintiydi. Türkiye’nin sera gazı emisyonları 2020 yılında 523,9 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olarak gerçekleşti ve bir önceki yıla göre %3,1 artış gösterdi. Olağan senaryoda 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının 1,175 milyar ton olması bekleniyor. Yani Türkiye hayali bir büyüme senaryosuyla 10 yıl içinde emisyonlarda %30’dan fazla artış bekliyor. Türkiye mutlak azaltım değil, hayali artıştan azaltım sözü vererek esasen iklimle ilgili ciddi bir adım atmayacağını bir kez daha ilan etmiş oldu. Herkes bu veri oyunlarının farkında olduğu için bu “büyük” azaltım hedefi herhangi bir tantana bile yaratmadı. Zaten Türkiye’nin yoğun siyasi gündemi daha çok Erdoğan’ın G20’de verdiği fotoğraflara odaklandığından COP27’de yapılan sigara kullanımının hava kirliliğine yol açtığı gibi anlamsız sunumlar da öne çıkmadı, Türkiye delegasyonu Şarm El-Şeyh’te yüzünü gösterip döndü.
UNEP’in belirttiği yüzyıl sonunda 2,4-2,6°C’lik bir ısınma olasılığı, dünyada işlenen tüm soykırımsal dehşetlerden daha büyük ölçekte bir kitlesel katliama, insanlığa karşı bir suçla yüzleşmek demektir. Bir noktadan sonra bu yaz Pakistan’ı vuran korkunç seller gibi en aşırı olaylara uyum sağlamak artık mümkün olmayabilir. Daha bu eşikler aşılmadan bugünden iklim değişikliğindeki sorumluluğu en az olan ve temel ihtiyaçlardan yoksun olan dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’si için yıkım, hastalık ve ölüm yaygınlaşıyor.
Sonuçta COP27’de sadece kömür ya da tüm fosil yakıtlardan çıkışla ilgili daha iddialı bir taahhüt çıkmadı. “Kayıp ve hasar” finansmanı son yıllardaki zirvelerde olduğu gibi finans kapitalin taleplerinin tartışıldığı bir zirve olduğunu gösterdi. Afrika’nın kalkınması bahanesiyle yeni gaz ve petrol çıkarılması ve boru hatlarının inşa edilmesi planları reddedilmedi, aksine devletler arası somut finansman anlaşmalarının konusu haline geldi. Savaş ve kapitalist spekülasyonun neden olduğu enerji ve gıda krizi söylemiyle fosil yakıtların kullanılmasına bir süre daha göz yumun mesajı verildi. Emperyalist rekabetin kızışmasıyla yükselen silahlanma, militarizmin bahsi elbette geçmedi ama bunun bir sonucu olarak iklim mültecilerine örülen duvarlar aynı milliyetçi dalganın altında boğulmaya mahkum bırakıldı, mültecilerin temel insan hakları ancak finansman aktarımının konusu olabildi. Bütün bunların teşhirini daha güçlü yapmak, devlet-halk çelişkisini öne çıkarmak, bu katliamcı çürümüş kapitalist sistemi reddeden milyonlarca gencin ve dünya ezilenlerin özlemlerini siyasi bir güce dönüştürmek antikapitalist, devrimci ekoloji örgütlerinin ve onların parçası olduğu devrimci hareketin öncü örgütlerinin görevi. COP’tan yeniyi bekleyen kalmadı, yeni bir dünyayı bu zorlu mücadele içinde ellerimizle kuracağız.