Çeviri: Bircan Tamer
Sistem değişikliğini neyin oluşturduğuna dair kafa karıştırıcı kavramlar olduğu için, bir devrimin gerçekte ne olduğu konusunda daha fazla kafa karışıklığı vardır. Bir devrimi neyin oluşturduğuna dair geniş bir ortak anlaşma yoksa, devrimi gerçekten planlamak veya örgütlemek imkansız hale gelir. Sistemin nasıl işlediğine, nasıl ayakta durduğuna, kendini nasıl çoğalttığına ve sürdürdüğüne dair görece ortak bir anlayışa sahip değilsek, onu yıkmak bir yana, onu etkileme olasılığı bile geçersiz hale gelir.
Son yıllarda, devrim giderek artan bir protesto sloganı haline geldi. Bu, kapitalist sistemin ezici gücüne ve alternatiflerin zayıflığına doğrudan bağlı olan devrimci olmayan değişim teorilerinin egemenliğinin bir sonucudur. Bir seçimi kazanmak, devrim yapmakla eşitlendi. Devrim hakkında konuşmak, ilerici ama devrimci olmayan hareketler ve partiler için bir üye toplama aracı haline geldi. Devrimin soyut, belirlenmemiş ve zamansal olarak belirsiz bir ihtimal ve olay olarak kalmasına izin vererek, hareketlerde ve partilerde konformizme izin veririz. Bu da giderek devrim fikrini ulaşılamaz bir mit ya da en azından başkaları tarafından yapılacak bir şey olarak benimsetir. Öyle ki pek çok örgüt, devrim etrafında ajitasyon yapsa da, gerici güçlerden gelen kitlesel yükselişle ya da aşağılayıcı bir toplumsal ve çevresel durumla karşı karşıya kalsa bile, toplumsal mücadelelerde herhangi bir tırmanmayı ilerletme fikrine son derece düşman hale gelir.
Bu yüzden “Mücadele Devam Ediyor” fikrinin verdiği rehaveti reddetmeliyiz. İklim kriziyle birlikte, gelenek ve alışkanlıklara güvenerek göz ardı edilemeyecek bir son teslim tarihimiz var. İçinde yaşadığımız dönemle ilgili hiçbir şey geleneksel ya da alışılmış değildir.
Bir devrimin ana hatları
Bir devrimin ana hatlarının önceden mükemmel bir şekilde çizilemeyeceği bir gerçektir. Öngörülemezlik kilit bir unsurdur çünkü normalliğin kırıldığı bir ortamda güçlerin, kurumların, kuruluşların ve insanların çatışması yeni davranışlara ve eylemlere yol açacaktır. Bunu açıklık ve esneklikle ele almalıyız. Bu öngörülemezliğe caydırıcı olarak değil, dikkate alınması gereken başka bir faktör olarak bakabiliriz.
Devrimden bahsettiğimizde, toplumda mutlak bir çelişki anından, sıklıkla toplumun bir kesimini diğerine karşı iten, iktidarda bir kaymanın olduğu ve toplumda yeni bir hegemonyanın yaratıldığı bir andan bahsediyoruz. Bazıları iktidarı kendi konumlarını kemikleştirmek için, diğerleri ise toplumun eski kemiklerini kırmak için ister.
Devrim, karşıtların diyalektik bir sürecidir: egemen, devlet, sistem, hükümet, egemenlik, devlet, sistem ve hükümet üzerine alternatif bir teori geliştiren devrimci hareketin karşıtıdır, onun nesnel düşmanlarıdır. Devrim bu karşıtlar arasındaki çatışma anıdır.
Bu nedenle, bir devrim, halkın birleştiği, sistemi devirdiği bir ayaklanma değildir. Aynı zamanda toplumdaki farklılıkları aniden çözen saf güzelliğin ekümenik bir anı da değildir. Tüm devrimci olayların kökeninde yatan baskının yok edilmesi, örgütlenmiş ve planlanmış kasıtlı ve metodik bir süreç olmalıdır. Bu nedenle, devrim “olan” bir şey değil, kasıtlı olarak yapılan bir şeydir.
Devrimin tarihsel nedenleri çoğu zaman sınıflar arasındaki ya da aynı sınıf içindeki gruplar arasındaki baskıya ve uzlaşmaz farklılıklara bağlanmıştır. İktidar ve şiddet meselesi her zaman devrimin merkezinde olmuştur, bu yüzden devrimler ve kitlesel protestolar, darbeler, iç savaşlar, ayaklanmalar ve isyanlar arasında kafa karışıklığı vardır. Bir öncekinin tümü, bir devrim olmadan da etkili bir şekilde gerçekleşebilir (ve çoğu zaman gerçekleşir). Bunlar genellikle devrimlere eşlik ederler, ancak kendi başlarına devrimler değildirler.
Asgari bir taslak için, devrimle ilgili en az beş sorudan oluşan bir kümenin yanıtlanması gerekir:
– Kim başaracak? Halk mı, sınıf mı, devrimci parti mi, öncü mü?
– Ne için? İktidar için, rejim değişikliğini yürürlüğe koymak, siyasi sistemi değiştirmek, ekonomik sistemi değiştirmek için mi?
– Bunu nasıl başaracaklar? Sistemden daha fazla siyasi güç biriktirerek mi, şiddet yoluyla mı, hız ve sürpriz yoluyla mı?
– Nasıl olacak? Devleti mi ele geçirecekler, yeni bir devlet mi yaratacaklar, toplum için yeni bir örgütsel yapı mı oluşturacaklar?
– Sonuç ne olacak? Yeni bir egemenlik alanı, yeni bir ulus yaratacak, sömürgecileri kovacak, iktidarı dağıtacak, toplumsal düzeni değiştirecek mi?
Bütün bunların, devrimci bir teori geliştirilirken yanıtlanması gerekir.
Siyasi devrim ve toplumsal devrim etrafındaki tartışmayı kısa keseceğim. İklim krizi bağlamımızda, siyasi bir devrim, gerekli büyük değişimler için açıkça yetersizdir ve bu nedenle, devrimi toplumsal ve politik devrimin bir araya gelmesiyle eş anlamlı olarak kullanacağım.
Geniş şemalar
Kapitalist sistemi sürdüren çoklu faktörlere ve onu ayakta tutan ya da istikrarsız hale getiren sosyal ve siyasi güçlere baktığımızda, bir devrim kazanı tasarlayabiliriz ve bu da bize sistem değişikliği ve devrim hakkında stratejik olarak nasıl düşüneceğimiz konusunda mükemmel olmasa da daha net bir görüş sağlar.
İşçi sınıfının devrimci özne olduğu devrimler için nesnel ve öznel koşullar arasında geleneksel bir Marksist ayrım vardır:
-Üretici güçler, sosyalizmin kapitalizmin yerini almasına izin vermek için belirli bir gelişme düzeyine ulaşmalıdır (nesnel);
-İşçi sınıfının ekonomideki toplumsal konumu, devrimci bir süreç (nesnel) başlatmasına izin vermelidir;
-İşçi sınıfı, devrimi gerçekleştirmeye hazır olmalıdır (öznel).
Geriye dönüp bakıldığında, bu teori denenmiş ve başarısız olmuştur ya da en azından çok eksiktir. Çoğu zaman nesnel koşullar karşılandı ve hala karşılanıyor ve çoğu zaman öznel koşullar yerine getirildi ancak küresel bir işçi devrimi olmadı. Çoğu zaman, bu nesnel ve öznel koşullar, diğer sınıfları devrimleri ezmeye yöneltti; işçiler çoğu durumda gerici politikaya yöneldiler ve devrimci durumlar devrimci eylem olmadan gelip geçti. Bunun yerine, kapitalizmdeki sık sık yaşanan krizlerle bağlantılı devrimci durumlar, aslında diğer varlıklar ve sınıflar tarafından ele alınmış ve emeğin sömürülmesini ortadan kaldırmak için ilerici bir dünya devriminin perspektiflerini bloke etmiştir. Beklenen devrimci özne hazır ya da istekli olmadığında, fırsatları hep başkaları devralmıştır.
“Nesnel” ve “öznel” koşullar, sistemin şok ve tehditleri karşılama, bunlara uyum sağlama ve işbirliği yapma kabiliyeti için de çok az şey ifade eder. Ben kapsamlarını genişleten daha geniş bir koşullar kümesi öneriyorum.
Devrim Kazanı
Bugün sistemin istikrarı kültürel hegemonyaya, kurumsal iktidara ve devletin ve sermayenin baskı aygıtına dayanmaktadır. Bunların hepsi sıkı sıkıya iç içe geçmiştir ve kendileri de yerel, ulusal ve çokuluslu sermaye, kurumlar ve baskıcı güçler arasındaki güçlerin dengesidir. Basitleştirmek, sistemin yapısı, kazanın tabanıdır.
Devrimin ortaya çıkışının her zaman bu denge arasındaki dengesizliklerde bir temeli olmuştur. Bunlar şunlardan kaynaklanabilir:
– sosyal ve ekonomik değişimler (göçler, sanayileşme, işsizlik, yoksulluk, kemer sıkma, savaş);
– çevresel bozulma (doğal afetler, büyük yıkımlar, kıtlıklar);
– siyasi değişimler (siyasi aktörlerin, seçkinlerin, kurumların gayrimeşruluk algısı, hem içeride hem de dışarıda yaşanan skandal olaylar)
Bütün bunlar, devrim kazanının içinde, kendi aralarında etkileşime girerek ve tepki vererek zaman içinde gelişir. Sistem, kapitalist bir dengeyi yeniden kurmak için küçük veya büyük ayarlamalarla çelişkilere uyum sağlamanın yollarını arar.
Toplumda, siyasette ve kurumlarda yaşanan skandal olaylar sistemi zayıflatıyor. Siyasi rejimin (ancak çok daha az sıklıkla ekonomik sistemin) gayrimeşru hale gelmesi için gerekli koşulları yaratırlar. Olayların sürekliliği, rejimin liderliğini zayıflatarak, onu istikrarsız ve ikame edilmeye hazır hale getirir. Yine de, kültürel hegemonik aygıt, kalıcı bir yastık, statükoya karşı belirli bir tepki türünün inhibitörü ve diğerlerinin destekçisi olarak hizmet eder. Kültürel hegemonik aygıtta bir değişim olduğunda, istikrarsızlığı kontrol altına alma kapasitesi çok düşüktür. Bu dengesizlikler arasında, toplumsal hareketler ve devrimci hareketler çalışır, sıcaklığı arttırır ve dengesizlikler arasında daha fazla etkileşimi teşvik eder.
Toplumsal hareketler ve devrimci hareketler
Tarihsel olarak, toplumsal hareketlerin güçlerini artırma planları ve eylemleri üç ana büyük stratejide gruplandırılabilir (daha ayrıntılı açıklamalar için, Strategy Stuff videolarına bakabilirsiniz):
– Kendiliğinden ayaklanmalar;
– Kitlesel ajitasyon;
– İdeolojik seferberlik
Ana fikir, ya daha fazla katılımcıya sahip olmak ya da mevcut katılımcıların eylem kapasitesini artırmak, örgütü ve kadrolarını güçlendirmektir. Bu amaçla, hareket tarafından bilinçli ya da bilinçsiz olarak örgütlenme ya da temalar arasında bir seçim yapılır.
Spontane ayaklanmalar: Burada büyük strateji temalara odaklanır, hareketler bir tema üzerinde pozisyon almayı seçtiklerinde o kadar güçlü olurlar ki halk bir destek patlamasıyla ayağa kalkar. Ancak hareketin katılımcıların nasıl hareket edeceği ya da sonrasında ne yapacakları üzerinde çok az kontrolü vardır. Bunlar, sistemden gelen tepkileri de hızlandıran ünlü “sıçramalardır”. Bastille fırtınası bunun açık bir örneğidir.
İdeolojik seferberlik: Büyük strateji örgütlenmeye odaklanır ve örgüt halkın kendiliğinden hareket etmesini beklemez. İnsanlar örgüt tarafından işe alınır ve işe alımın ardından temalar üzerine kapsamlı bir ideolojik eğitim verilir. Örgütlenme, kurumsal iktidara karşı düzenli ve kalıcı bir şekilde ve fırsat olduğunda eylemler üretir. Çin Devrimi ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu bunun örnekleridir.
Kitlesel ajitasyon: Örgütlenme ve temalara odaklanmanın bir kombinasyonu. Genel bir hoşnutsuzluk olduğunda, ancak örgütlenme ya da harekete destek patlaması olasılığı olmadığında, etkili eylemler örgütlerken, bir yandan da temalar stratejisi kullanarak radikalleşen bir öncü yaratır. Bu öncüler, eylemlerin nasıl gerçekleştirileceğine dair örnekler sunarak kitleleri harekete katılmaları için etkiler. 1917’deki Bolşevik Devrimi, muhtemelen kitlesel ajitasyonun en başarılı örneğidir.
Bunlar, toplumsal ve devrimci hareketlerin ne yaptığına dair bariz basitleştirmelerdir, çünkü sık sık taktikleri, stratejileri ve büyük stratejileri değiştirirler. Bunlardan herhangi birine aşırı odaklanmak başarı için olumsuz sonuçlara yol açacaktır çünkü tüm hareketler kasıtlı ya da kasıtsız seçimlerinin sonuçlarına katlanırlar:
-Kendiliğinden ayaklanmalara aşırı odaklanma, sonuçsuz patlamalara, sosyal ve politik çöküşe ve toplumda sinizme ve ikiyüzlülüğe yol açabilir.
-Kitlesel ajitasyona büyük bir odaklanma, öncülüğe ve ikameciliğe (küçük bir grubun program ve eylemde halkın yerini alabileceği fikri) yol açabilir.
-İdeolojik seferberliğe büyük bir odaklanma izolasyona, kendi kendine yeterliliğe, yabancılaşmaya ve mezhepçiliğe/sekterliğe yol açabilir.
Toplumsal hareketler toplumun halihazırda mobilize olmuş kesimleridir ve “istikrarlı” bir toplumda egemen kültürel hegemonyaya çok yakındırlar. Hareketler, sendikaları, partileri ve STK’ları içerir ve genellikle kendi aralarında güçlü ve farklı kültürlere ve pratiklere sahiptirler.
Günümüzde, toplumsal hareketlerin hepsi devrimci hareketler değildir, ancak tarihsel olarak devrimci hareketlerin ana kaynaklarından biridir. Bu nedenle, büyük stratejiler çoğunlukla bir politikanın değiştirilmesini teşvik etmek, bir baskının sona erdirilmesi veya gayrimeşru olduğu düşünülen bir hükümetin devrilmesi gibi devrimci olmayan amaçlar için uygulanabilir ve uygulanmaktadır.
Toplumsal hareketlerin devrimci hareketlere dönüşmesi için, genellikle devrimci bir programın eşlik ettiği bir radikalleşmenin olması gerekir. İnsanlar, hareketin devrimi nasıl yapacağını ve devrimden sonra ne olması gerektiğini anlatan bir devrim teorisi üzerinden tartışırlar. Bu teori, toplumlardaki denge ve dengesizlikleri, ittifakları, eylemleri, seferberlikleri ve iktidardan gelen tepkileri tahmin etmeye çalışarak farklı senaryolar yaratır. İnsanlar, muzaffer bir devrimin sonucuna ulaşmak için eylem aşamalarını (ulusal, bölgesel, küresel) ve olası olay dizilerini düşünürler. Toplumsal hareketlerin devrimci hareketlere dönüşmesini sağlamak için kitlesel ajitasyon ve özellikle de ideolojik seferberlik gibi büyük stratejiler benimsenmelidir.
Büyük Stratejiler ve Devrim Kazanı
Tüm büyük stratejiler her an için geçerli değildir, sistem içindeki dengesizliklere göre hareket edilmesi gerekir.
Skandal olaylar kısa fırsat pencereleri sunar, kendiliğinden ayaklanmaları kolaylaştıran olayları tetikler, rejimin istikrarsızlığını arttırır, hegemonyayı sarsan ve halkı veya sınıfı radikalleştiren kültürel etkiler yaratır. Siyasi değişimler genellikle Paris Komünü’nden önce Champ de Mars’tan topları çalma girişimi veya savaştan sonra Amerikan kolonilerine yeni vergiler getirildiğinde veya Fransa’daki gaz fiyatlarındaki artışın Sarı Yelekliler’e yol açması gibi infiallere yol açar. Birçok infial uydurmadır ve bir devrim için yeterli bir koşul değildir.
Rejimin gayrimeşruluğu, genellikle, şiddet ve baskı da dâhil olmak üzere, seçkinlerin toplumsal yetkisini yok eden infialler veya tekrarlanan uygulamaların art arda gelmesiyle yaratılır. Örnek olarak, Avrupa’da devrilen monarşilerin çoğuna, Arjantin’in cumhurbaşkanı Fernando de la Rua’yı sınır dışı etmesine veya Belarus’ta Aleksandr Lukaşenko’ya karşı protestolara bakabiliriz. Rejimin gayrimeşruluğu, kitlesel ajitasyonun büyük stratejileri ve kendiliğinden ayaklanmalarla pekiştirilmekte ve mevcut dengeye karşı olanların tümü tarafından sürekli olarak yaratılmaktadır. Kültürel hegemonyayı kırabilir ve kültürel etkisi vardır. Bu yeterli değildir, ama devrim için gerekli bir koşuldur.
Kırılgan veya istikrarsız bir rejim, iç baskılar (sosyal, ekonomik, politik çatışmalar) veya dış baskılar (savaşlar, istilalar) tarafından kışkırtılabilir. Bu, rejimin zaten gayrimeşruluğunun olduğu durumdur, çünkü kültürel hegemonya yeterince ezici değildir, bu nedenle dengesizliklere çok daha zor bir şekilde karşı çıkılmaktadır. Örnek olarak, Kerenski’nin 1917’de Rusya’daki Geçici Hükümeti’nin durumuna, 1936’da seçilmiş hükümete karşı İspanya’daki toplumsal devrime veya İngiliz birliklerinin İstanbul’a girmesinden sonraki Türk devrimine bakabiliriz. Kitlesel ajitasyon, böyle bir durumda devrime doğru ilerlemek için en önemli stratejidir.
Kültürel hegemonya şu anda kapitalist sistemin ve rejimlerinin en büyük çıpasıdır. Yabancılaşma ve uyumun bir kombinasyonunu sağlar. Alternatif vizyonları (kültür ve baskıyla) dışlayarak, dünyanın baskın vizyonunu tekrar tekrar gösteren entelektüel seçkinler tarafından uygulanmaktadır. Kültürel hegemonya, çoğu insan için neyin kabul edilebilir olup neyin kabul edilemez olduğunu belirler, birçok yüze ve ajana sahip kurumlar tarafından garanti edilir: basın, sosyal medya, okullar ve adalet sistemi. Dengesizlikleri ortadan kaldırma ve devrim ve hatta daha küçük değişiklikler için büyük stratejileri etkisiz hale getirme konusunda ezici bir kapasiteye sahiptirler. Kitlesel ajitasyon, kültürel hegemonyayı dengelemenin en etkili yoludur.
Sistem karşılık verir
Sistemin karşılık vermesinin ilk ve ana yolu, benimsediği büyük strateji veya nihai hedefi ne olursa olsun, her zaman iktidar kapasitesi gösteren herhangi bir toplumsal hareketin birlikte seçilme girişimiyle başlar. Hareket, normalliği kesintiye uğratarak gücü zorlar ve denge düzenini yeniden kurmak için sistemi harekete geçmeye zorlar. Bu kesinti fiziksel, politik veya kültürel olabilir (veya hepsi bir arada). Birçok toplumsal hareket sadece kurumsal gücü ölçmeye değil, aynı zamanda tüm topluma ulaşmaya çalışır.
Sistem gücüyle çatışmalar genellikle aşağıdaki sırayla devam eder:
Kültürel çatışma: medyada, sosyal ağlarda ve kültürel alanlarda, sistem hegemonyayı yeniden teyit etmek için harekete saldırır;
Siyasi çatışma: hükümet, rejimin siyasi güçleri, karşı-devrimci güçler, eğer hareket kültürel çatışmaya karşı direnirse, hareketle çatışmaya girer;
Örgütsel çatışma: polis, silahlı kuvvetler, adalet sistemi hareketin ortadan kaldırılmasını sağlamaya çalışır.
Baskı aygıtı genellikle son çaredir, kazandaki kepçe çelişkileri zorla dağıtmaya çalışmak için kullanılır (aynı zamanda istikrarsızlığı da arttırır). Sistem, hareketi bastırmanın maliyetinin taleplere boyun eğmenin maliyetinden daha küçük olduğunu anladığında hareketin eylemini engellemeye çalışır. Devrimci hareketler söz konusu olduğunda, şiddetli bastırma her zaman bir seçimdir ve hareketin stratejilerinde ideolojik seferberlik ve radikalleşmeye doğru zorunlu bir kaymaya yol açar.
Daha net bir bakışla
Geniş bir devrim şemasını, toplumsal hareketlerin temel büyük stratejilerini ve sistemin nasıl tepki verdiğini anlamak bizim için çok önemlidir. Kazan, neyle karşı karşıya olduğumuza, organize etmek için hangi stratejileri kullandığımıza ve bizim ve başkalarının bir sonraki adımda ne yapması gerektiğine dair daha net bir görüş sağlamaya yardımcı olabilir – bu, bir sonraki sayıda bir makalenin konusu olacaktır.