İklim krizinin aciliyeti, solda bazılarının yönlerini “ekolojik leninizm” şeklinde ifade edilen ideolojik eğilime dönmeleri sonucunu doğurdu. Gus Woody, solda yer alan bazı önemli düşünürlerin çevre üzerine son yazılarını değerlendiriyor ve Lenin’e bu dönüşün iklim felaketini durdurmayı örgütlemede ilerletici bir yol açıp açmadığını soruyor.
İklim çöküşü karşısında sistemsel bir değişimin gerekliliği göz önünde bulundurulduğunda, düşünürlerin bir kavrayış geliştirmek için Rus devrimine bakması en başta gelen şeylerden birisidir. Ekolojik leninizm, geçen yıl boyunca birçok yazarın çalışmasında sahneye çıkıvermişti. Andreas Malm’ın son kitabı Corona, Climate, Chronic Emergency bu kavrama odaklanıyor,1 Jodi Dean ve Kai Heron, bir “iklim leninizmi”nin mümkünlüğü üzerine yazdılar2 ve Derek Wall son kitabı Climate Strike’ta Lenin’in çevre hareketleri için önemini yazdı.3
Lenin’e dair bakış açılarında bu yazarlar arasında bulunan çeşitlilik, zorunlu olarak bir soruyu gündeme getiriyor – ekolojik leninizm tam olarak nedir? Tek tek yazdıklarına bakıldığında, her bir yazarın leninizm külliyatından farklı bir şeyler bulup çıkardığı net bir şekilde görünüyor. Ancak bunun ötesinde, ekolojik leninizm gezegenin çöküşüne yönelik ayırt edici bir yaklaşıma dönüşecekse, daha geliştirilecek çok şey var. Böyle bir düşünce sisteminin gelişmesinin birden fazla yazar ya da eser gerektireceği düşünüldüğünde, bu makale ekolojik leninizmin temel ilkelerini oluşturabilecek birkaç hassas nokta üzerinde düşünmeyi amaçlıyor: devlet, parti ve hareketler, emperyalizm ve leninist materyalizmin felsefi dayanakları. Ekolojik bir leninizmin gündeme gelişi, metabolizmalar ve kapitalizmin benzer izahatlarıyla ilgilenen ekolojik marksistlerin analizlerinin üzerine koymamız ve devrimci değişim için örgütlenmeye kafa yormamız için nihayetinde bir fırsat sunar.
Partinin durumu – Dean ve Heron
Dean ve Heron’un yazdıklarından başlarsak, ekolojik leninizm, çevre hareketinin stratejilerindeki çıkmazlara karşı bir itiraz geliştirmek açısından kritik önemdedir. Bu itirazı somutlamak için de çeşitli versiyonlarıyla güncel Yeşil Yeni Düzen (YYD) önerilerinde mevcut olan çelişkileri ortaya sermeye girişiyorlar. Genel anlamda, bu öneriler devletin öncülüğündeki yatırımlar aracılığıyla ulusal ekonomileri, karbonsuzlaştırma ve yeniden dağıtım politikaları doğrultusunda yeniden düzenlemeyi amaçlıyorlar. Atlantik’in her iki tarafındaki planları inceleyen Dean ve Heron, büyük ölçekli karbonsuzlaştırma için gerekli olan, endüstrilerin kamulaştırmasının birçok YYD’de hâlâ reddedildiğine işaret ediyorlar. Dahası, birçoğunun istihdam fırsatları sağlayabilecek yeni endüstriler yaratmaya odaklanan milliyetçi bir büyüme politikasını sürdürdüğünü ve gezegendeki insanların büyük bir çoğunluğunun yaşadığı yerlerde, bu tür önerileri uygulamak için gereken, süreğen maden ve kaynak çıkarma faaliyetlerini göz ardı ettiğini belirtiyorlar.
Pek çok YYD destekçisi bu çelişkileri kabul ediyor ancak eleştirel bir destek tavrı benimsiyorlar, özellikle de Sanders ve Corbyn hareketleri YYD platformları üzerinden seçilme şansı ararken bu tutumu sergilediler. Dean ve Heron, ne tamamen reddetmeyi savunuyor ne de sosyal demokrat bir YYD çizgisine düşmeyi savunuyor. Bunun yerine, birçok sol versiyon YYD’de örtük olarak bulunan, karbonsuzlaşma için devletin kontrolünü ele geçirme gerekliliğini kabul ederken, devrimci sosyalizm için örgütlenmemiz gerektiğini savunuyorlar. Ya da kendi ifadeleri ile – “politikanın reformist içeriğini devrimci biçimden çıkarıp atmak” gerekiyor. Onlara göre, YYD’nin tahayyülündeki, küresel emisyon kriziyle nihayet yüzleşmek için kullanılan devlet imajı, onu çoğu durumda sınırlı olan politik içeriğinden uzaklaştıran devrimci bir sıçramayı gerektiriyor.
YYD üzerinden bu konularla ilgili düşüncelerini dile getiren Dean ve Heron, çevrecilerin “devlet fobisini” terk etmeleri ve iklim krizine “devletin yönetiminde, merkezi olarak planlanmış ve küresel bir karşılık verilmesi” – devlet iktidarının “eski” leninist devrimci tarzda ele geçirilmesi – olasılığıyla ciddi bir şekilde ilgilenmeleri ihtiyacının altını çiziyorlar. Devleti işçi sınıfı için ele geçirmeye ve bu aygıtı iklim çöküşüyle mücadele için kullanmaya istekli devrimci bir leninist parti inşa etme ihtiyacını tartışarak yazılarını sona eriyorlar. Yani, Dean ve Heron’a göre, ekolojik leninizm parti inşası ve devletin ele geçirilmesini merkeze alıyor.
Leninizm yorumlamalarında katılmayacak çok şey var. Bunlardan en öne çıkanında, devletin önemi konusundaki argümanlarında, Lenin’in “devlet aygıtı parçalanmamalı, parçalanmamak zorunda” dediği4 bir alıntıya işaret ediyorlar ve bunu, iklim değişikliğine yukarıdan aşağı örgütlenmiş merkezi bir karşılık vermek için devleti ele geçirmenin önemini göstermek için kullanıyorlar. Gareth Dale’in işaret ettiği gibi, yazarların Lenin’in devleti altüst etmeye karşı argümanını kullanışlarında ciddi bir yanlış alıntılama söz konusu.5 Söz konusu alıntı gözden geçirilirse, Lenin’in bahsettiği söz konusu aygıt, devlet bankası ve benzeri kurumlar şeklindeki özel “muhasebe aygıtı”dır. Bu alıntı yıkımın bir kenara bırakılması için kullanılsa da devlet aygıtının geri kalanının parçalanması ve başkasıyla değiştirilmesi meselesi hâlâ ortada duruyor. Bu makalede Dean ve Heron tarafından yeterince araştırılmamış olan, buna kesinlikle inanıyor olsalar da, burjuva devleti proletarya diktatörlüğüyle değiştirme şeklindeki bu zorlu görevdir.
Burada bir ekolojik leninizm muamması ile karşılaşıyoruz – iklim değişikliğiyle mücadele etmek için hızlı değişim ihtiyacını eş zamanlı olarak devleti parçalama ve onu işçilerin kontrolündeki organlarla değiştirme ihtiyacını nasıl karşılayabiliriz?
Savaş komünizmi – Malm
Bu bizi, kendi ekolojik leninizmini ağırlıklı olarak savaş komünizmi dönemine ve erken Bolşevik rejiminin kendini kurma mücadelesine odaklayan Malm’a götürüyor. Malm, karbonsuzlaştırmanın, YYD destekçilerinin tarihsel bir analoji aradıkları Roosevelt’in 1930’lardaki Yeni Düzen döneminden ziyade, 1920’lerin savaş komünizmine daha çok benzeyeceğini savunuyor. Bu dönemde Bolşevikler hem emperyalist güçler hem de sermaye güçleri tarafından kuşatılmış durumdayken üretimi nasıl dönüştürecekleri üzerine düşünmüşlerdi. Bugün, iklim çöküşünden sıyrılmaya yönelik herhangi bir girişim, kirletmeye pek hevesli fosil kapitalistlerine ve emperyalist devletlere karşı bir savaşımın yanı sıra, üretimin kontrolünü ele geçirme mücadelesini de gerektirecektir.
Corona, Climate, Chronic Emergency kitabında Malm, politik bir proje olarak ekolojik leninizmin üç ilkesini tanımlıyor. Birincisi, “semptomlar krizini nedenler krizine dönüştürmek”. Daha basit bir ifadeyle, Bolşeviklerin emperyalist Birinci Dünya Savaşı’nı daha genel anlamda kapitalizm için bir krize dönüştürmeye çalışması gibi, bugün ekolojik leninizm de iklim felaketi ve zoonotik hastalıklardan kaynaklı kronik acil durumları kapitalist sistem için genel bir krize dönüştürmeyi gerektiriyor. Artan semptomlar karşısında, hayatın devrimci bir şekilde korunması için hızla bir inşaya girişmeye ihtiyaç var.
Bu, ekolojik Leninizmin ikinci ilkesini beraberinde getirir – “en önemli erdem olarak hızlı hareket etmek”. Hepimiz, 2018’deki IPCC 1.5 derece raporundaki projeksiyonda iklim felaketini önlemek için kalan 12 yılı biliyoruz. Atmosfer, içinden çekip alınmadıkça orada kalacak olan karbonla hızla dolan bir küvet gibi düşünülürse, ekolojik leninizm karbonu azaltmanın ve nihayetinde negatif emisyonlara ulaşmanın aciliyetini anlar; yani o, barbarlığa karşı mücadelede her saniyenin önemli olduğunu anlayan devrimciler talep ediyor.
Son olarak Malm, Dean ve Heron’a benzer bir kanaldan ekolojik leninizmin son ilkesinin, “devleti bu yönde zorlamak için her fırsatın” üzerine atlamayı ve toplumun yönünü felakete gidişten doğrudan kamusal kontrole doğru çevirmeyi içerdiğini ileri sürüyor. Kritik olan şu ki, bu konudaki vizyonu ilerici YYD önerileri ya da “lüks komünizmi” gibi daha iyimser vizyonlarla aynı hatta değil. Bunun yerine, savaş, kıtlık ve yakıt kısıtlılığı ile karşı karşıya iken Rus toplumunun dönüşümüne öncülük etmeye çalışan Bolşevik devletinin Savaş Komünizmi fikri, herhangi bir ekolojik leninist rejimin karşılaşacağı türden korkunç koşulları yansıtır. Azaltıma ve uyum sağlamaya çalışmak hoş olmayacak, bu belki kurtuluşu getirebilir ama zor koşullarda zor bir çalışma olacaktır. Burada, Malm’ın argümanı, Salvage’in yazı işleri kolektifi tarafından ifade edilen benzer duyguları andırıyor:
“Perişan hâldekilerin miras almış olduğu – miras alacağı – yerküre, titiz bir restorasyon programına ihtiyaç duyacaktır. Lükse özlem duyma ihtimalimiz olsa da, öncelikle gerekli olan, Kurtarma Komünizmidir (Salvage Communism).”6
Kurtarma ve savaş ortasında yakalan bu komünizmde Malm, Dean ve Heron’dan daha ileri gider. Devlet fobisine karşı argümanlarının onları devlet aygıtının büyümesi gerekliliğine götürdüğü yerde, Malm, devleti tamamen yıkıp yerine başka bir devleti koyma leninist doktrinini reddeder. Onun sözleriyle – “uğraşmamız gereken tek şey, her zaman olduğu gibi sermayenin döngülerine bağlanmış olan iç karartıcı burjuva devletidir.”
Burada Savaş Komünizmi, tek yapabileceğimizin devletin bu bağlarını kesmek için çeşitli stratejileri seferber etmek olduğu şiddetli bir karamsarlığa savrulur. Malm, alternatif ikili iktidar kurumlarının oluşma olasılığı konusunda derin bir şüphecilik taşır gibi görünür. Dean ve Heron’un aksine, ekolojik leninizm, bir partiyi ya da “iktidarı ele geçirip doğru önlemleri uygulama becerisine sahip herhangi bir fiili leninist oluşumu” gerektirmek zorunda değildir. Aynı sayfalarda bu kronik acil durum yıllarının “belirgin siyasi dalgalanmalara yol açmasının beklenebilir” olduğunu kabul etmesine rağmen bu tür oluşumları inşa etme olasılığı – bunun acil gerekliliği – pek de tartışılmamıştır esasen.
Malm, kendi “Lenin pastasını” edinmeye ve onu yemeye çalışır: Ekolojik leninizmin, kendiliğinden hareketlerin bilincini yükseltmesi ve onları çöküşün nedeni olan güçlere doğru yöneltmesi gerektiğini savunurken, leninist örgütlenmeye ve devlete rakip olacak işçi sınıfı iktidarına nasıl yaklaşılacağını gerçekten tartışmaktan kaçınır. Malm, devrimi beklemek ile burjuva devlete baskı yapmak üzere mevcut toplumsal hareketlerin sınırları içinde hareket etmek arasında bir ikilem yaratma tuzağına düşer. Bu iki kategoriyi bozan işçi sınıfının failliği olasılığını peşinen devre dışı bırakmıştır.
Bu, Malm’ın ekolojik leninizminin merkezindeki bir eksikliğe işaret ediyor. Bu leninizm, 1917 devrimi olmayan bir leninizmdir, bunun yerine iç savaş sırasında Bolşevik hükümetinin yaşadığı zorluklara ve Lenin’in Birinci Dünya Savaşı sırasında aldığı risklere odaklanmıştır. Devrimci durumlara müdahale edebilen ve onları devrimci sonuçlara doğru itebilen hareketler inşa etme eylemi hakkında söyleyecek çok az şeyi vardır. Aynı zamanda, Tugal’ın oldukça anlaşılır bir şekilde belirttiği gibi, Malm’ın ekolojik leninizminin devrimci bir öznesi yoktur.7 Malm, kitabında herhangi bir ekolojik leninist proje içinde işçi sınıfı mücadelesinin rolünden nadiren bahseder ve bunun sonucunda leninist projenin ilkelerine dair taşları döşerken devlete rakip olabilecek işçi sınıfı iktidarının oluşumu konusunda karamsar görünür. Max Ajl’in işaret ettiği üzere:
“Daha iyi bir dünya için küçük, her şeyi göze almış, samimi ve umutlu yollarla mücadele eden, varsayımsal olmayan insanlardan bahsedilen satırları bulmak için insan bu kitapta sayfaları boşuna çeviriyor. Bu büyük, güzel, gözükara, yoksul ve harap olmuş gezegende, ekolojik devrim veya ekolojik leninizmin öznesi ya da faili olmak için Malm’ın standartlarını karşılayan hiçbir toplumsal güç yok mu?”8
Nihayetinde, iklim leninistleri burjuva devleti parçalama ve onu başka bir devletle değiştirme arzusunu sürdüreceklerse, bir ikili iktidar durumu yaratmak için gereken kurumları inşa etmek üzere mevcut işçi sınıfı ve köylü hareketlerinin gerçekte nasıl örgütlenebileceğini analiz etme ihtiyacı vardır. Soru, şu anda maksimum iklim eylemi için seferber olurken eş zamanlı olarak bu organların nasıl inşa edileceğidir. Malm’ın diğer açılardan ilgi çekici olan çalışması, zamanımıza uygun bir ekolojik leninizm programını ete kemiğe büründürecek bu kavrayışları gerektirmektedir.
Tabanı inşa etmek – Wall
Derek Wall’un Lenin ve çevre hareketi üzerine yazıları, Malm’ın çalışmalarındaki bu boşluğu dolduran yazılar olarak görülebilir. Son çalışması Climate Strike’ta ve diğer yazılarında, leninist stratejik düşünüş merkezi bir yer tutar.9 Özellikle de ikili iktidarın başlıca önkoşulları olarak görülen işçi sınıfı iktidarının temel dayanaklarını inşa etme gerekliliği. Wall’unki, Lenin’in pratik bir anlatımıdır; o, leninist düşünüşün devrimcilerin burada ve şimdi örgütlenmeleri gerektiğini önerdiği pratik yolları arar.
Climate Strike’ta Wall, işçi sınıfı kesimlerinin bir araya gelmesini sağlayan tabandan kurumlar inşa etmeye odaklanmayı savunuyor – kiracı birlikleri, yerel gıda egemenliği grupları ve benzer başka yapılar. Dean ve Heron’un bir partiye olan ihtiyacı ve Malm’ın hıza duyulan ihtiyacı ifade etmelerinin aksine Wall, işçi sınıfı iktidarının alanlarının yavaş inşasını savunur. Devrime giden kestirme yollar yoktur ve Wall bunu son noktasına kadar götürerek savunur.
Wall’un ekolojik leninizmi, kapitalizme ve devlete karşı çıkabilecek ve ayrıca iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlayabilecek kolektifler yaratmaya odaklanıyor. Kiracıların örgütlenmesini bu “tabandan inşa”ya bir örnek olarak ele alalım. Kiracıları örgütleyerek, mülk sahiplerine direnebilen ve hem militanlıkta hem de örgütleme becerilerinde yetişen bireylerden oluşan bir çekirdek yapı üretebilen yeni bir işçi sınıfı iktidarı oluşumu yaratılır. Bu kurumlar büyüdükçe, umut vadeden bir şekilde işçi sınıfından gelen devrimcilerden oluşan bir temel inşa etmekle kalınmıyor sadece, aynı zamanda işçi sınıfının bir araya gelip iklim değişikliği ve kapitalizmin konut sorununu nasıl etkilediğini tartışabileceği alanlar yaratıyorlar. İdeal durum, bu kurumları inşa etmek için girişilen uzun çalışmayla leninist proje için gerekli olan, devletin işçi sınıfı alternatiflerinin zemininin oluşturulmasıdır. Wall, böylelikle hemen bugün gereken devrim ile reformist kurumlar üzerindeki halk baskısını oluşturma arasındaki ikiliği reddederek, devrim için inşa sürecinin sürekliliği ihtiyacını savunuyor.
Ekolojik leninizmin bu spesifik yönü üzerine yapılacak daha çok iş var; ancak Wall, destekçilerinin sınıf kompozisyonuna ve işçi sınıfının öz-eylemliliğini devrimci değişimin aracı olarak tanımlamayı reddetmesine rağmen, bu yaklaşımı Yeşiller Partisi ile birlikte uygulamakta ısrar ettiği için değil elbette. Dahası, Holmes’un iddia ettiği üzere, Wall bu stratejinin hangi bağlamda benimsenebileceğini somutlamakta başarısızdır. Bu, temel inşası kavramına bir esneklik katılması sonucunu doğrurur, ki bu da topluluk örgütlenmesinin herhangi bir biçiminde her şeyi kapsayan bir terim haline gelmesine imkan verir.
Wall, zorlu örgütlenme yürüyüşüne odaklanmış daha yavaş bir ekolojik leninizm kavrayışına sahipken önümüzdeki yıllarda ikili iktidar inşa etmenin pratik biçimlerine dair özgül yanların daha çok belirmesini gerektiren acil eylemlere olan ihtiyacı da tamamen reddetmiyor. Lenin’in de benzer şekilde yaklaşacağı üzere, taban inşasına dayalı bir strateji yeni bir tür ekonomizm riskini içinde barındırıyor. Sağlanması gereken bir denge var burada ve yine de Wall’un yaklaşımı, en azından Birleşik Krallık’ta işçi sınıfının iktidarının temelleri olarak kabul edilebilecek kurumların eksikliğine işaret etmede çok önemli bir yer tutuyor.
Ekolojik leninizmin üç tonu
Bu yazarların her biri Lenin’i farklı şekillerde okuyor. Dean ve Heron parti ve devleti vurgularken, Malm zorlu koşullar altında hız ve mücadeleyi, Wall ise süreğen stratejik örgütlenmeyi öne çıkarıyor. Her birinin eksiklikleri olmakla birlikte hepsi ekolojik teori ve pratiğin gelişimine – ya da kopuşuna – kullanışlı bir katkıda bulunuyor.
Bu kötü zamanlarda Lenin’in külliyatını nasıl yeniden ele almalıyız? Tıpkı John Bellamy Foster ve diğerlerinin metabolik yarık kavramını Marx’tan kazıp çıkarmaları gibi,10 Lenin’de de keşfedilmemiş bir kavram kuyusu var mı? Bence yok. Lenin’de ekolojik bir dünya görüşünün çekirdeğini oluşturacak bazı ögeler bulmak da takipçilerinin onun doğaya olan derin hürmetinden bahsetmeyi sevmesi gibi yeterli değildir.11 Leninizm teoriyi pratiğe geçirmeye yönelik bir girişim ise, aynı şey onun ekolojik varyantı için de geçerli olmalı. Ekolojik leninizm, ekolojik marksizmin teorik bir uzantısından daha fazlası olmalı, devrimci bir eko-sosyalist hareketin benimseyeceği pratikleri göstermelidir. Yine çok önemli bir nokta şu ki, masabaşı leninizmi diye bir şey olmadığından ekolojik leninizm mevcut durumda var olan hareketlere dahil olmayı da gerektirir aynı zamanda.
Lenin’in üzerindeki camekanı kırıp atmak, onun tozunu almak ve yeşile daldırıp çıkarmak hiç de yeterli değil. Yalnızca leninizmi değil, aynı zamanda iklim kriziyle mücadeleye girişmeyi hedefleyen ekolojik bir programı da inşa edeceksek, Lenin’in düşüncesi ile marksizm ve ekoloji üzerine düşünen diğer ilgili isimlerin bir sentezi elde edilmelidir. Yukarıda tartıştığım eserler, böyle bir programın birçok yönünün inşası için açık kapı bırakıyor. Malm, Dean, Heron ve Wall, böyle bir programa doğru ilerleyebileceğimiz bir alan açtılar.
Ekolojik leninizmin daha geniş bir anlayış olarak geliştirilmesine başlamak ve konuya harika bir şekilde dahil olan bu yazarların üzerine koymak için Lenin’in düşüncesinde ekolojik bir bakış açısıyla yeniden sorgulamaya değer birkaç alanı önermek istiyorum – devlet; hareket, işçiler ve parti arasındaki ilişki; emperyalizmin merkeziliği ve nihayet doğa ve bilim felsefesi için duyulan daha geniş bir ilgi. Marksist ekolojinin bu alanlarda ayrıntılandırılması ve gelişmesi, devrimci bir ekososyalist hareketin temelini oluşturabilir ve bu kesinlikle tek bir yazara bırakılmamalı. Sonuç olarak, aşağıda yazılanlar Malm, Dean, Heron ve Wall üzerine koyacak potansiyel yolculuk rotalarını gösterme ve bir ümitle topluma yaklaşan krizle yüzleşebilecek bir şeyler sunma girişimidir.
1: Devlet
Devlet ve Devrim’den bir asır sonra, Lenin’in üzerine konuştuğu kapitalist devlet şu an birçok yönden farklı.12 20. yüzyılda, İngiltere gibi ülkelerde, devlet mülkiyetinde ve Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) gibi hizmetlerin sağlanmasında büyük bir artış yaşandı. Tersine, 1970’lerden bu yana pek çok ülkede – Muhafazakar Parti vekillerinin arkadaşlarına ve ailelerine aktarılan kilit koronavirüs sözleşmelerindeki ahbap çavuş ilişkileriyle İngiltere’de hastalıklı bir işleyişle zirvesine ulaşan – özel sermaye ve devlet arasındaki “kamu-özel ortaklıkları” ile özelleştirmede sürekli bir artış yaşandı. Dahası, küresel tedarik zincirlerinin ve kapitalist devletlerin etkileşime girmesi için oluşturulan yeni uluslararası organların yükselişi, devletlerin giderek birbiriyle bağlaşıklaştığı ve birbirine bağımlı olduğu bir dünya yarattı, ki bu da küresel bir etki yaratmayı hedefleyen herhangi bir devrimci teori için yeni zorluklar ortaya çıkardı.13 Bu nedenle, modern kapitalist devletlerin sınıfsal doğasını analiz etmeye ve devrimci işçi sınıfının ona karşı en iyi nerede ve nasıl örgütlenebileceğini belirlemeye acil bir ihtiyaç var.
Neyse ki, devlet üzerine geliştirilen marksist teoriler Lenin’in gününden bu yana yerinde saymadı. Althusser,14 Gramsci15 ve Miliband-Poulantzas’ın devletin sınıf karakteri16 hakkındaki tartışmaları ve Açık Marksist yaklaşımların ortaya çıkışı varolagelmiştir.17 Sonuç olarak, Khachaturian’ın sözleriyle, “Marksist devlet teorisi büyük ölçüde açık uçlu ve entelektüel açıdan çoğulcu bir araştırma çerçevesidir.”18 Bu farklı teoriler hakkında yorum yapmaya niyetim olmasa da, ekolojik leninist bir devlet teorisinin aciliyetini savunan belli başlı bazı düşünceleri belirtmek isterim.
İlk olarak, hem YYD savunucuları hem de ekolojik leninist yazarlar tarafından daha önce tartışılarak öne çıkarılan nokta, devlet aygıtının, hızlı karbonsuzlaştırma için bir araç olarak kullanılmak üzere önemli bir potansiyele sahip olduğu idi.
Bununla birlikte, önceki anlatımların hâlâ gidecek yollarının olduğu yön burasıdır. Burada devleti uzlaşmaz sınıf çatışmasının bir ürünü olarak anlamanın önemi vardır. Dean ve Heron’un makalesinin devleti yıkma ihtiyacını hiç incelememesi ve Malm’ın bunu tamamen reddetmesi ile sorulacak kritik önemdeki soru proleter kontrolün nasıl bir biçim alacağı olur. Ekolojik leninizm, geçiş aşamasına – proletarya diktatörlüğüne – odaklanmayı gerektirir; Lenin’in belirttiği gibi, proletarya diktatörlüğü “azınlığın gerekli olan bastırılmasıyla birlikte halk için, çoğunluk için demokrasi yaratacaktır.”
Ekolojik leninizmin sağlamayı amaçladığı hızlı karbonsuzlaştırma döneminde, toplum üzerinde işçi kontrolünü oluşturma ve fosil sermaye güçlerinin etki gösterememesini sağlamanın zorluğundan oluşan iki katlı bir sorun yer alır. İlkinde, genişleyen proleter demokrasisinde, leninist geleneğin Bolşevik deneyiminden ve bu deneyimin konsey komünizmi (council communism) gibi işçi denetimi geleneklerinin onu eleştirdiği yönlerinden öğrenmesi gereken çok şey var. Bu, çevreciliği liberal “iklim meclisleri” (climate assemblies) anlayışından iklim konseylerine ve işçi sovyetlerine doğru taşımak için kullanılırsa değerli bir çaba olur. İşte işçi kontrolü kurumlarının inşasından ciddi şekilde bahsedenler olarak Wall ve diğer marksistlerin taban inşası üzerine çalışmalarının hayati önemi de buradan gelir. Nihayetinde, ekolojik leninizm, işçi kontrolünün ortaya çıkmakta oluşuna tanık olduğumuz çağdaş mücadelelerin pratik ve teorik açıklamaları yoluyla burjuva devletinin sorumluluklarını ondan söküp alma ve onu ortadan kaldırma kapasitesine sahip kurumlar yaratmada önceki devrimlerin başarısızlığından ders almak anlamına gelir.
Bastırma konusundaki ikinci meselede, bir devrimci hareketin devlet iktidarını ele geçirmesi halinde enternasyonal bir seferberlik durumu olmaksızın, herhangi bir karbonsuzlaştırma çabasının küresel kapitalizmin – IMF, Dünya Bankası vb. – yeni düşmanlarıyla yüzleşmeye girişeceğini sosyalistlerin kabul etmesi gerekir. Bu kurumların sosyalist ve sosyal demokratik devletlere karşı nasıl seferber olacağı üzerine çalışmak, emperyalist ordulara ve hükümetlere ek olarak, bu yapıların da herhangi bir ekolojik leninist rejime saldıracak olmasından dolayı kritik önemdedir. Devrimci bir eko-sosyalizmin düşmanlarından gelen baskının ekolojik leninist bir rejimi düşman sularındaki bir ada gibi izole etme riski olduğundan, enternasyonal eko-sosyalist dayanışma hayati önem taşır. Bu durumda, geçiş dönemindeki istikrar ihtiyacı, leninistleri sadece sömürenleri değil, rejimden daha fazlasını talep eden her solcu unsuru bastırmaya sevk ederek onu kendi kuyruğunu yiyen bir yılana dönüştürebilir. Kısacası, rejimler küresel eko-sosyalist devrim için inşaya girişirken şiddetli otarşinin nasıl önleneceği acil bir konu halini alır.
Nihayetinde, ekolojik leninist devlet anlayışının önemi, devrimci sosyalistler ile çevre hareketi içinde devrimci davaya kazanılması gereken uzlaşma sağlanabilecek daha geniş unsurlar arasında etkili bir çizgi çekmede ortaya çıkacaktır.19 İngiltere ve ABD’de, geçtiğimiz yıllarda sol çevrecilerin, iklim krizine karşı harekete geçme umuduyla devlet iktidarına seçimle gelmeyi hedefleyen hareketlerle uzlaşmaya başladığını gördük. Bu hareketlerin başarısızlığı, burjuva devlet kurumları içinde iklim eylemine giden seçim yolunun engellenmesinin açık birer emaresidir, ki bu da devletin sınıf karakteriyle hesaplaşmayı gerektiren bir sonuç doğurur. En önemli erdem olarak Malm’ın ifade ettiği hıza duyulan ihtiyaç göz önüne alındığında, leninistler kendi programlarının canavarla, yani devlet aygıtıyla yüzleşmesini detaylandırmaya başlamak için bu deneyimler üzerine koyarak ilerlemelidir.
2: Parti, hareket ve özne
Ekolojik leninizme doğru ilerlerken önceki yazarların üzerine çeşitli görüşlerinin olduğu daha acil bir soruna işaret ediyor bu başlık: devrimci sosyalistlerin örgütlenmesi ve onun kitle hareketleriyle olan ilişkileri. Özellikle ekolojik leninistler, parti sorunu konusunda bölünmüş durumdalar. Dean ve Heron, ekolojik leninist bir parti arzularını ifade ederken konuya gayet açık yaklaşıyorlar. Malm, ekolojik leninizmi, fiilen var olan bir partiyi ima etmeyen bir ilkeler bütünü olarak okuyor. Wall ise herhangi bir formel parti yerine taban örgütlenmesi ihtiyacına odaklanıyor. Bu, devrimci sosyalistler arasında, uzun 20. yüzyıldan 21. yüzyıla süregelen “leninist parti”ye ve devrimciler için önerilen farklı örgütsel modellere uzanan daha geniş bir krizi yansıtıyor.
Dean ve Heron’un parti çağrılarının dışında, hem Wall’un Climate Strike kitabı hem de Malm’ın yakında çıkacak olan How to Blow up a Pipeline adlı kitabı çevrecilerin fosil sermayenin işleyişini kesintiye uğratmak için kullanabilecekleri çok çeşitli stratejilerle bağlantı kurup işe koşmaya odaklanıyor. Her ikisinin de çok önemli katkılar olacağı kesin olsa da, Lenin’in basitçe işyerindeki çelişkiler etrafında örgütlenme ya da izole şiddet eylemleri gerçekleştirme şeklindeki ekonomist ve terörist stratejilere karşı çıkmasında olduğu gibi, her ikisinin sınırlarını aşmak için de stratejik zekâya sahip bir örgütsel formun oluşturulması karmaşık sorunu hâlâ ortada duruyor.
Chronic Emergency kitabında devlete uygulanmak üzere “hayata geçirilecek halk baskısı”ndan bahseden Malm’a karşıt bir şekilde, bu “halk baskısına” oportünist güçler tarafından nasıl yamanılmayacağını ve bu baskının içerikte ve biçimde nasıl devrimci, enternasyonal ve eko-sosyalist olarak kalacağını düşünmeye ihtiyaç var. Tıpkı Ne Yapmalı’da Lenin’in ekonomik mücadelenin, devrimci sosyalizm için örgütlenme ve ajitasyon yapma ihtiyacına hizmet eder gibi görülmediğinden emin olmak için marksistlerin ayrıca örgütlenme ihtiyacına işaret etmesinde olduğu gibi bugün de ekolojik mücadeleden doğan yükselen bir radikalizm ummak tek başına yetersizdir. Bu mücadeleler, ancak devrimci sosyalistlerin bir organı olarak ajitasyon ve örgütlenme girişimleri yoluyla fosil sermaye ile bir çatışmaya dönüştürülebilir. Fakat birçok çağdaş eko-sosyalistin yaptığı gibi, Lenin’in bir parti inşacısı olarak okunmasını reddedersek, bu bizi nereye götürür?
Burada, ekolojik leninistlerin, 1917’den itibaren uzun yüzyıldaki Bolşevik bayrağını benimseyen grupların örgütsel başarısızlıklarıyla eleştirel bir şekilde ilgilenmeleri acil bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Demokratik merkeziyetçiliğin merkeziyetçi yönlerinin fazlasıyla acımasızca kullanıldığı bir yüzyılın ardından şimdi devrimci sosyalist örgütün yoldaşça ama disiplinli gelişiminin zamanı her zamankinden daha fazla gelmiştir. Ya da Posadist Enternasyonal’in20 tuhaf durumunu yansıtan Gittlitz’in sözleriyle:
“Öyleyse zorluk, ne geçmişin devrimci hareketlerini yeniden yaratmak ne de tarihlerini tamamen revize etmek değil, ilerideki mücadeleler için misyonlarının işlevsel gerçekliğini kurtarmaktır.”21
Leninist, troçkist ve diğer sosyalist parti oluşumlarını ABD’de ortaya çıktıklarında, toplumsal ekoloji yaklaşımıyla derinlemesine bir eleştiriye tabi tutan Bookchin gibi erken dönem anti-kapitalist çevrecilerin öncü çalışmalarını görmezden gelmek herhangi bir ekolojik sosyalist için ihmalkârlık olur.22 Bookchin, elbette, marksizm ile anarşizm arasında bir rota belirlemeye çalışırken, anarşist örgütsel biçimlerini eleştirirken de en az o kadar rahattı. Paris Komünü’nün, Marx ve Lenin için öğretici olması gibi, günümüzün ekolojik leninistleri de Bookchin ve Öcalan’dan esinlenen Rojava’daki devrimin ve devletin örgütlenmesi üzerinde durmalıdırlar.23 Rojava, doğrudan demokrasiye olan ihtiyaç ile disiplinli bir kadroya sahip olma arasında denge kurmaya yönelik dersler içerir ve bu ihtiyaçların ille de çelişkili olmadığı birçok yola işaret eder. Rojava, bugün büyümeye çalışan birçok “ekolojik rejimden” sadece biri ve çağdaş leninizme ilham vermek ve onu geliştirmek için kullanılmalıdır.
İsyanın ve daha geniş toplumsal değişimin genellikle çok hızlı gelişen doğası göz önüne alındığında, herhangi bir leninist örgütün kendisini işçi sınıfının kendiliğinden eylemleriyle ve diğer toplumsal oluşumlarla ilişkilendirmesinin zorluğu hemen boy gösterir. Birçok çevrede bu sorunun çözümlenmesini engelleyen şey, çevrecilerin devrimci bir hareket için kilit önemdeki özneler önerirken sınıf analizini kullanmaktan rahatsız olma eğilimleridir. İlk eko-sosyalist düşünürlerden biri olan Andre Gorz, Bookchin’in Listen Marxist’te kendi tarzında yaptığı gibi, Elveda Proletarya demesiyle ünlüdür!24 Bu, hem sağ hem de solun klişeleşmiş bir yaratımı olan “endüstriyel işçi sınıfı”nın giderek küreselleşen ekonomide parçalandığı ve reforma uğradığı gerçeğini yansıtıyordu.
Yine de 1917’in işçi sınıfı ve köylülerinin, 2020’nin işçi sınıfı ve köylülerinden farklı olduğunun kabul edilmesi leninistleri korkutmamalı, aksine marksist düşüncenin ve programımızın daha da gelişmesine ilham vermelidir. Bugün, küresel işçi sınıfı genelinde devrimci potansiyeli açıklamak ve tanımlamak için ırksal kapitalizm, toplumsal yeniden üretim teorisi ve daha diğer yaklaşımların geleneklerine sahibiz. Bununla birlikte küresel bir devrimci hareketi örgütlemek için müdahalede bulunmak, ajitasyon yapmak ve dayanışma oluşturmak için yeni alanlar ortaya çıkıyor. Ekolojik mücadele, devrimci bir durum için gerekli sınıf güçleri dengesini analiz etmek ve değiştirmek için yeni yollar yaratarak köylüler, işçiler, topraklarını savunanlar, öğrenciler ve diğer sömürülen insanlar arasındaki ittifakları yeniden formüle etme fırsatı sağlar.
Naomi Klein’ın “Blockadia” dediği, öğrencilerden, solculardan ve genellikle yeni fosil yakıt altyapı inşa faaliyetlerine karşı çıkan Yerli toprak savunucularından oluşan koalisyonlarda bu ittifakların bir anlık görüntüsü beliriverir.25 Fosil yakıt altyapısının belirli kısımlarına yönelik bu karşı çıkışı, fosil kapitalizmine bütün ve enternasyonal bir karşı çıkışa dönüştürmek çok önemli. Bu alandaki son öğretici çalışma, Şili’nin madencilik tedarik zincirleri üzerine çalışmaları, madencilikle proleterleşen köylüler, ırksal olarak ayrıksılaşan ve taşeron kullanımıyla karşı karşıya kalan maden işlerinde çalışan işçiler ve Yerli halkların egemenliği için mücadele eden daha geniş hareketler arasında ve bunları kapsayan şekilde devrimci potansiyelin ortaya çıktığını gösteren Arboleda’nın çalışması oldu.26
Farklı farklı çizgilerden leninistlerin son yüz yıldır, doğurduğu karışık sonuçlarla birlikte uğraştıkları devrimci özneler ve devrimci örgütler sorularına kolay cevaplar yok. Ancak, ekolojik leninistler, bu kaygıyı reddetmek ya da basitçe o eski “parti” çağrısına geri dönmek yerine, başımızın üzerindeki bin başarısız projenin ağırlığı ile ısınan bir dünyada örgütlenmenin çelişkilerini aşmak için çalışmak zorundadır. Belki de bu projenin en iyi özetini Mohandesi yapmıştır:
“‘Parti’yi, diğerlerinin yanı sıra, ayrı ayrı duran farklı toplumsal güçleri birleştiren, zaman içinde mücadeleleri birbirine bağlayan ve devletin ötesinde sosyalizmi inşa etme kolektif projesini kolaylaştıran, bunları birbirine eklemleme işleviyle tanımlanan bir örgüt olarak düşünmemizi öneriyorum.”27
3: Emperyalizm
Modern ekolojik marksizmde konuyla ilgili mevcut çalışmaların yeterince analiz etmediği ancak onun ihtiyaçları ile Lenin’in düşüncesi arasındaki en büyük paralellik belki de emperyalizm teorisidir. Lenin’in Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması eseri, emperyalist devletlerin ölüm projesi olan Birinci Dünya Savaşı’nın nedenlerini ve çelişkilerini güçlü bir şekilde analiz ettiği teorisinin yoğun bir açıklamasını sunar.28 Bugün, modern emperyalizmin analizi aynı şeyi yapmayı, yani ekolojik emperyalizmin silahlarını, küresel fosil kapitalizminin yüzlerine çevirmeyi hedeflemelidir.
Yine, kapitalist devletin biçimi 1917’den beri nasıl değişmiş ise emperyalizmin ortaya çıkışı ve biçimi de değişmiştir. Kaynakları güvence altına almak için ulusal askeri genişleme faaliyetleri olarak emperyalizme, küresel kapitalizmin kaynak sınırlarını güvence altına aldığı bir dizi teknikle dahil olunmuştur. Özellikle, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası organların merkez-çevre arasındaki yeraltından kaynak çıkarımı sürecini güçlendirdiği ve yoğunlaştırdığı mekanizmalar, marksist coğrafyacılar ve ekolojistler tarafından kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. Bu kavrayışların benzer şekilde çevrecilerin ve sosyalistlerin analizlerine de girmesi gerekiyor.
Aynı zamanda, o zamandan beri marksistler ve devrimciler, emperyalist projeler karşısında düşüncelerimizin gelişimine katkı yapmak zorundaydılar. Tıpkı Lenin’in 20. yüzyılın başlarında kapitalizmin finans kapital ve emperyalizme dair açıklamalar olmadan analiz edilemeyeceğini belirttiği gibi herhangi bir eko-sosyalizm de küresel fosil sermayenin ve iklimsel çöküşün kaynak çıkarımına dayalı emperyalizme nasıl bağlı olduğunu açıklamadan entelektüel olarak iflas eder. Marksistler, Jason Moore’un kaynakların elde edileceği sınırlara hücum edilmesi hakkındaki tarihsel açıklamalarından,29 Nick Estes’in yerleşimci sömürgeciliği üzerine yazdıklarından,30 Fanon,31 Sivanandan’dan32 – liste devam edebilir – faydalanabilirler. Bu çalışmalar, iklim krizini sınır genişletme ve kaynak çıkarma sömürgeci projesini hesaba katmadan açıklayamayacağımızı açıkça ortaya koyuyor. Marksistlerden esinlenen bir asırlık sömürge karşıtı mücadele ve düşünceyle, modern eko-sosyalistlerin iklim çöküşü analizlerinde bu deneyimleri merkeze almamaları ve bunun üzerine koymamaları için hiçbir mazeret yok.
Isınan dünyada, dünya çapında belirli kaynaklar, bölgeler ve teknolojiler üzerindeki çatışmalar ortaya çıktıkça, eko-sosyalist solun karşısına ciddi zorluklar koyacak yeni iklim emperyalizmi biçimlerinin de ortaya çıkmasını bekleyebiliriz. Yanmasını önlemek için Avrupa ordularının Amazon’a gönderilmesi taleplerinde ya da bataryalar ve diğer yenilenebilir teknolojiler için lityum madenciliğinin giderek karmaşıklaşan jeopolitiğinde bunun anlık görünümlerine denk geldik. Lenin’den ilham almak ve modern emperyalizmin tutarlı bir açıklamasını sağlamak, çevresel çöküşün sosyalistlerin, özellikle de Küresel Kuzey’deki sosyalistlerin emperyalist bir çevrecilik çizgisine kaymasını engellediğini açıklayabilmede merkezi bir rol oynar. Aksi takdirde, ekolojik rejimler kendilerini dünya çapında kaynak çıkarımı ve kullanımına dayalı şiddeti devam ettiren bir noktada görebilir. Yeşil Yeni Düzen’in bataryaların ve elektrik üretimindeki enerji geçişlerinin heyecan verici potansiyelinden söz edebilen, ancak küresel imparatorluğun Küresel Güney’de şiddet ve sömürü yoluyla nadir toprak minerallerini çıkarmaya devam etmesinden çok az söz eden birçok yorumunda durum böyledir.
Bu, oldukça çok sayıda sözde eko-sosyalistin safsata (saman adamı) argümanlarla reddettiği, çetrefilli küçülme ve iklim borcu konularıyla uğraşmayı gerektirebilir. Kuşkusuz, küçülme üzerine çok farklı konumların oluştuğu literatürde ütopik boş laflar var, ama aynı zamanda bu yaklaşımların sömürgecilikten arındırma ve anti-emperyalizmle olan bağlantılarına da dikkat kesilen yanları var. Küresel eko-sosyalist dayanışma, merkez ulusların çevre uluslara verdikleri hasara karşı muazzam büyüklükte onarım ve restorasyon planları gerektirecektir. Merkez-çevre metabolik akışlarının tersine çevrilmesine doğru ilerleyecek, merkezdeki yıkımı besleyen üretim ve kaynak çıkarımının kökten bir şekilde yeniden örgütlenmesini içeren ekolojik leninist bir küçülme anlayışı geliştirmek için açık bir alan var. Böylesi bir siyaset, ulusal büyüme siyasetine ve onun çoğu zaman kaçınılmaz olan kaynak çıkarımı ve kullanımına dayanan işleyişine son vermeye bağlılık üzerine birleşmiş, merkezdeki devrimcileri çevredekilerle bağlayacak bir alan açar.
Martin Arboleda’nın madenciliğin ekonomi politiği üzerine çalışması Planetary Mine kitabından yola çıkarak belirtilebilir ki, ekolojik leninizm, küresel kapitalizmin kurduğu ilişkilerin, emperyalizmin biçimini ve içeriğini nasıl belirlediğini ve dünya çapında buna karşı tepkilerimizin neler olabileceğini anlamaya çalışmalıdır. Madencilik sektöründeki küresel tedarik zincirlerinin ve Şili’de sahada süren madenciliğin kapsamlı analizi yoluyla Arboleda, kapitalist ulusların birbirleriyle etkileşime girme yollarını ve ulusların kaynak çıkarımını güvence altına almak için attığı farklı adımları anlamak için Lenin’in analiz ettiği emperyal güçler teorisinin nasıl güncellenmesi gerektiğini tartışılabilmiştir. Planetary Mine gibi günümüz emperyalizminin etkilerini ve nedenlerini açıklayan çalışmaların genişletilmesi ve bunun ekolojik leninizmin temel dayanaklarından biri haline getirilmesiyle anti-emperyalizm, herhangi bir ekolojik leninist geçiş rejiminin zorunlu bir özelliği kılınabilir.
4: Bilim, Doğa ve ekolojik leninizmin felsefi temelleri
Son bir mesele, ekolojik leninizmde “doğa” ve “bilim” gibi ilgi alanlarına daha geniş bir yaklaşım için uygun yollar bulma meselesidir. Sonuçta, kapsamlı felsefi çalışması Materyalizm ve Ampriyokritisizm’de Lenin, maddeye, bilime ve benzeri felsefi konulara yaklaşımda marksizm ile uyumlu hale getirilebilecek bir hattın taslağını çıkarmaya çalıştı.33 Bogdanov gibi rakiplerine kısmen kaba bir azar çeken çalışma, marksizm-leninizmin “bilimsel sosyalizm” statüsünü kazanmasında önemli başlıklar olan bilim ve felsefe meselelerinin Sovyetler Birliği içinde tartışılmasının da temelini oluşturdu.34 Aynı zamanda, Lenin’in Felsefe Defterleri’nin daha geniş kapsamlı çevirisi, gelişmeleri ekolojik leninizm için çok önemli olması gereken diyalektik, doğa ve bilim sorunlarına daha geniş ve daha fazla nüans içeren bir yaklaşım sundu.35
Elbette, SSCB gibi ülkelerdeki bilim alanında kurulan ilişkiler, birçok farklı kesim tarafından eleştirel bir şekilde analiz edildi. En öne çıkanlarından, Loren Graham,36 Helena Sheehan,37 ve diğer isimler, Lenin’in felsefesinin ve onun “diyalektik materyalizm” doktrinlerine daha fazla daldırılmasının, dünyanın dört bir yanındaki bilim insanlarının akademik bilgilerini ve çalışmalarını nasıl etkilediğine işaret ettiler. Bu etki, marksist felsefeyi 1930’lardaki British Social Relations of Science Movement gibi bilimsel araştırmalarla bütünleştirme girişiminde bulunan birçok öncü bilimsel parıltının ortaya çıkmasına yol açarken,38 Lysenko meselesi gibi tartışmalı durumlar da yaşandı.39
Marksistler bu belirli tarihsel olaylarda gitgeller yaşarken 20. yüzyılda doğa ve bilimle ilgili eleştirel felsefeler etrafında önemli gelişmeler oldu. Doğanın ve bilimin toplumsal inşasına ve bu kategorilerin ataerkillik, ırkçılık ve sömürgecilik gibi tahakküm süreçlerine nasıl dahil edildiğine dair tarihsel anlatılar sahneye çıkarak büyük bir patlama yaptı. Donna Haraway’in teoriye kendine has yaklaşımı ve bakış açılarındaki tarafgirlikle geliştirdiği siborg ve yerleşik perspektifler üzerine teorileri40 bugün bütünleştirici bir teori inşa edenler için kritik bir meydan okumadır. Aynı zamanda, Bhaskhar’ın eleştirel gerçekçiliği de bilgi ve bilim ilişkisindeki kördüğüme dair bir yaklaşım olarak ortaya çıktı.41 Bu tarihsel süreçler ve felsefeler, değerlendirilebilecek devrimci özleri didikleyip ortaya çıkarmak için Lenin’in felsefi çalışmalarıyla karşılaştırılmalı ve birlikte okunmalıdır.
Nihayetinde, bu müdahalelerin gerekliliğinin, kısmen Ampiriyo-Monizm’in en kaba okumalarının ve bilim üzerine diğer marksist yazıların başarısızlıklarından kaynaklandığı kabul edilmeli. Geçen yüzyıl boyunca bilim ve madde alanında yeni keşifler meydana geldikçe, leninist felsefenin resmi izahatlarına karşı nüansların da ortaya konulması ve geliştirilmesi gerekiyordu. Bu tür konular, en açıktan Caudwell’in Crisis in Physics eserinde42 işlenmiştir, ancak bugün Zizek43 gibi felsefe üretim fabrikaları bile diyalektik materyalizmin veya madde, bilim ve doğanın herhangi bir “leninist” açıklamasının fizik ve bilimin yeni keşiflerine nasıl ayak uydurabileceği üzerine kafa yoran çalışmalar üretmiştir. Kuantum mekaniği, jeomühendislik, biyoteknoloji – tüm bunlar bilim ve doğanın yorumlanışında bozulmalara yol açıyor ve bu ekolojik bir bilimsel sosyalizm için bir sorun teşkil ediyor. Lenin’in diyalektiğe dönüşü ve onun Felsefe Defterleri, geleneksel Ampiriyo-Monizm karşıtlığı göz önüne alındığında, bu yeni gelişmeleri leninist bir felsefi bakış açısıyla birleştirmek için uygun bir alan olabilir.
İklim değişikliğinin yükselişe geçişiyle birlikte, ekolojik bir leninizm tüm bu bilim, doğa ve daha geniş olarak da toplumsal ontoloji sorunlarıyla ciddi şekilde boğuşmak zorunda kalmaktadır. Yukarıdaki sorulara kıyasla bu dikkat dağıtıcı bir şey gibi görünse de, durumun tam tersi olduğunu düşünüyorum. Ekolojiye dair sorunlarda, azaltım ve adaptasyon açısından tekno-iyimser ve tekno-eleştirel ekoller arasında bir ikilik ortaya çıktı. Durumu kabaca resmedelim. Bir taraf, teknolojik gelişmelerin lüks bir yaşam potansiyeli getirdiği, özgürleştirici ve daha yeşil ufuklara doğru üretimin yeniden yapılandırıldığı bir eko-modernizm vizyonuna odaklanıyor. Diğeri ise, bunun yerine kaba bir küçülme ya da bazı durumlarda primitivizmin gerekliliğini tartışarak, geliştirilecek teknolojilerin taşıdığı potansiyelin daha kapsamlı bir şekilde reddedilmesini benimser.
Şimdi burada bu konumlar karikatürize edilmiş haldeler, ancak iyi bir ekolojik leninist teori, kökten yanlış yönelimlere sahip bu varsayımları reddederek bu iki kutup arasında bir rota çizebilmelidir. Ekolojik leninizm, bilimin gerekliliğine ya da sorununa ve onun doğa ile olan ilişkisine odaklanmak yerine, bilim ve doğanın toplumsal ilişkilerine dair sorunlara geri dönmelidir. Teknoloji ne doğası gereği özgürleştirici ne de baskıcıdır; aksine onun toplumsal etkisini belirleyen, üretiminin ve uygulanmasının toplumsal ilişkileridir. Kısacası, çağdaş ekolojik leninizm, Ampiriyo-Monizm’in geniş çaplı itici gücü doğrultusunda bir tür eleştirel gerçekçilik benimserken, kapitalizmin bilim ve doğanın biçimlerini insanlığın durumunu kötüleştirecek şekilde nasıl geliştirdiğine ve harekete geçirdiğine odaklanmalıdır. Burada Lenin’den başlamak, o zamandan beri gelen pek çok istisnai düşünüre rağmen, kesinlikle kritik bir önem taşıyor; çünkü Lenin, marksizme militan mücadeleyi tamamlayabilecek daha geniş bir felsefi temel sağlamaya çalışmıştır. Ekolojik bir leninizm, yalnızca bilimin ve doğanın tarihsel gelişimini açıklamakla kalmayıp, aynı zamanda mevcut mücadelelerde rahatça konum alabilen bir dayanağa ihtiyaç duymaktadır.
Şimdiye dek, ekolojik marksizmin felsefi dayanaklarına dair tartışmalar, düalizmler ve metabolizmalar gibi sinir bozucu konulara odaklandı. Bu alandaki akademisyenler arasında ısıtıp ısıtıp yeniden sunmayı hak etmeyen karşılıklı atışlar, ekolojik marksist bir dünya görüşünün ete kemiğe büründürülmesine gelince dikkat dağıtıcı yan tartışmalardır. Nihayetinde verilmesi gereken yanıt, belirli bilimlerin, teknolojilerin ve doğaların inşasında ırksal açıdan ayrımcı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı bir kapitalizmin rolüne işaret eden düşünürlerin görüşlerini içeren tarihsel ve diyalektik bir materyalizm tasarlamak olmalıdır.
Sonuç
Bellamy Foster ve Burkett’in Marx and the Earth kitabının giriş kısmı, ekososyalist düşüncenin “üç aşaması” olarak adlandırılabilecek farklılıkların altını çiziyor.44 Basitçe söylemek gerekirse, ilki, yeşil teori ile tamamlanmak üzere marksizme dair yönlerin reddedilmesinden oluşuyordu. İkincisi, Marx’ın geri dönüşüne sahne oldu: John Bellamy Foster ve diğerleri tarafından savunulan metabolik teoride Marx’ın ekolojik düşüncesinin kazılıp çıkarılması yaşandı. Son olarak, üçüncü dalga, metabolik teoriyi ve onun kavrayışını belirli durumlara ve gelişmelere uygulayanlara, yani metabolizmanın dizginlerinden boşanmasına dikkat çekiyor.
Marx’ın Feuerbach üzerine 11. tezini ciddiyetle ele alacak olursak, “filozoflar şimdiye kadar dünyayı sadece çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; mesele onu değiştirmektir”; o zaman metabolizma teorisini pratik kullanıma sokmamız gerekir.45 Belirli ekolojik sorunları marksist metabolik teori yoluyla açıklayabilmek yine de gerçekten devrimci bir gücün nasıl inşa edileceğinin düşünülmesini gerektirir. Metabolik teori, metabolizmadaki proletaryanın müdahale edebileceği düğümlere, noktalara ve akışlara işaret edebilir, ancak oraya nasıl gideceğimiz hakkında bize çok az şey söyler. Kabaca söylemek gerekirse, geriye kalan “Ne Yapmalı?” sorusunun eksikliğidir.
Ekolojik bir leninizmin tam da buradaki değişimde zuhur ettiğini öne sürüyorum. Ekolojik marksizmin dördüncü dalgası. İklim krizini hızlı bir şekilde ele alıp aşmaya yönelen ve bunu devrimciler olarak yapmaya girişen, iktidarı ele geçirmeyi hedeflemekten bahseden bir dördüncü dalga. Önceki yorumlar, pandoranın bu terimle açılan kutusuna yapılan kısa dipnotlardır. Ancak rotanın ilerleyeceği olası yönleri özetlemek gerekirse:
• Kapitalist devlete ilişkin ekolojik leninist anlayış ve yaklaşım nedir? Proletaryanın ekolojik diktatörlüğü neye benzer?
• Ekolojik leninizmin örgütsel biçimi nedir? Böyle bir yapı tarafından benimsenen kitle hareketlerine yönelik stratejik öncelikler ve programlar nelerdir?
• Modern emperyalizmin ekolojik leninist kavranışı nedir? Bu analiz küresel ekolojik devrimin gelişimine nasıl katkıda bulunur?
• Ekolojik leninizmin dünya görüşünün temel dayanakları nedir? Ekolojik leninizm, “doğa” ve “bilim” ilişkisindeki kördüğümlere, ekolojik bir topluma geçişi teşvik edecek biçimde nasıl yaklaşır?
• Son olarak, yukarıdaki tüm soruların üzerinden geçen bir konu. Ekolojik bir leninizm, geçmiş leninist analizlerin ve projelerin başarılarından ve başarısızlıklarından nasıl öğrenir? Geleneksel leninizm, dünyanın değişen doğası ve Lenin’in ölümünden bu yana bu meseleye ilişkin kavrayışlar arasında ciddi bir sentez yapmaya ekolojik leninizm nasıl girişir?
Yukarıdaki soruları yanıtlar ve Savaş Komünizmi’nden sonraki 100 yılın içgörülerine dayanırsa geliştirilecek herhangi bir ekolojik leninizm anlayışının geçmiş Bolşevikler tarafından tanınmaz hale gelme şansı yüksektir. Hayırlı olanı belki de budur. Ancak ekolojik marksizmi pratiğe geçirme, belirli semptomlarla mücadele etmekten devrimci bir stratejiye doğru ilerleyen bir ekolojik hareket inşa etme projesi de aynı şekilde Lenin ile başlayabilir.
1Andreas Malm, “Corona, Climate, and Chronic Emergency: War Communism in the Twenty-First Century,” 2020, Verso Books, Londra, 1. Baskı
2Jodi Dean ve Kai Heron, “Revolution or Ruin”, 2020.
3Derek Wall, “Climate Strike: The Practical Politics of the Climate Crisis”, 2020, Merlin Press, Londra, 1. Baskı
4Lenin, “Can the Bolsheviks Retain State Power” , 1917.
5Gareth Dale, “Global Fever”, 2020.
6Salvage Yazı İşleri Kolektifi, “The Tragedy of the Worker: Towards the Proletarocene”, Salvage #7, Kasım 2019
7Cihan Tugal, “Leninism without the working class? The missing subject in Malm’s ecological revolution”, Open Democracy, Ekim 2020
8Max Ajl, “Andreas Malm’s Corona, Climate, Chronic Emergency”, The Brooklyn Rail, Kasım 2020
9“Climate Strike” kitabına ek olarak: Derek Wall, “Why Greens should be learning from Leninism”, Bright Green, Ağustos 2020
10John Bellamy Foster, “Marx’s Ecology: Materialism and Nature”, 2000, Monthly Review Press, New York, 1. Baskı. Buna ek olarak, Marx’ın ekolojik düşüncesini tüm yönleriyle ve en geniş kavrayışıyla ele alan çalışma Kohei Saito’nun “Karl Marx’s Ecosocialism: Capital, Nature, and the Unfinished Critique of Political Economy”, 2017, Monthly Review Press, New York, 1. Baskı.
11Lenin’in doğa yürüyüşleri ya da daha önceki kampçılığına dair pek çok yazı bulunuyor. Lenin’e adanmış bir çalışma olmasa da bu konuya iyi bir giriş Fred Strebeigh’in “Lenin’s Eco-Warriors”, The New York Times, Ağustos 2017.
12Lenin, “The State and Revolution”, 1918
13Bu tür temalara, Colin Barker’ın devletlerin ulusal karakterine ilişkin yazılarında ve kapitalizmi bir tür çoklu devlet teorisi olarak derinlemesine düşünme ihtiyacı duymasında belli bir düzeyde karşılık verilir. Colin Barker, “A note on the theory of capitalist states”, 1978, Capital & Class 4
14Louis Althusser, “On the Reproduction of Capitalism: Ideology and Ideological State Apparatuses”, 2014, Verso Books, Londra, 1. Baskı
15Antonio Gramsci, “Selections from the Prison Notebooks“, 1971, International Publishers, New York, 1. Baskı. Özellikle de, “State and Civil Society” bölümü.
16Ralph Miliband, “The State In Capitalist Society“, 1969, Weidenfeld & Nicholson, Londra, 1. Baskı. Nicos Poulantzas, “State, Power, Socialism“, 1978, New Left Books, Londra, 1. Baskı. Bu tartışmayla ilgili yararlı bir çalışma Bertell Ollman’ın “Dialectical Investigations“, 1993, Routledge kitabıdır.. Bu kitabın üçüncü bölümü devlete farklı marksist yaklaşımların kesişimine işaret eder. Bu bölümden alıntılara buradan bakılabilir.
17Bu terim elbette çok çeşitli düşünürleri gevşek biçimde işaret eder, ancak başlamak için bir yer Pluto Press’in yayınladığı “Open Marxism“ eserinin dört cildidir.
19Bu, ahlaki anlamda bir “uzlaşma” değil; stratejik anlamda, devlet aygıtının yalnızca belirli bir politikaya yönelmiş olan mevcut unsurları içinde güç uygulamaya teşebbüs etme anlamındadır. Bunun pratikte örnek bir analizi için bkz. JS Titus, “New Labour, Old Racism“, Frightful Hobgoblins, Aralık 2020
20Çevirmen Notu: Posadist Dördüncü Enternasyonal, troçkist bir enternasyonaldir. 1950’lerde Dördüncü Enternasyonal’in Latin Amerika Bürosu’nun ve Dördüncü Enternasyonal’in Arjantin’deki şubesinin lideri olan J. Posadas tarafından 1962’de kurulmuştur. 1962’de Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Sekreteryasından ayrılmaları ile 1981’de Posadas’ın ölümü arasında, Posadistler, onları daha ana akım sol gruplarla çatışmaya sokan birkaç sıradışı uç fikir içeren bir komünizm türü geliştirdiler. Ufoloji ögelerini Marksist düşünceye sokmaya çalıştılar. Gezegenler arası seyahatin gelişmesine yalnızca komünizmin imkân sağlayabileceğini savunarak, diğer gezegenlerden gelen uzaylıların çok gelişmiş komünist toplumlarda yaşamaları gerektiği ve Dünyalı komünistlere dünya devrimini gerçekleştirmelerinde yardımcı olmaları gerektiği sonucuna vardılar. (Kaynak: Wikipedia)
21A. M. Gittlitz, “I Want to Believe: Posadism, UFOs, and Apocalypse Communism“, 2020, Pluto Press, Londra, 1. Baskı. Posadistleri sorgulamak mantığa aykırı gibi görünebilir, ancak Gittlitz’in kitabının şaşırtıcı yönlerinden biri, bu projenin başarısızlığından ne kadar çok şey öğrenilebileceği ve bugün devrimci örgütlenme için ne anlama geldiğidir.
22Janet Biehl (Ed), “The Murray Bookchin Reader“, 1999, Black Rose Books, Montreal, 1. Baskı. Bookchin’in eserlerinin önemli bir kısmı theanarchistlibrary.org sitesinde bulunabilir ancak en önemli çalışmalarından biri “Listen, Marxist!”e (1969) buradan ulaşabilirsiniz.
23Rojava Enternasyonalist Komünü, “Make Rojava Green Again“, 2019, Dog Section Press, Londra, 1. Baskı
24Andre Gorz, “Farewell to the Working Class“, 1982, Pluto Press, Londra, 1. Baskı.
25Naomi Klein, “This Changes Everything: Capitalism vs. the Climate“, 2014, Simon & Schuster, New York, 1. Baskı.
26Martin Arboleda, “Planetary Mine: Territories of Extraction Under Late Capitalism“, 2020, Verso Books, Londra, 1. Baskı. Bu kitap, genişliği bakımından istisnai bir eserdir ve hem devletin hem de emperyalizmin kaynakların yeraltından çıkarılmasındaki güncel rolünü yeniden analiz etmeye çalışırken, ekolojik leninizme sahip çıkmadan, ekolojik leninist bir proje için gereken ölçeğe en yakın çalışma olarak beni şaşırtmıştır.
27Salar Mohandesi, “Party As Articulator“, Viewpoint Magazine, Eylül 2020
28Lenin, “Imperialism the Highest Stage of Capitalism“, 1917
29Jason Moore, “Capitalism in the Web of Life: Ecology and the Accumulation of Capital“, 2015, Verso Books, Londra, 1. Baskı. Düalizmler ve metabolizmalar etrafında dönen bir ileri bir geri gidip gelmelere rağmen, Moore’un derin tarihsel kavrayışı, emperyal genişleme tarihini iklim değişikliğini açıklamamıza entegre etmek için sınırları tartışması yoluyla çok önemli fırsatlar sağlar.
30Nick Estes, “Our History Is the Future: Standing Rock Versus the Dakota Access Pipeline, and the Long Tradition of Indigenous Resistance“, 2019, Verso Books, Londra, 1. Baskı.
31Frantz Fanon, “The Wretched of the Earth“, 1963, Grove Press, New York, 1. Baskı. Buna ek olarak yakın zaman önceki “Alienation and Freedom” (2018, Bloomsbury, Londra, 1. Baskı) olası içgörülerden oluşan bir hazine içeriyor.
32Ambalavaner Sivanandan, “Communities of Resistance: Writings on black struggles for socialism“, 1990, Verso Books, Londra, 1. Baskı.
33Lenin, “Materialism and Empirio-Criticism“, 1909
34Bu eleştirinin bazı spesifik yanları, çeşitli eserlerde giderek daha fazla yeniden ele alınıyor: McKenzie Wark, “Molecular Red: Theory for the Anthropocene” (2015, Verso Books, Londra, 1. Baskı) ve James White, “Red Hamlet: The Life and Ideas of Alexander Bogdanov” (2019, Haymarket Books, Chicago, 1. Baskı). Alexander Bogdanov Kütüphanesi’nin Bogdanov’un çalışmalarını tercüme etmesiyle umuyoruz ki Bogdanov’un bugün farklı yollardan yararlı olabileceği daha verimli bir ilişkilenmeyi sağlayacaktır.
35Lenin, “Philosophical Notebooks“, 1933
36Loren Graham, “Science and Philosophy in the Soviet Union“, 1972, Knopf, New York, 1. Baskı.
37Helena Sheehan, “Marxism and the Philosophy of Science“, 2017, Verso Books, Londra.
38Belki de bu grubu daha detaylı ele almaya çalışan kitap Gary Werskey’den “The Visible College: Scientists and Socialists in the 1930’s” (1978, Viking Press, New York, 1. Baskı). Bu hareket yeniden bir değerlendirme için olgunlaştı, özellikle de iklim değişikliğinin önemi ve toplumun gelişimiyle ilgili bilimin diğer alanları göz önünde bulundurulduğunda.
39Lysenko ile ilgili yoğun bir literatür mevcut. En etkili “miçurinizm” tartışmalarından biri Dominique Lecourt’un “Proletarian Science? The Case of Lysenko” (1977, New Left Books, Londra, 1. Baskı).
40Donna Haraway, “Situated Knowledges: The Science Question in Feminism and the Privilege of Partial Perspective“, Feminist Studies, 1988, Vol 13, No 3, 575-599. Buna ek olarak Haraway’in çalışmalarının en iyi özeti yine kendi yazdığı “Manifestly Haraway“de bulunabilir (2016, University of Minnesota Press, Minneapolis, 1. Baskı). Sosyalist çevrelerde pek çok ‘post-hümanist’ düşünüre dair makul bir şüphe var, Haraway örneğinde ise bu özellikle anti-natalist yönelimi nedeniyledir. Buna dair mükemmel bir özet Sophie Lewis’in “Cthulu plays no role for me” (Viewpoint Magazine, Mayıs 2017). Sosyalistler için, sanırım bu, bazılarının çabucak dahil olduğu külliyatın tamamen reddedilmesinden ziyade, genç Haraway’in düşüncesini eski Haraway üzerinden sorgulayan ve geliştiren bir husus.
41Roy Bhaskar, “A Realist Theory of Science”, 2007, Verso Books, Londra. Bhaskar’ın kapsamlı eserine başlamak için iyi bir yer Andrew Collier’in “Critical Realism: An Introduction to Roy Bhaskar’s Philosophy” (1994, Verso Books, Londra, 1. Baskı).
42Christopher Caudwell, “The Crisis in Physics”, 2007, Verso Books, Londra.
43Slavoj Zizek, “Absolute Recoil: Towards a New Foundation of Dialectical Materialism”, 2015, Verso Books, Londra, 1. Baskı. İlginç olsa da, bilimdeki yeni gelişmeleri herhangi bir leninist felsefeyle yeniden bütünleştireceksek, bu tür ağır psikanaliz çalışmaları başlamak için iyi bir yer değil.
44John Bellamy Foster ve Paul Burkett, “Marx and the Earth: An Anti-Critique”, 2017, Haymarket Books, Chicago, 1. Baskı. Burada ilgili kısım “Ekososyalist Analizin Üç Aşaması” üzerine olan giriştir.
45Karl Marx, “Theses on Feuerbach”, 1845