Büyüknohutçu Çifti Anısına Saygıyla…
Hani diyorlar ya, “Dünya intikamını alıyor insandan, bak salgında çekilince insanlar evlerine doğa nasıl kendine geldi” diye. E, peki bu Dünya intikam alacak kadar insani duygulara sahip de doğayı savunan insanları seçemiyor mu bu intikamında? İlla ki Dünya’ya bir duygu atfedeceksek, şunu kendi açımdan daha cesaret verici bulurum: Dünya ekoloji aktivistleri aracılığıyla kendine yönelik tarihsel bir saldırı başlatan sermaye düzenine direniyor. İnsanların büyük bir çoğunluğunun salgında eve çekilememesiyle aynı saldırı bu. İşçiler ölüyor hastalıktan ya da açlıktan, doğa yıkıma uğruyor tüm bu dönen çarklardan. En geç 70’lerin sonunda görebileceğimiz gibi “Batı’da” ya da “Doğu’da”, “Kuzey’de” ya da “Güney’de” öyle birbirinden kopuk da değil üstelik. Elbette tarihsel sömürgeciliğin etkisiyle farklı düzeylerde de olsa aynı anda, aynı sebeplerden gerçekleşiyor doğal felaketler, doğa talanının failleri mülksüzleştirme ağlarında çok da görünmez olmayan bağlarla bağlılar birbirlerine.
9 Mayıs 2017, henüz atlatılmış referandum dönemecinin üstüne politik gerilimin yüksek olduğu, şiddetin normalleştiği bir süreçte, Türkiye özelinde işte böyle bir mücadelenin içinde, kalleşçe işlenen bir cinayetle hatırlanıyor bizler tarafından. Büyüknohutçu çifti, o hayran oldukları doğayla uyum içinde yaşamının hayalini kuruyorlardı ve bu yaşama erişmek için emeklilik planları, evlerine kapanıp sessizce etraflarındaki yıkımı izlemek değil, hayallerini yok etmek isteyenlerle mücadele etmekti. Onların mücadelesi ve bu alçakça cinayet dünyada ekoloji ve çevre aktivistlerine yönelik artan şiddet, yıldırma, korkutma, yerinden etme, hapsetme saldırılarının bir parçası. Failler çok da görünmez olmayan sermaye ilişkileriyle birbirine bağlı.
Doğa savunucuları cinayetleri bir katliam düzeyine vararak son 15 yılda ikiye katlandı. 2002-2017 arasında 50 ülkede en az 1558 aktivist katledildi.1 İngiltere merkezli Global Witness (Küresel Tanıklık) adlı kuruluşun hazırladığı raporlarda bu “en az” olarak geçiyor; çünkü çoğu ülkede kırsal alanlarda küçük çiftçilerin, köylülerin öldürülmesi münferit vakalar olarak kayıtlara geçiyor ve bölgedeki sermayenin yatırım işgali ile doğrudan bir bağ kurulamıyor. 2018’de 164’e düşen cinayet sayısı2 ile 2019’da cinayetlerde azalma görülse de aktivistlere yönelik saldırılar başka biçimlerde sürekli bir artış içinde. Gıdadan elektronik cihazlara, mücevhere, minerallere, oduna, palm yağına, hatta bugün salgının çıkışında görüldüğü üzere egzotik hayvan tüketimine, vb. talep devam ettikçe doğayı savunmak için öne çıkan insanların doğrudan bu şiddetin hedefinde olması kaçınılmaz.
Üstelik saldırılar, önceki yıllarda hukukun üstünlüğü ilkesinin çoğu zaman işlemediği ülkelerde yaygın bir şekilde görülürken yıllar içinde sözde “demokratik” ülkelerde de sıradan bir hâl aldı. En son yayınlanan 2018 raporunda Filipinler, uzun yıllardır en çok cinayetin işlendiği ülke olan Brezilya’dan bu kötü şöhreti kendine alırken barış görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlanan Kolombiya ve küresel güç ilişkilerinde yükselmek için halkına ve doğaya zulmeden Hindu-faşist Modi liderliğindeki Hindistan en çok cinayetin görüldüğü ülkeler oldu. Ancak ABD’de Trump ve hükümet yetkililerinin boru hattı protestolarına katılanlardan terörist olarak söz etmeleri ve onları 20 yıla varan cezalara çarptırmaları, Kanada’da TransCanada şirketinin doğal gaz boru hattını protesto eden arazi sahibi Unist’ot yerli halkına dava açılması ve arazinin şirkete verilmesi, İngiltere’de yetkililerin Yokoluş İsyanı hareketindeki iklim aktivistlerini bitirme sözü vermesi, Almanya’da Hambach Ormanı direnişçilerine yönelik baskı ve polis şiddeti, Fransa’da iklim aktivistlerinin terörle mücadele birimlerince soruşturulması, vd. ekolojistlere yönelik saldırıların kapsamının tüm dünyada genişlediğini göstermektedir.
Küresel Güney’in parçası subtropikal ülkelerin yolsuzluk, temel haklar, şeffaflık gibi konularda düşük performansları nedeniyle bu cinayetlerin dünya medyasında 3. sayfa haberi şeklinde verilmesi ülkelerdeki bu yapısal bozuklukların sömürgecilik ve emperyalizmle olan ilişkisini es geçme eğilimindedir. Küresel Güney’de üretilen metalar ya da buradaki doğal zenginlikler Küresel Kuzey’in kullanımına sunularak ekolojik bedelin daha ilk anda eşitsiz sonuçlarını ortaya çıkarmaktadır oysa ki. Ekolojik felaketlere karşı önlem almada da yine aynı düzenek işler ve bu ülkeleri daha kırılgan bir konumda bırakır. Aktivistlere yönelik şiddetin bu ülkelerde olması esasen en büyük doğa talanının ve böylece yaşam hakkı ihlalinin bu ülkelerde gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Küresel Kuzey’deki “tüketicilerin” sorumlu davranması ile geçiştirilecek bir durum değildir bu. Nasıl ki kapitalizmle yüzleşmeyen bir antiemperyalizm içi boş bir milliyetçiliğe meylediyorsa, sömürgecilik ve emperyalizmle yüzleşmeden ekoloji aktivistlerine karşı işlenen suçların azalacağını düşünmek de bir o kadar kör bir mücadele olur. Ancak dünya ezilenleri, direnişlerini ve seslerini daha güçlü bir şekilde birleştirdikçe ve egemen sınıfların yönetim aygıtı devletlerin sermayeyle olan ilişkisi daha net açığa çıktıkça bu ideolojik örtüler de mücadelenin önünde engel olmaktan çıkmaktadır.
Ekoloji aktivistleri cinayetleri dünyada %10’luk bir oranla mahkûmiyetle sonuçlanıyor. Dünyadaki tüm cinayetler için ise bu oran %43.3 Cezasızlık ve sorumluluların ortaya çıkarılamaması Büyüknohutçu çifti cinayetinde olduğu gibi genel bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Bu durum ancak yürütülen mücadele yükseltilerek, süreklileştirilerek ve hesap sorma cüreti göstererek düzeltilebilir. Her şey olduğu gibi adaleti de takip etmek, çekip almak zorundayız, başka yolu yok.
Ezilen sınıfların mücadelesinin öne çıkan ve sivrilen yönü olan ekoloji mücadelesinde saldırılara maruz kalanlar çoğu zaman doğa talanı projesinin gerçekleşeceği mekanda ve civarında yaşayan çiftçiler, köylüler, kırsal alan emekçileri ve proje kentte ise kentsel yaşam alanı savunucuları olurken, 2008 sonrasında küresel ekonomik krizin etkileri, iklim kriziyle şiddetlenen iklim felaketleri ve yükselen iklim hareketi ve ekoloji mücadelesiyle birlikte iyice belirginleşen şekilde sınır tanımaksızın tüm itiraz edenlere yöneldi. En çok cinayet ise madenciliğe, endüstriyel tarıma, hidroelektrik barajlarına ve ağaç kesimi faaliyetlerine karşı direnişlerde gerçekleşti. Yasa dışı madenciliğe müdahale eden, kârlı anlaşmaların foyasını açığa çıkaran ya da sadece bu yıkım işleri olurken oradan geçen insanların dahi bu cinayetlerin maktulleri olabildiğine tanıklık ettik.
Örneğin ülkedeki odunun %80’i (müşterileri başta İngiltere, ABD ve Çin olan dünya pazarının %25’i) yasadışı şekilde temin edilen ve cinayetlerin en çok görüldüğü ülkelerden olan Brezilya’da faşist Bolsonaro’nun, seçilmesinden sonra Amazonlarda madencilik ve tarım için alan açılmasını kolaylaştıran yasa önerisi ve topraksız çiftçiler için kampanyalar düzenleyen MST’yi terör faaliyeti ile suçlaması, daha yasa geçmeden buralarda yaşayan yerliler üzerindeki şiddet, korkutma ve öldürme pratiklerini tetikledi ve geçtiğimiz Temmuz’da Waiãpi yerli halkı liderlerinden Emrya Waiãpi’nin altın madencileri tarafından bıçaklanarak katledilmesi bu yeni saldırı dalgasının sonucunda geldi.4 Yangınlarla boğuşan Amazon ormanları, Garimpeiro denilen bağımsız bireysel madencilerin ağaç kıyımı ve nehirleri kurşunla zehirlemesiyle de yüz yüze kaldı. Son süreçte 50 Garimpeiro’nun Amapa eyaletinde yaklaşık 600 bin hektarlık Waiãpi toprağını işgal ettiği tahmin ediliyor. Ülkedeki arazi gaspı ve doğal zenginliklerin sömürülmesine karşı direnişte ölenlerin %40’ını yerli halklar oluşturuyor.
Saldırıların failleri ise devletin kolluk güçleri, ordu güçleri, paramiliter çeteler, şirket güvenlik elemanları. Örneğin 2017 raporunda cinayetlerin %25’inin polis ve ordu güçlerince işlendiği görülüyor. Cezasızlığın temelinde tam da hukuksal mekanizmaları doğrudan etkileme gücü olan bu yapıların fail olarak yer alması duruyor. Aktivistleri korumak üzere iç hukukta belirtilen yasaların yanı sıra “BM İnsan Hakları Savunucuları Deklarasyonu” ve “BM İnsan Hakları ve Ticaret üzerine Rehber İlkeler” gibi yasal ve yönetmelik düzeyinde belgeler olsa da bunlar uygulanmayarak kâğıt üzerinde kalıyor. Örneğin Kenya’da Lamu Limanı’ndaki Sudan-Etiyopya taşımacılık koridoru kapsamında yapılan LAPSSET projesine karşı barışçıl bir protestoda gözaltına alınan iki çevre aktivisti 2016’da kaybedilmiş ve polis, aktivistleri Kenya’da faaliyet gösteren İslamcı terör örgütü El-Şebab ile ilişkilendirmiştir.5 Mart 2016’da katledilen Honduraslı yerli hak savunucusu Berta Caceres için gösterilen uluslararası dayanışma ve onun ülkesinde ilham olduğu binlerce insanın mücadelesi sayesinde cezasızlık politikasının aksi örnekleri de yaşanmakta. Aralık 2019’da cinayet zanlıları 30 ilâ 50 yıl arasında cezalar aldılar.6
Fiziksel şiddet bir kez bir araç olarak kullanılmaya başlanınca bir sarmal gibi büyüyerek ilerliyor. Halkın örgütlülüğünün güçlü olduğu yerlerde dahi bu şiddet tekelini elinde tutan güçlere geri adım attırmak kolay olmuyor. Bu belki de ancak bu güçlerin kendi içlerindeki diğer çelişkilere yüklenerek, daha ötesinde kendi yasalarını dahi dinlemeyen devletlere, onun kolluk güçlerine karşı fiili meşru mücadeleyi yükselterek ekoloji hareketinin eylem stratejisinin bir parçası olabilir. Doğa yıkımı yok oluş raddesine gelmişken dünyada ekoloji hareketinin daha güçlü bir dayanışmayı, yerelliği aşan bir örgütlenmeyi ve mücadelenin tüm araç ve biçimlerini eş zamanlı ve uyum içinde kullanmayı başarmayı önüne koymasının gerekliliği daha acil görünmektedir.
Global Witness dışında Meksika Çevre Hakları Merkezi (CEMDA) gibi saldırıların en çok görüldüğü Latin Amerika’da faaliyet yürüten adalet takipçisi kuruluşlar da düzenli raporlar yayınlamaktadır. CEMDA’nın raporuna göre Meksika’da 2012-2019 arasında yaşanan 500’ün üzerindeki saldırıdan 150’si enerji projeleriyle, 70’i madencilikle ilişkilidir. 2019’daki saldırıların %40’ından polis ve ulusal muhafızlar sorumludur. En son örnekleri, Şubat 2019’da termik santral protestosunda vurularak öldürülen Samir Flores ve Ocak ve Mart 2020’de evlerinde katledilen kelebek korumacı 2 aktivisttir.7 Üstelik bu durum sosyal demokrat bir programla başkan seçilmeyi başaran Andres Manuel Lopez Obrador’un çevre aktivistlerini “solcu radikaller” olarak damgalamasıyla aynı şekilde devam ediyor. 2020’de Kolombiya’da bir ulusal park görevlisi, Kosta Rika’da yerli toprakları için mücadele eden bir aktivist ve Brezilya’da Guajajara topluluğundan 5 kişi cinayetlere kurban gitti ve Latin Amerika’nın bu konudaki kötü kaydını devam ettirdi.8 2019’da Uluslararası Af Örgütüne göre Latin Amerika’da farklı mücadele alanlarından 22’si gazeteci, 208 aktivist öldürülmüştür.
BM Yerli Hakları Özel Raportörü Filipinler’den Victoria Tauli-Corpuz, Filipinler başkanı Rodrigo Duterte tarafından terörist ilân edilmesi üzerine ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Duterte 2017’deki IŞİD saldırılarını bahane ederek ilan ettiği Marawi bölgesindeki OHAL’i kaldırmadı ve bunu endüstriyel tarım, kömür ve altın madenciliği için bir fırsata dönüştürmeye çalıştı. Bölgede yaşayan Lumad halkından 2500 kişi zorla yerinden edildi.9
Doğa talanı bir direniş görmese bile, kendiliğinden sonuçlarıyla da insanlığa yönelik saldırının bir parçası ve belki de bunun en görünmez yanı da kadınlar ve çocukların karşılaştıkları sonuçlar. Uluslararası Doğa Korumacıları Birliğinin (IUCN) iki yıllık binden fazla bilgi kaynağını içeren çalışması tam da bu gerçeği ortaya koyuyor. Çalışmada kadın çevre hakları savunucularına ve kadın iklim mültecilerine yönelik cinsel temelli saldırıların şiddetlenen iklim kriziyle birlikte arttığı belirtilmekte. Keza çevre tahribatı ve ekosistemler üzerindeki stresin yarattığı kıtlık, işsizlik gibi koşulların bu bölgelerde kadına yönelik şiddeti arttırdığı gözlemlendi. Bazı bölgelerde topluluklar kız çocuklarının bakım yükünden kurtulmak için çocuk yaşta evliliğe yönelmekte. Yine, doğal felaketlerin yaşandığı bölgelerde çocukların ticari amaçlı cinsel sömürüsü ve insan kaçakçılığında artış yaşanmakta.10
Çok da uzak olmayan bir “eski”den orta sınıfların lüksü olarak bakılan ekoloji mücadelesi ekolojik yıkımın geldiği noktada yaşamsal mücadeleyle özdeşleşmiş, meşruiyeti kanıtlanmış ve sınıfsal içeriği daha da belirginleşmiş durumda. Kuzey Ormanları Savunmasından aktivistlerin de katıldığı en son Ekim 2019’da Brezilya’da 3.’sü gerçekleşen Uluslararası Orman Savunucuları Konferanslarında ekoloji örgütlerinin güçlü/zayıf, fırsat/tehdit analizlerini yaptıkları atölyede vardıkları sonuçlar aslında ekoloji hareketine yönelik saldırılar gibi hareketlerin sorunlarının da benzer olduğunu gösteriyor. Belirlenen öncelikleri şöyle: Doğa savunucuları ile destek kanalları arasındaki iletişim kopukluğu, adalete erişim ve mahkemelerin bağımsız olmayışı, dışsal tehditlere ve baskılara tepki vermekten pro-aktif bir eylemselliğe geçmede yaşanan zorluklar, çatışma alanlarında yaşayanların güvenliği, toplulukların marjinalleştirilmesine karşı mücadele, çevresel yıkım projelerine karşı yerel muhalefetin güçlendirilmesi, uluslararası dayanışma ve baskı oluşturma, ekoloji örgütleri arasında dayanışma ve cesaretlendirme eylemleri, yerli ve yerel halkın toprak hakkına saygı.
Dünya, tüm iklim aktivistlerini Büyüknohutçu çifti gibi cesur insanları savunmaya çağırıyor. Onların ve tüm dünyada doğamızın korunmasında katledilen yoldaşlarımızın cesareti mücadelemizi aydınlatıyor. Cesaretimizi, örgütlülüğümüzü ulusları aşan, ulus ötesi bir şekilde büyütmek, genişletmek, hızla birbirimizden öğrenmek ve hızla harekete geçmek bugünkü doğa yıkımını durdurmanın olmazsa olmazı, yoldaşlarımızın önümüze koyduğu görev. Biz ne kadar beklesek de, dünya kendisini talan eden sermayeden intikamını kendi kendine almayacak. Evimizi sermayenin aç gözlü talanından korumak ve hayatını kaybeden yoldaşlarımızın emaneti olan mücadeleyi aynı kararlılıkla sırtlamak içinde bulunduğumuz dönemde marksist ekoloji aktivistleri olarak birinci sorumluluğumuz. Büyüknohutçu çiftinin üçüncü ölüm yıldönümlerini anarken bu sorumluğu yeniden tüm ağırlıyla üzerimizde hissediyoruz. İklim mücadelesi, tüm eşitlikçi mücadeleler gibi, açgözlü sermayenin karşısında büyüyecek ve tehditlere hiçbir zaman boyun eğmeyecektir.
4https://www.theguardian.com/world/2019/jul/28/amazon-gold-miners-invade-indigenous-village-brazil-leader-killed