Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekolojik yıkım her geçen gün daha da yaygınlaşıyor, derinleşiyor.[1]Küreselleşen kapitalist gelişmenin bedeli olan ekolojik yıkım eşitsiz ve adaletsiz dünyada ezilen sınıfları, halkları, cinsleri ve diğer canlıları yok oluşa sürüklüyor. Seller, tayfunlar, kuraklık, orman yangınları, okyanuslardaki ve tatlı sulardaki kirlenme, aşırı sıcak hava dalgaları gibi felaketler sermaye için yeni türev piyasaları demek olurken diğer bütün canlılar için ölüm anlamına geliyor. Küresel sermaye sınıfı, tüm yeşillenme söylemine ve adımlarına eşlik eder bir şekilde kapitalizmin uzun bunalımının ihtiyaçları doğrultusunda başta Arktik Denizi’nde olmak üzere okyanus derinliklerinde yeni fosil yakıt ve nadir toprak elementi rezervleri arıyor; kaya gazı ve hidrojen gazı, nükleer enerji gibi alanlarda doğanın yıkımını hızlandıracak stratejik adımlar atıyor. Her zaman olduğu gibi kapitalizmin her gelişim dalgası halklar ve doğa için daha derin sömürü, yıkım ve savaş demek oluyor.
Küresel sermaye sınıfı doğanın yıkımını hızlandıracak adımlar atarken sermayeye karşı genel toplumsal mücadelenin bir parçası olarak özgünleşen ekoloji mücadelesinin neredeyse doğumundan beri tekrarlayıp durduğu programlarla, stratejilerle, söylemlerle ve örgütlenmelerle ilerlemesi giderek güç hale gelmiştir. Bu yüzden bir kez daha “Ekoloji mücadelesi geçmişindeki hareket tarzını yineleyerek mi yol almalı, yoksa yeni bir strateji geliştirme çabasına mı girmeli?” sorusunu tartışmaya açma ihtiyacı hissediyoruz.
Sorun tespiti
Türkiye’de bir “ekoloji hareketi”nden bahsedilecekse eğer bu “etkinlik kaynaklı (termik santral, çimento fabrikası, taş ocağı), tahribata bağlı (orman, kıyı, mera tahribi), kirliliğe dayalı (hava, su, toprak kirliliği), risk tanımlı (nükleer, GDO) olarak sorunlara karşı ‘yerel’ odaklı gelişmiş, bu tekil-sorun-projedeki gelişmeye bağlı olarak süredurmuş, yenmiş/yenilmiş, sönümlenmiş ya da bitmiştir. Bu açıdan kesintili bir süreklilik söz konusu olmuştur. Eskinin deneyimleri kısmen de olsa yeni hareketlere aktarılabilmişse de, yerel ve tekil/sorun odaklı olmaktan dolayı her yerel hareket diğerlerini tekrarlamak zorunda kalmıştır.”
Yerel, tekil/sorun odaklı direnişler başta İstanbul olmak üzere metropollerde destek bulduğu, sosyal medya ve emekçi sol basında görünürlük sağladığı oranda toplumsallaşarak “memleket meselesi” haline gelmeyi başarmış ve kazanım elde etmişlerdir. Kuşkusuz bu da düşmanın kim olduğuna, iktidarla ilişki düzeyine göre değişmiştir. Artvin Cerattepe’de iktidarın bir numaralı şirketi Cengiz Holding karşısında yenilirken Çanakkale’de dünya devi Alamos Gold karşısında zafer kazanmış olmamızın deneyimleri bakışımlı olarak ele alınmalıdır.
Türkiye’de, öncesi bir yana, AKP iktidarının küresel sermaye güçlerinin ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen, AKP’nin organik tabanını oluşturan orta burjuvazinin sıçramasının en hızlı yolunu sağlayan enerji, yol, inşaat, turizm vb. politikaları ile Anadolu’nun her bir yanının şantiyeye çevrilmesi karşısında “can havliyle” direnişler pıtrak verdi. Hemen her ilde, ilçede “çevre derneği”, “platformu” kuruldu. Bunlar sadece AKP karşıtları tarafından değil, AKP seçmenleri tarafından da kuruldu. Yerellerde tekil-sorun odaklı bu dernekler, platformlar “sorun”u halletmek için “siyasetler üstü”lük iddiasına dayanarak kendilerine varlık alanı geliştirmeye çalıştılar. Bir sorun karşısında mekandaki etkilenen herkesi bir araya getirerek yeni bir aidiyet yaratmanın nesnel zemini olan bu “çevre/doğa dernekleri/platformları” tam da bu yaklaşımın yereldeki herkesin çıkarını birleştirdiği yanılgısına düştüler, uzun vadede sonuçları itibariyle gerçekten herkesin çıkarı o yerelin korunması olsa da anın öznel bilinci çoğu durumda daha kısa vadeli çıkarlara odaklandı ve bunlar siyasetler üstülük iddiasının çukuruna düşerek gerici uzlaşmaların adresi oldu. Üçbeş ağacı kurtarırken ormanın kaybedilmesine neden olundu.
Siyaset(ler) üstülük iddiası, “çevre tahribatının ve ekoloji mücadelesinin siyasetten – sanki mümkünmüş gibi – ayrılabileceğine inanan bir siyaset”, “ekoloji mücadelesini yerel bir dar görüşlülüğe hapsetmenin, emek, kadın ve diğer toplumsal mücadeleleri ekoloji mücadelesinden yalıtmanın siyaseti” olmuştur.
Tekil/sorun odaklılık, siyasetler üstülük ve yerelcilik aradan geçen onca zamana, başarılı/başarısız birçok deneyime rağmen ekoloji hareketinin içinden çıkamadığı bir tekrarın içine hapsolmasına neden olmaktadır. Bu kendi başına bir şey ifade etmeyebilirdi. Sonuçta “hareketin” ortak bir hedef belirlemesi yok. Neyi, nasıl yapması gerektiğiyle ilgili önünde bir çizelge yok. Ama iklim krizi başta olmak üzere ekolojik çöküşün geldiği noktada bu durum artık kazanımların da anlamını hızla yitirmesine neden oluyor. Yani, ekoloji hareketi, yereli korumanın yerelci kalarak mümkün olmadığını her geçen gün daha sert bir şekilde deneyimliyor. Bunun neden böyle olduğu doğrudan kapitalizmin güncel işleyişiyle ilgili ve bu yazının kapsamını aşan bir konu. Biz, vurgulamak istediğimiz noktadan devam edelim.
“Hareket” diye ifade edilebilecek bu kendiliğinden toplumsal mücadelelerin çoğuna rengini veren bu üç özellik, belli bir yerdeki herkesi farklı oranlarda etkileyen sorun karşısında, geleneksel siyasi, kültürel, bölgesel vb. aidiyetleri aşmadan ama paranteze alarak bir araya getirmekle yeni bir aidiyet – “yaşam alanı savunucuları” – oluşturmaya adım atılmasını sağlayarak, o an, o yerde ve o sorun/şirket karşısında başarılı bir mücadele ortaya çıkarabilmektedir. Fakat bu “başarı”nın sürdürülmesi için sadık kalınması gereken uzlaşma aynı zamanda bir süre sonra onun en temel handikabına dönüşür: Demokratik tartışma ortamı rafa kalkarken uzlaşma gerici bir içerik kazanır. Zira, “olay”ın sonunda herkes eski pozisyonuna geri dönmüştür, “siyaset” bitmiştir; bu durum temel sorunun bir sonucudur.
Ekoloji hareketinin “tarih yapması” için, kendi aidiyetini kurması gerekir. “Köprüyü geçene kadar” yapılan gerici uzlaşma günü kurtarmaya yarayabilir ama uzun vadede hareketi tekrara sokarak yenilgiye uğrattığını görmek gerekiyor. Ekoloji hareketinin yeni bir yaşam kurmayı hedefleyen bütünlüklü ve uzun vadeli bir bakış açısında, programa, stratejiye ve buna uygun örgütlenmeye ihtiyacı var.
Dönemin bakiyesi
Diğer toplumsal mücadele alanlarında 2000’lerden sonraki örgütlenme tarzlarında yeni olan en bariz özellik sosyal medya (akıllı cep telefonlarının yaygınlaşması, Facebook, Whatsapp ve Twitter, vb.) imkânlarının hızlıca mücadelenin hizmetine koşulması oldu. Sosyal medya ortamları ve cep telefonları, hem ana/egemen medyaya erişim/etkileme gücü, hem sosyal medya grupları kurarak anlık iletişim imkânı yaratması, yerel ile diasporası arasındaki iletişimi kuvvetlendirmesi, en ücra köşelerdekilerin seslerini “anasayfa”ya taşımalarına izin vermesi gibi birçok özelliği ile hem tek tek bireylerin hem de yerel örgütlerin söz söyleme kapasitelerini arttırmıştır. Bu sayede olaylara hızlı refleks verme, “doğrudan eylem”, tanınma, bağ kurma, erişilebilirlik gibi birçok yetenek kazanılmıştır.
Bu eğilimlerin içine gark olmuş çevre ve ekoloji hareketi, 2010’dan beri merkezileşme, birleşme tartışmalarına girmiş, bu doğrultuda birkaç akamete uğrayan denemeden sonra sayıları 60’ı aşan yerel çevre/ekoloji derneği/platformunun bir dizi geniş toplantı serisinin ardından bir araya gelmesi ile 2018’de Ekoloji Birliği (EB) kurulmuştu. EB’den sonra da tematik bir konuda ama ulusal ve uluslararası “birleşik mücadele” örneği olarak 2020’de başlatılan Kazma Bırak Kampanyası deneyimi ve devamında da 2021’de Glasgow’daki COP zirvesi sürecinde şekillenen ve iklim adaleti temelinde kampanyalar yapmak üzere 72 bileşen ve birçok bireyden oluşan İklim Adaleti Koalisyonu kuruldu. Bunlardan önce özgün deneyimler olarak Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, Karadeniz İsyandadır
Platformu, bölgesel örgütlenme bakımından Derelerin Kardeşliği Platformu, il düzeyinde örgütlenmeler bakımından da Muğla Çevre Platformu, İstanbul’daki Kanal ve Yenişehir Projesine karşı Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu gibi örgütlenmeler geliştirildi. Kazdağları İstanbul Dayanışması ve Her Yer Kazdağları örgütlenmeleri ise hepsinden ayrı bir deneyimdir. Bütün bunlardan farklı şekilde gelişen tarihi daha eskiye dayanan Nükleer Karşıtı Platform (NKP) deneyimi ise yine bu toplamın bir parçasıdır. Her bir girişim, yeni bir yol açma denemesi, dönemin, mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda bir arayışın ifadesi olmakla birlikte elbette ekoloji mücadelesinin kitle tabanında demokratik bilinç, örgütlenme pratiği, eylem içinde şekillenme ve etkileşim açılarından mutlaka bir birikim yaratmıştır. Bunların bir kısmına daha yakından bakalım.
İlk nükleer santral ve NKP
Nükleer karşıtlığı, ekoloji hareketinin tarihi açısından en başat özelliklerden biri olagelmiş olsa da tüm yakıcılığına rağmen Türkiye’de maalesef geri plana düşmüştür. Yerel hareketlerin kendi sorunlarına gark olması burada, belki de yüzlerce maden projesi vb. diğer projeden daha büyük bir felaket tehlikesi barındıran nükleer santraller konusunda ilgiyi zayıflatmıştır. Nükleer gündemi, uluslararası bir olgu ve hareket konusu olduğundan yerelcilik hatta ulusalcılık bakış açısından kurtularak gezegensel düşünme bakımından da önemli bir konu. Ve tabi buna uygun olarak küresel nükleer karşıtı hareketle bağlar kurmak bakımından da önemli. Nükleer santral inşaatlarının farklı ülkelerde farklı dönemlerde öne çıkması eş zamanlı hareket imkanını kısıtlasa nükleer karşıtlığının ekoloji hareketinin odağı olmaktan çıkması daha çok ulusal dar görüşlülükten ileri gelmiştir.
Nükleer karşıtı hareketin yerel (Mersin, Sinop vd.) ve merkezi NKP olarak örgütlenmesi konuyu hem ekoloji hareketinin hem de ülke gündeminin merkezine taşısa da bir süre sonra mücadelede belirli eşiklerin aşılamaması, sürekliliğin mücadele ve örgütlenme planlarına değil de kurumsal yapılara dayanılarak sağlanmaya çalışılması ile sıradan bir gündem haline gelmiştir. Yerellerin etkinliğini yitirmesi, “işlerin” sekreterlik görevini üstlenen Elektrik Mühendisleri Odası’na bırakılarak basın açıklamaları düzeyine gerilemesi, Çernobil ve Fukuşima facialarının yıldönümü etkinlikleri ve dava süreçlerinin takibi ile sınırlı bir eylemlilik elbette bu stratejik “devlet politikası”nın önüne geçemezdi. Bütün bu olup bitenler bu süreç içinde ülkede olup bitenlerden ayrı ya da farklı bir süreç gibi ele alınamaz, ancak mücadelede inisiyatif alanların “düşman”ın yapabilecekleri konusunda anlayışının net olmaması ve burjuva demokrasisinden yersiz beklentiler “yine dene, yine yenil” sonucunun da taşlarını döşemektedir. Ekoloji mücadelesi sömürülen ve ezilen sınıfların sınıf savaşımının kendiliğinden ya da örgütlü organik bir parçası, günümüz koşulları açısından da her şeyin kaderini belirleyecek en temel zeminidir. Bu açıdan “olağanüstü” ilgiyi hak eden nükleer gündemi, sonuçlarının ancak gelecek yıllarında görülecek olmasından kaynaklı ancak “sınıf bilinçli” öznelerin örgütlü mücadelesi öncülüğünde stratejik bir örgütlenmeye konu
olabilir. NKP bileşenleri bu özelliklere sahiptirler ve Akkuyu’nun devreye girme aşamasına gelmesindeki başarısızlık onun durdurulamaması değil, tam da bu anlayışla bir mücadelenin dahi örgütlenememesindedir.
Bu yıl Çernobil’in yıldönümünde, sınırsız polis şiddeti ve sistematik devlet baskısı nedeniyle kitle katılımının zayıf olduğu İstanbul NKP tarafından yapılan basın açıklaması sadece 3 dakika sürdü. NKP bileşenleri arasında DİSK, KESK gibi emek örgütleri var ama bunların gerçekte hiçbir zaman nükleer diye bir gündemleri olmadığı söylenebilir. Temel sorunlardan biri de bu. DİSK, KESK gibi büyük yapıların bir platformda yer almasının platformu güçlü kılması gerekirken edilgenleştirmekten başka bir işe yaramadığı görülüyor. Karar alma süreçlerinin bürokratikleşmesi ve örgütlerin kendi iç ajandalarının ağırlığının yanı sıra nükleer ya da iklim gibi konularda iç eğitim örgütlememek, gündemi takip etmemek ya da bunları eksik yapmak temel zaaflardandır. Platformların kendi bileşenlerinin örgütlü kesimlerini bilgilendirmek ve harekete geçirmek yerine belirsiz bir kitleye seslenmeyi “kamuoyu oluşturmak” sanması da bu sorunun diğer yüzüdür.
Ekososyalist bir deneme
Ekoloji hareketinde katkısı ve deneyimi bakımından Ekoloji Kolektifi Derneği (EKD) bir başka örnek vakadır. İksir Dergisi’nden itibaren ele alınırsa ilk ekososyalist dernek olan EKD, ekoloji hareketine hukuki, teknik bilgi alanlarında destek sunmanın yanında harekette bütünlüklü ve gezegensel bir ekolojik bakış açısının oluşması bakımından da büyük katkı yaptı. EKD’li avukatlar başta Gerze olmak üzere müdahil oldukları davalarda, politik ekoloji perspektifinin gelişmesinde ön açıcı oldu. EKD’nin çıkardığı Kolektif Dergisi ekososyalist bir yayın organı olarak ekososyalist bakış açısının toplumsallaşmasını, akademik bilgi üretimi ile aktivizm arasında bağların kurulmasını sağladı. Ayrıca birçok çalıştay benzeri bir araya gelişlerle EKD, ekoloji hareketinin birleşik mücadelesi için de rol üstlendi.
Bütün bu olumlu adımlara rağmen EKD, kendi iç işleyişinde kolektivizmi geliştirmekte, ekososyalistlerin ortak örgütü olmakta başarılı olamadı. Son döneminde bir AB kuruluşundan aldığı fon ile ekoloji broşürleri çıkararak ve Ekoloji Arşivi ile İklim Adaleti internet sitelerini kurarak çok önemli bir ihtiyacın giderilmesi için adım atmış oldu. Fakat bir süre sonra Dernek’ten yaşanan istifalar işlerin dışardan göründüğü gibi iyi gitmediğini ortaya koydu. Önce tek tek istifaların ardından 7 dernek üyesinin “Fonlara Teslim Olmayacağız” açıklaması geldi. Açıklamada, “Geçmişten gelen birtakım örgütsel problemlerin üzerine, fonlarla yürütülen projelere başlanmasıyla birlikte mali ve idari konularda sorumsuz davranılması, bu sorumsuzluğun etkileri görüldüğünde şeffaf olunmaması, kolektif içerisindeki eşit ilişki kurma biçimlerinin ihlal edilmesi birbirinin içine geçmiş daha büyük bir sorunlar yumağı yaratmış durumdadır” denilerek sorunların çözümü için dernek içi tartışma mekanizmalarının işletilemediği belirtildi. “Gelinen noktada kolektif davranmak, kolektif tartışmak ve kolektif çözüm üretmekten tamamen uzaklaşmış bir örgütsel yapıyla karşı karşıya kalmış” olduğu için istifa ettikleri açıkladılar.
Bu ağır iddialara rağmen EKD, ne ekoloji hareketine ne de devrimci sosyalist kamuoyuna hiçbir açıklama yapmaya dahi tenezzül etmedi. Ve böylece ekoloji hareketinden de düşmüş oldu. Başlatılan ekolojiarsivi.org, iklimadaleti.org çalışmaları da yüz üstü kaldı.
Burada bir parantez açarak, Polen Ekoloji Kolektifi’nin kurulmasının bir nedeninin de EKD’nin yaşadığı bu iflas olduğunu belirtmek isteriz. Polen Ekoloji, EKD’nin yaptığı bütün olumlu işleri bugün de çalışmalarında örnek almakta, sahiplenmektedir. Aynı zamanda olumsuz deneyiminden de öğrenmektedir.
Yerellerden metropollere
Ekoloji hareketinde özgün bir başka deneyim olan Karadeniz İsyandadır Platformu (KİP), özel olarak Karadeniz’deki ama ötesinde yerel hareketlerin de İstanbul gibi metropollerde megafonu oldu. İstanbul’daki birçok örgütlenme ve eylemde yer almış bireylerden oluşan ekip, yaratıcı eylem biçimleri ile bu yerellerle kentli hareketler arasında bağın kurulmasını sağladı. Yerel hareketlerin sesinin İstanbul’un merkezi olan Taksim İstiklal Caddesi’nde yankılanmasını sağladı. Yaşam Yolculuğu ile yerellere yaptıkları gezilerin her bir anını eyleme çevirerek yerellerdeki statükoyu/rutini bozucu rol üstlendi. Diğer taraftan yerelleri tarumar eden şirketlerin genel merkezlerinin önünü eylem alanına çevirdi. Aynı zamanda sosyal medyayı etkin kullanması, buradaki gösteri biçimlerine uygun eylemler örgütlemesi diğer bir farklı yönü idi.
Bununla beraber Karadeniz’deki HES sürecinin gerilemesi ile KİP de sönümlendi. Grup üyeleri arasındaki kişisel sorunlar öne çıktı. Kısa zamanda da bir sosyal medya hesabından ibaret hale geldi. Yine de oluşan ağlar sayesinde Karadeniz’de yaşanan bir ekolojik yıkımda KİP hesabında hareketlilik kendini gösteriyor.
Yerellerin çatı girişimi
Örgütlenme deneyimi örnekleri bakımından elbette bu yazıdan daha fazla üzerinde durulması gereken örgütlerden biri de Ekoloji Birliği (EB). Kasım 2017’de Ege Çevre Platformu (EGEÇEP) tarafından organize edilen Bergama buluşması ile başlayan süreç, Mart 2018’de 56 yerel örgütün ortak imzasının olduğu kuruluş deklarasyonun açıklanmasıyla nihayetlenmiş oldu. Aslında EB, 2005 sonrası gelişen yerel hareketlerin 2010’a doğru yurt genelinde yaygınlık kazanması ile başlayan merkezileşme tartışmasına geç gelen yanıtlardan biridir.
EB, esasen yerellerde kendi sorunlarıyla uğraşan örgütlerin bir çatı altında toplanması biçiminde gelişti. Bununla birlikte kuruluş sürecinde “birliğin” genel ilkeleri, işleyişi ve perspektifine dair tartışmalar yapılmasına rağmen her bir yerel platformu tekil/sorun odaklı karakterinden kurtaracak ve hareketi birleştirecek politikaların ne olacağı sorusu cevapsız kaldı. Yani araç amacın, örgüt politikanın önüne geçmiş oldu. Nitekim bunun sonucu olarak da EB nicelik büyüklüğüne rağmen ekoloji hareketinin başlıca gündem belirleyeni olamadı, hatta – Kazdağları, iklim krizine karşı mücadele vb. gibi süreçlerde olduğu gibi – gündemin gerisine düştü, arkadan takip etmek durumunda kaldı. Bağımsız eylem hattını geliştiremedi; basın açıklamaları, çalıştaylar vb. yapmakla sınırlı kaldı.
EB’nin belki de en temel sorunu örgütleri şeklen bir araya getirse de bu örgütlerin ortak politikalar geliştirememiş olmasıdır. Bununla birlikte EB, birçok bileşenin tek kişilik örgütler olarak gerçek bir platform ya da dernek hüviyetine sahip olmaması, olanların da iç işleyişte asgari demokrasi kurallarını işletmekten hele ki örneğin kadın temsiliyeti gibi toplumsal özgürlük mücadelesinin temel değerlerinden, kurallarından uzak olmaları gibi bir dizi başka sorunla da baş etmek durumundadır. Elbette, örgütlülük düzeyi, örgütlenme biçimi, bileşenlerin ayrı ayrı ağırlıkları ve sorunları da bu tartışmaya dahildir. Tüm bunlardan dolayı EB yerel hareketleri yerelcilikten, tekil/sorun odaklılıktan çıkararak “ulusal” ve uluslararası ölçekte siyaset yapacak düzeye getirememektedir. EB, yerellerin ortak bir hedef etrafında nasıl eş zamanlı, uyum içinde farklı araç ve biçimlerle harekete geçirileceği konusunda halen yeterli derinlik ve deneyimden yoksun olmakla birlikte, tüm bu yerel mücadelelerin politikleşmesinde hızlandırıcı bir çatı rol oynama potansiyelini taşımaktadır.
Kazanıma giden bir yol
Son olarak ekoloji hareketinin OHAL koşullarında bile başarılı olabileceğini gösteren Kazdağları sürecini ve Kazdağları İstanbul Dayanışması’nı (KİD) ele almak istiyoruz. 20 yıllık Artvin Cerattepe ve Hasankeyf mücadelelerinin yenilgiye uğramasının yarattığı moral bozukluğu ortamında Kazdağları’nda Alamos Gold’a karşı gelişen direniş ekoloji mücadelesinin en önemli deneyimi ve başarısı sayılabilir.
Kirazlı’da 425 gün süren nöbet eylemi ve onun etrafında örülen direnişin birçok açıdan ele alınarak deneyimin toplumsallaşması ve sürekliliğin sağlanması gerekir. Fakat biz burada sadece direnişin kazanımla sonuçlanmasında büyük payı olduğunu düşündüğümüz KİD’i bazı yönleriyle ele almak istiyoruz. KİD, diğer bütün platformlar gibi birçok örgüt ve bireyin katılımı ile kurulmuş olsa da kısa zamanda temsili bileşenler geri düşerek, bir avuç insanın olağanüstü gayreti ile sürdürülen bir faaliyet haline geldi. Esas işi, Kirazlı’daki nöbetin teknik, lojistik desteğini sağlamak olsa da, politik olarak da belirleyici oldu (Hatta bu politik belirleyicilik daha sonra sorun haline de geldi). Yerel seçimlerin AKP açısından yenilgiyle sonuçlanmasının kitlelerde yarattığı olumlu havanın da gücünü arkasına alan Kazdağları Direnişi, tüm Türkiye’yi saflaştırmayı başardı. KİD bu süreçte İstanbul’daki hemen hemen her toplumsal olayda, panelde, kermeste, konserde, kongre ve konferansta Kazdağları’nı gündem haline getirdi. Yani, Kazdağları’nı “memleket meselesi” haline getirdi. OHAL ve pandemi koşullarına rağmen fiili meşru mücadele çizgisini ağaçtan dev kukla gibi yaratıcı eylem biçimleriyle birleştirdi. Medyayı ve milletvekilleri üzerinden parlamentoyu Kazdağları için bir şeyler yapmaları için zorladı. Saatlerce süren düzenli toplantı yapmak, alt çalışma grupları ile işbölümüne giderek herkesin bir iş üzerinden sürece katılımını sağlamak, dönüşümlü eş sözcülük, sık sık forumlar düzenlemek gibi yorucu ve yıpratıcı bir süreci bir şekilde yürütecek örgütsel iradeyi gösterdi.
Direnişin uzaması, pandemi yasaklarıyla hareketin sokak ayağının kesilmesi, direnişin pandemi boyunca uzun zaman sadece Kirazlı’daki nöbet ile sınırlı kalması zaman içinde KİD’de de çözülmeye neden oldu. Pandemi yasakları gerekçe gösterilerek nöbettekilerin gözaltına alınarak alana girişin engellenmesi ile direniş fiilen bitmiş oldu. Ancak şirket Kirazlı’dan çekilmek zorunda kaldı.
Kazdağları direnişinin diğer bir somut kazanımı ise Kazdağları Ekoloji Platformu’nun (KEP) kurulması oldu. KİD, KEP’in bir bileşeni olmaya devam ediyor ama esas rolünü tamamlamış oldu. KİD, Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu’nun kuruluşu başta olmak üzere İstanbul’daki hemen her eylemin örgütlenmesinde taşıyıcı, birleştirici bir ilişki ağı oldu; durum hâlâ da böyle denebilir.
KİD aynı zamanda Kirazlı’daki katliamla ülkedeki demokrasi sorunu ya da kadın cinayetleri gibi konular arasındaki bağı da kuran bir söylem geliştirdi. Düşmana düşman diyen bir hareket oldu. Bununla beraber o da tekil/sorun odaklı bir hareket olmanın ötesine geçemedi. Bu açıdan kendini yenileyemedi. Ancak adını korumaya çalıştığı alandan alan bir platformun platform olarak böyle bir gelişim göstermesi veya böyle bir beklenti yaratması gerçekçi olmazdı. Süreçte yer alan her bireyin ve irili ufaklı örgütün bu sorunları düzenli olarak tartışıp yol arayışında olması ve eylem/direniş halindeyken yeni mücadele düzeylerinin mayalanması olağan akışa daha uygun olacaktır.
Pratiğin gösterdiği
Yakın dönem ekoloji hareketinde yer etmiş belli başlı örgütlerin deneyimleri, bugün içinde bulunduğumuz ebedi tekrardan çıkış için bazı dersler sunmalıdır bize. Baştan itibaren belirttiğimiz üç temel özellik, bugün de ekoloji hareketlerinin karakteri olmaya devam ediyor. Bunlara ilaveten bireycilik ve konformizm gibi başka ideolojik sorunların olduğu da açık.
Ekoloji hareketinin kendi deneyimlerinin yanı sıra diğer toplumsal hareketlerinkilerden de öğrenerek kendisini aşması gerekmektedir. Ekolojik yıkımın sıcak coğrafyalarından birinde yaşadığımız gerçeği bize bunu başarmak ya da sermayenin kurbanı olmak seçeneği dışında bir şey sunmuyor.
Kuşkusuz ekoloji hareketinin içinde bulunduğu bu kendini tekrardan kurtulması politik ekolojik bir yaklaşımla, ekososyalist bir bakış açısıyla mümkündür. Ekososyalizmin ekoloji hareketinin teorisini pratiğin sonuçlarından süzerek geliştirmesi, siyasal iktidar ve toplumsal kurtuluş hedefi onu kurucu ideoloji haline getirir. Ekoloji hareketinin politikleşmesi, genel olarak politika kavramının dar kavranışından dolayı anlaşılmamaktadır. Politika, sadece “AKP karşıtlığı”, hatta “kapitalizm karşıtlığı” değildir. “Kahrolsun kapitalizm” demek politiklik anlamına gelmez. Politik bakış herhangi bir tekil sorunun toplumsal bağlarını, bağlamını aydınlatır.
Örneğin ekoloji hareketinin çokça gündemini meşgul eden enerji sorununda tartışma “enerji ihtiyacı”nın hangi teknikle karşılanacağı sorusuna indirgenir, fosil yakıt politikaları eleştirilir ve alternatif olarak yenilenebilir enerji teknikleri savunulur. Politik ekoloji açısından bu yaklaşım apolitiktir ve anti-bilimseldir. Enerji üretim ve yeniden üretim için gereklidir; dolayısıyla öncelikle üretimin tarihsel, toplumsal karakterinin aydınlatılması esas sorundur. Plansız, toplumsal ve bireysel gerçek ihtiyaçlar için değil de kâr ve belirsiz bir piyasa için üretimi esas alan kapitalist meta üretiminin sürdürülmesi için duyulan “enerji ihtiyacı” ile demokratik planlamayı, toplumsal ve bireysel kullanım ürünleri üretmeyi esas alan ekososyalist bir üretimin sürdürülmesi için duyulan “enerji ihtiyacı” bir ve aynı şey değildir. Somut olarak, planlı bir ekonomi halihazırdaki enerji ihtiyacını yüzde 60’lara varan oranda azaltabilir ve bu tek başına bile Birleşmiş Milletler çatısı altında karbon pazarlığı yapan kapitalistlerin 2100 ve daha sonrası için belirledikleri iklim krizine çözüm için gerekli karbon azaltımını acil olarak yerine getirmemizi sağlar. Fosil yakıtları kullanmaya devam etsek bile!
Politik bakış farklı örgütlenme düzeylerini/katmanlarını bir arada ele almayı, burjuva yasallığa takılmadan fiili meşru mücadele hattında konumlanmayı, kitle şiddeti dahil mücadelenin tüm araç ve biçimlerini gerektiği yerde uyumlu, eş zamanlı ve genel siyasi konjonktürle bağlantılı şekilde kimilerini öne çıkararak kullanmayı, taktiksel kazanımlar elde ederken stratejisini giderek netleştiren birleşik bir mücadele önderliği geliştirmeyi, sınıf mücadelesinin parçası olan farklı toplumsal çelişki alanlarıyla etkileşim içinde koşulları devrimcileştirmeyi öngörür.
Politik bakış açısı, sorunların toplumsal boyutlarını ortaya çıkararak hem ne yapılması hem de kimlerle yapılması gerektiği sorusuna da yanıt verir, mücadelenin ittifakları, dolaylı-dolaysız yedekleri taktiğin ve stratejinin konusu olur. Bergama köylülerinin direnişinin bir “çevre direnişi” olarak sınırlanması oradaki köylülerin ekonomik olarak yaşadıkları yıkıma, tarımdan geçinemez hale gelerek madende işçi olmaya mecbur kalmasına bigâne kalır. Aynı şekilde, yeni bir kavram olarak giderek öne çıkan emekoloji tartışmalarında dile getirdiğimiz gibi, her ekolojik yıkım mahallinin aynı zamanda bir emek yıkımı, işçi cinayeti mahalli olduğu gerçeği görülmez hale gelir. Oysa politik bakış açısı bu bağları aydınlatır.
Tüm bunlar hareketin güncel gerçekliğiyle bağı içinde ele alındığında mevcut durumda hangi platformlar, dernekler, direnişler, kampanyalar, STK’lar, siyasi partiler, politik ekoloji örgütleri bu sorunun muhatabıdır, bu gerçeklik içinde öncelikli adımlar nelerdir, bu da ayrı bir yazının konusu olsun.
Sonuç olarak, ekoloji hareketinin tekil/sorun odaklı, yerelci ve siyasetler üstü olma gibi karakterinin yarattığı sorunlardan kurtularak yenilenmesinin belli başlı parametrelerinin şunlar olduğunu söyleyebiliriz:
Politik bakış açısı ile tekil ekolojik yıkımın toplumsal bütünlük ile bağını aydınlatan ve buna göre politika, strateji ve örgütler geliştirmek gerekir.
İster bireylerden ister örgütlerden isterse bunların karmasından oluşsun, platformların demokratik bir işleyişe kavuşturulması gerekir.
Kadınların temsiliyetini önemsizleştiren erkek egemenliğine son vermek gerekir. Kadınsız toplantılar, yönetim kurulları, çalışma grupları pratik olarak yok sayılmalıdır.
Diğer toplumsal mücadele alanlarıyla ortaklıkların uygun biçim ve yöntemlerini dinamik bir şekilde kurgulamak gerekir.
Yatay ve kitlesel örgütlülükle güçlü bir merkezi koordinasyonu birbirine tezat biçimde düşünmeden, mücadelenin ihtiyacı neyse ona bağlı kalarak, ekoloji ve sınıf mücadeleleri tarihinin biriktirdiği hiçbir mücadele yöntemini kategorik olarak reddetmeden planlamalar yapmak gerekir.
Yerellerin ortak ve eş zamanlı eyleme geçmesini sağlamak için güçlü iletişim ağları kurmak, iletişim kuralları ve dilinde ortaklaşmak, kırılgan olmayan bir yoldaşlık hukuku geliştirmek gerekir.
Ortak tema, her hareket tarzının ve her örgütlenme katmanının tüm yerellerde birebir uygulanması değil, yerellerin koşullarına göre en sonuç alıcı biçimi belirlemeyi ve taktiksel zenginliği gerektiren süresi, hedefi, kapsamı, mücadele güçleri belli kampanyalar tarzında işlenebilir.
Ekoloji hareketi, yıkım projelerine karşı reaktif bir pozisyondan pro-aktif bir pozisyona geçmek için toplumsal kurtuluş stratejisinde netleşmeli, bunu yaparken ekolojik yaşamın örneklerini sunan komünal deneyimlere stratejinin içinde yer vermelidir.
…
[1] Bu çağrı/yazı Aykut Çoban’ın 4 yıl önce “Ekoloji Mücadelesinde Strateji Tartışması: ‘Yine Dene Yine Yenil’ Nereye Kadar?” yazısında giriştiği çabayı sürdürmeyi esas alıyor.