Bu yazı, Newaya Jin gazetesinin Ekim 2021 sayısında yayımlanmıştır. Gazetenin internet sitesinde yazının seslendirilmiş hâli de mevcut.
Kapitalizm meta üretmek için sonu olmayan kaynak arzıyla doğayı sömürerek toplum ve doğa arasındaki metabolizmada yarığa yol açtı ve sermayenin sürekli büyüme planı, milyonlarca yıl süren doğal döngünün kesintiye uğramasına neden oldu. Tüm gezegen, kapitalist üretim, dağıtım ve tüketim kalıplarına kaynak ve nihayetinde evsel, endüstriyel ve tehlikeli atıklar için dev bir atık alanına dönüştürüldü. Büyük kapitalist şirketler, iklim inkârı kampanyalarına sponsor olurken, iklim krizinin sonuçlarının ve sosyo-politik etkilerinin tamamen farkındalar. Sera gazlarının salımında en büyük sorumluluğu taşıyanların çok uluslu şirketler olması şaşırtıcı değil. Kapitalizmin bizi sürüklediği çevresel krizle yüzleşen ekolojik bir yol gerekli.
Çevresel baskılar ile toplumsal cinsiyete dayalı şiddet bağlantıları
Çevresel bozulma artık hayatımızı gıdadan güvenliğe kadar görmezden gelinmesi imkansız hale gelen şekillerde etkiliyor. Doğa üzerinde giderek artan rekabet, bu şiddet biçimlerini daha da kötüleştirebilir. Doğanın bozulması; cinsel saldırı, aile içi şiddet ve zorla fuhuş dahil cinsiyete dayalı şiddete yol açabilir. Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) 2020 tarihli “Cinsiyete Dayalı Şiddet ve Çevre Bağlantıları: Eşitsizliğin Şiddeti” adlı rapora göre çevresel baskılar ile toplumsal cinsiyete dayalı şiddet arasındaki kapsamlı doğrudan bağlantılar belgeleniyor. Cinsiyete dayalı şiddetin öncelikle roller, doğal varlıklar üzerindeki mevcut ayrıcalıkları ve güç dengesizliklerini güçlendirmek için sistemik bir araç olarak kullanıldığını tespit ediyor. İklim krizi nedeniyle sınırlı doğal varlıklar daha da kıtlaşırken, kadınlar yiyecek, su veya yakacak odun toplamak için daha fazla yürümek zorunda kalıyor ve bu da toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalma riskini artırıyor.
Ayrımcı cinsiyet normları ve yasalarında kök salan, cezasız kalan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet tüm toplumlarda cinsiyet eşitsizliğini daha da güçlendiren bir kontrol, boyun eğdirme ve sömürü aracı olarak ortaya çıkıyor. Özellikle birçok yerli kadın toplulukları topraklarını, kaynaklarını ve haklarını bu tür saldırılara karşı savunmak için hareket ederken toplumsal cinsiyete dayalı ve diğer şiddete maruz kalıyor. Su kıtlığı, mahsul üretimiyle ilgili belirsizlik, su elde etmek için daha uzun mesafeler ve hastalığa neden olan su varlıklarından yemek yaparken çıkan dumanda sağlığı etkilenenler kadınlar olarak çoğunlukla karşımıza çıkıyor ve çevre suçları ekosistemleri bozuyor ve genellikle kadınlara, yoksullara ve LGBTQ+’lara kötüleşen şiddet kalıpları getiriyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların fiziksel, ekonomik hareketliliğini ve sesini azaltarak onları artan çevresel streslere karşı daha savunmasız hale getiriyor. Örneğin, Sri Lanka’da 2004’te yaşanan tsunamide ekonomik bağımsızlık eksikliğinden yüzme öğrenilmesine izin verilmemesine kadar değişen nedenlerle erkeklerin iki katından fazla kadın yaşamını yitirdi. Ruhsal ve kültürel temellerinin yanı sıra hayatta kalmaları için doğaya ve birincil kaynaklara güvenen yerli kadınlar kendilerini madencilik projeleri, endüstriyel tarım, fosil yakıt çıkarma ve mega barajlar tarafından doğrudan tehdit altında buluyorlar. Ön saflardaki kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı ve cinsel şiddet, yaşam alanlarına zarar veren endüstrilerin sürdürdüğü diğer korkunç etkilerin üzerine yıkılıyor. Kuraklık, sel ve öngörülemeyen sıcaklıklar, toplumsal cinsiyet normları nedeniyle ailelerine gıda, su, ilaç ve ısınma ihtiyacını sağlamak için birincil sorumluluğu taşıyan milyonlarca kadın üzerinde baskı oluşturuyor.
Erkeklikle ilişkilendirilen makineler
2014’te İsveç’teki araştırmacılar, iklim inkârcılığı ile gezegeni destabilize edici endüstrileri savunanların “endüstriyel modernitenin erkekliğinin iç içe olduğu”nu dile getirdiler. Sanayi devrimi ile birlikte makineler hızla erkeklikle ilişkilendirilmeye başlandı ve endüstrinin gürültüsü gücün, ilerlemenin ve doğa üzerindeki egemenliğin simgesi haline geldi. 2018’de Cara Daggett de benzer kapsamda yürüttüğü çalışmasına bir isim verdi: Petro-erillik. Daggett, uluslararası araştırma dergisi Millennium‘da, “Petro-erillik kavramı, fosil yakıtların kârdan daha fazlasını ifade ettiğini gösteriyor” diye yazdı. Petro-erillik ve pratikleri, insana üretim araçları ve gürültü yönetimi üzerinde kontrol sağlayan bu makinist hiper-erkekliği sürdürüyor. Birçok araba reklamının gösterdiği gibi motor kültürü her zaman fazlasıyla erkeksi bir hayal etrafında dönmüştür. Reklam mesajlarında kadın (ya da daha doğrusu kadının imajı) reklamı yapılan aracın karşı konulmaz özellikleriyle çekici kılınan erkeklere sunulan ikincil bir unsur veya pasif bir arzu nesnesi olarak görünür. Toplumun sürdürülebilirlik, eşitlik ve duygusallık alanlarında acilen yüzleşmek zorunda olduğu birçok zorluğa sırt çeviren tehlikeli bir sis perdesinin duyurusu olarak kabul edilebilir.
Güce dayanan ataerkilliğe meydan okumalıyız
Savaş bölgelerinin dıştan kaotik ve şiddet dolu görünümü, ticaretin devam ettiği gerçeğini maskeler. Dolayısıyla ekonomik faaliyetler, özellikle doğal varlıkların metalaştırılması ve ticareti, çatışmanın itici gücü olabilir. Bu tür faaliyetler, krizin ortasında insanların ayakta kalmasını sağlasa da aynı zamanda savaşı körüklemek için de kullanılır. Silahlı şiddet ve doğal varlık sömürüsünün bağlantısını kesmek, çatışmayı çözmek ve demokrasiyi yeniden başlatmak için kritik öneme sahip olan ekolojik kırıma karşı gelişen yaklaşım, silahı doğal varlık yönetiminden çıkarmak ile siyasetten de silahı çıkarmanın ön koşulu olarak nitelemektedir. Doğaya karşı şiddet doğrudan kadına yönelik şiddetle de bağlantılıdır. Bununla birlikte tahakkümden etkilenen kesimlerle dünya arasındaki noktaları birleştirmek güçlü çözümleri sunma amacıyla hayati önem taşır. Amazon’dan Pasifik adalarına, Rojava’da direnen kadınlardan Afganistan’daki kadınlara kadar dünyamızı düzeltmeye ve iyileştirmeye yönelik küresel çabaların ön saflarında bu yüzden kadınlar mücadele ediyor. Gezegen üzerinde güce dayanan ataerki, sömürgecilik, emperyalizm ve kapitalizm paradigmalarına meydan okumalıyız. Yeryüzündeki çevresel kırımı sona erdirmek, küresel müşterekler anlamına gelir. Karasularının ötesinde okyanuslar ve denizler, atmosfer, dış atmosfer, sınır ötesi nehirler ve göller, yeraltı suyu, göçmen türler, biyojeokimyasal döngüler, genetik miraslar ve hiç kimseye ait olmayan ve kanunen res nullius (uzay ve açık denizler gibi) olarak adlandırılan bu alanlar artık kirlilik ve kötü niyetli kullanıcıların sahnesi olmamalıdır.