Çeviren: Helin Nur Güler
Küçülme ve ekososyalizm, ekolojik yelpazenin radikal tarafındaki en önemli hareketlerden ve önerilerden ikisidir. Elbette, küçülme topluluğundaki herkes/ küçülmeyi destekleyen herkes kendini sosyalist olarak tanımlamamaktadır ve ekososyalistlerin tümü de küçülmenin cazibesine ikna olmuş değildir. Ancak bu iki grup arasında artan bir karşılıklı saygı ve yakınlaşma/yakınsama eğilimi görülebilir. Aramızdaki geniş anlaşma alanlarının haritasını
çıkarmaya çalışalım ve ekososyalist bir küçülmenin ana argümanlarından bazılarını listeleyelim:
1) Kapitalizm büyüme olmadan var olamaz. Üretim ve tüketimin sürekli genişlemesine, sermaye birikimine, kârın maksimizasyonuna ihtiyacı vardır. On sekizinci yüzyıldan beri fosil yakıtların sömürülmesine dayanan bu sınırsız büyüme süreci, ekolojik felakete, iklim değişikliğine yol açmakta ve gezegendeki yaşamı tehdit etmektedir. Son otuz yıldaki yirmi altı BM İklim Değişikliği Konferansı, yönetici seçkinlerin uçuruma doğru gidişi durdurma konusundaki isteksizliğini gözler önüne seriyor.
2) Bu sapkın ve yıkıcı dinamiğe herhangi bir gerçek alternatifin radikal olması gerekir – yani sorunun kökleriyle, kapitalist sistemle, onun sömürücü ve hafriyatçı dinamiği ve körü körüne, saplantılı büyüme arayışıyla ilgilenmesi gerekir. Ekososyalist küçülme, kapitalizm ve büyüme ile doğrudan karşı karşıya kalan böyle bir alternatiftir. Ekososyalist küçülme, (yeniden)üretimin temel araçlarının toplumsal olarak sahiplenilmesini ve demokratik, katılımcı, ekolojik bir planlamayı gerektirir. Üretim ve tüketimin önceliklerine ilişkin ana kararlar, gezegenin ekolojik sınırları içerisinde hakiki toplumsal ihtiyaçları karşılamak üzere insanların kendileri tarafından kararlaştırılacaktır. Bu, neyin üretileceğini, nasıl ve ne kadar üretileceğini, bizi ve gezegeni besleyen farklı türdeki üretken faaliyetlerin ve yeniden üretim faaliyetlerinin karşılığının nasıl verileceği çeşitli ölçeklerde demokratik olarak belirlenirken insanların doğrudan söz sahibi olacağı anlamına gelir. Herkes için eşitlikçi refahı sağlamak, ekonomik büyümeyi değil, ekonomiyi örgütleme ve toplumsal zenginliği dağıtma şeklimizi kökten değiştirmeyi gerektirir.
3) Üretim ve tüketimde ciddi bir küçülme olması ekolojik olarak zorunludur. İlk ve acil önlem, fosil yakıtların yanı sıra %1’lik zengin elitin gösterişli ve savurgan tüketiminin aşamalı olarak kaldırılmasıdır. Ekososyalist bir perspektiften bakılınca, küçülmenin diyalektik terimlerle anlaşılması gerekir: birçok üretim biçimi (kömürle çalışan tesisler gibi) ve hizmetler (reklam gibi) yalnızca azaltılmamalı, aynı zamanda bastırılmalıdır; özel arabalar veya büyükbaş hayvancılık gibi bir takım diğerleri önemli ölçüde azaltılmalıdır; ancak agro-ekolojik tarım, yenilenebilir enerji, sağlık ve eğitim hizmetleri vb. gibi bazı üretim biçimlerinin ise geliştirilmesi gerekecektir. Sağlık ve eğitim gibi sektörler için bu gelişme her şeyden önce niteliksel olmalıdır. En faydalı faaliyetler bile gezegenin sınırlarına uymak zorundadır; herhangi bir malın “sınırsız” üretimi diye bir şey söz konusu olamaz.
4) SSCB tarafından uygulandığı şekliyle üretimci “sosyalizm” bir çıkmaz sokaktır. Aynısı, şirketler veya ana akım “Yeşiller” tarafından savunulan “yeşil” kapitalizm için de geçerlidir. Ekososyalist küçülme, geçmişteki sosyalist ve “yeşil” tecrübelerin açmazlarının üstesinden gelme girişimidir.
5) Atmosferdeki karbondioksit emisyonlarının çoğundan tarihsel olarak Küresel Kuzey’in sorumlu olduğu iyi bilinmektedir. Zengin ülkeler bu nedenle küçülme sürecinde daha büyük bir rol almalıdır. Öte yandan, Küresel Güney, Kuzey’in üretimci ve yıkıcı “kalkınma” modelini kopyalamaya çalışmamalıdır. Kapitalist dünya pazarı için daha fazla hammadde (ve fosil yakıt) üretmek veya ayrıcalıklı azınlıklar için daha fazla araba üretmek yerine, toplumlarının gıda, barınma ve temel hizmetler açısından gerçek ihtiyaçlarını önceliklendiren farklı bir yaklaşım araması gerektiğine inanıyoruz.
6) Ekososyalist küçülme aynı zamanda mevcut tüketim modellerinin demokratik bir müzakere süreci aracılığıyla dönüştürülmesini de içerir. Örneğin, planlı eskitme ve onarılamaz mallara son verilmesi; (üretimin yerelleştirilmesi sayesinde) malların gemiler ve kamyonlar tarafından nakliyesinin ve ayrıca uçak trafiğinin büyük ölçüde azaltılması gibi. Kısacası, ekososyalist küçülme mülkiyet biçimlerinin değişmesinden çok daha fazlasıdır, bir medeniyet dönüşümüdür, dayanışma, demokrasi, eşitlik ve Dünya’ya saygı değerlerine dayanan yeni bir “yaşam biçimi”dir. Ekososyalist küçülme, daha kısa çalışma süresi ve dolayısıyla sosyal, politik, eğlence, sanatsal, gülünç ve erotik faaliyetlere ayrılan daha fazla boş zaman lehine, üretimcilik ve tüketimcilikten kopan yeni bir medeniyete işaret eder.
7) Ekososyalist küçülme ancak fosil oligarşisiyle ve siyasi ve ekonomik gücü elinde tutan egemen sınıflarla mücadele ederek kazanabilir. Bu mücadelenin öznesi kimdir? Nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve zaten kapitalizmin toplumsal ve ekolojik sorunlarının yükünü taşımakta olan kentsel ve kırsal işçi sınıfının aktif katılımı olmadan sistemin üstesinden gelemeyiz. Ancak işçi sınıfının tanımını, toplumsal ve ekolojik yeniden üretimi üstlenen ve bugün sosyal-ekolojik mücadelelerin ön saflarında yer alan güçleri de içerecek şekilde genişletmeliyiz: gençler, kadınlar, Yerli halklar ve köylüler. Öz-örgütlenme süreci ve sömürülenlerin ve ezilenlerin aktif direnişi yeni bir toplumsal ve ekolojik bilinci ortaya çıkacaktır.
8) Ekososyalist küçülme, diğer radikal, sistem karşıtı ekolojik hareketlerin oluşturduğu daha geniş bir ailenin parçasıdır: ekofeminizm, toplumsal ekoloji, Sumak Kawsay (Yerli “İyi Yaşam”), yoksulların çevreciliği, Blockadia, Yeşil Yeni Düzen (daha eleştirel versiyonlarında), ve diğerleri. Herhangi bir öncelik atfetme peşinde değiliz – sadece ekososyalizm ve küçülmenin bu hareketlerin yanında güçlü bir teşhis ve öngörü çerçevesini paylaştığını düşünüyoruz. Diyalog ve ortak eylem, mevcut dramatik konjonktürde acil görevlerdir.