Türkiye’nin -öncesi bir tarafa- son yirmi yılda yaşadığı ekonomik büyümenin iki esaslı kurbanı oldu: emek ve doğa. Binlerce işçi ani ve yavaş şiddete maruz kalarak can verirken nehirler, ormanlar, kıyılar, meralar, parklar, toprak ve atmosfer kısacası her yer ekolojik kırımın meskeni oldu. Bu yıllarda öne çıkan kitle mücadelelerinde bu alanda verilen mücadeleler belirginleşti. Türkiye’nin hemen hemen her ilinde ekolojik kırıma karşı direnişler, eylemler ve örgütlenmeler gerçekleşti. Diğer taraftan da Soma’da, 3. Havaalanı inşaatında olduğu gibi yine orman alanları üzerinde iktidarın yürüttüğü kalkınma, büyüme hamlelerinin yüzlerce, binlerce işçinin canı pahasına gerçekleştiğini gördük. İş cinayetleri, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi ile görünür hale getirilerek toplumun gündemine sokuldu. Bununla beraber bu dönem boyunca emek ve ekoloji mücadelesinin ortaklığı -sürdürülen kimi tartışmalara rağmen- kurulamadı. Emek ve ekoloji ilişkisi, daha çok dayanışma ilişkisi olarak kaldı. Bu yazıda, varoluşsal bir sorun olarak emek ve ekoloji ortaklığının nasıl ve nerede kurulabileceği ele alınarak, bu alanda geliştirilen “yapılacaklar manifestosu” sunulacaktır.[1]
Ekolojik yıkım genellikle “insan faaliyetleri”nin doğa üzerinde yarattığı tahribat, örselenme olarak tanımlanmakta ya da algılanmaktadır. Bu tanımlama çok eksiktir. İnsan faaliyetinin sonuçlarını esas almaktadır; bu faaliyet esnasında yaşananları es geçmektedir. Oysa her ekolojik yıkım emeğin kendi yıkımının görüngülerinden biridir. Ekolojik yıkıma neden olan faaliyetler emekçinin fiziksel, zihinsel ve ruhsal yıkımını esas alan, “çalışma” ve “acı”yı birleştiren bir evren kuran kapitalist üretim ilişkileri temelinde gerçekleşir. “Çalışma acısı” kavramı, “hayatını kazanmaya çalışırken, hayatını, bedensel ve ruhsal sağlığını kaybetmenin doğallaştırılması, kapitalist birikim süreci için çalışanların ve ekosistemin bedeninde yaratılan hasarın olağanlaştırılmasına karşı” bizi uyarır. Üretim faaliyetlerinin doğada yarattığı yıkım ile “beden ve ruhta” yarattığı yıkım kapitalizme karşı mücadelede yaratılacak ortaklıklar için güçlü zeminlerden biri olarak billurlaşıyor.[2] İnsanların işçileştirilerek, yani üretim araçlarından kopartılarak geçinme koşulu olarak artı-değer sömürüsüne tabi kılınmasına dayalı kapitalist üretim ilişkilerinin doğuşuyla birlikte ekolojik yıkım sürecinde niteliksel bir sıçrama yaşanır. Bu üretim ilişkilerinin ortaya çıkışı ve hakim üretim tarzı haline gelişinin hikayesi ekolojik yıkımın tarihidir. Biz bu nedenle emekçinin ekolojik yıkımını ve buna karşı mücadeleyi kavramsallaştırmak için emekoloji kavramını kullanıyoruz.[3]
Suni Fakat Güçlü Bir Ayrım: Emek ve Ekoloji
Emek mücadelesinde yeni bir alan açan emekoloji tartışmaları, ekoloji düşüncesi açısından da yenidir. Ekolojik düşüncenin toplumsallaşmaya başladığı 1970’li yıllardan itibaren emek mücadelesi ile ekoloji mücadelesi arasında gerilimli bir ilişki var ola gelmiştir. İlk başlarda ekolojik yıkıma karşı mücadelelerin emek mücadelesinin yerini aldığını savunan görüşler ileri sürülmüştür. Dönemin ideolojik atmosferi içinde sınıf mücadelesinin önemini kaybettiği, ama ekolojik yıkımın bütün insanlığı ve canlı yaşamı tehdit ettiği tezinden hareketle sağ ve sol anlayışların dışında üçüncü bir yol olarak “yeşil düşünce”yi savunan tezler geliştirilmiştir. Zamanla emekçileri de doğayı da yıkıma uğratan failin – kapitalist üretim ilişkileri ya da şirketler vb. – ortaklığına vurgu yaparak bu iki mücadelenin de ortak düşmana karşı dayanışma içinde olması gerektiğini savunan anlayışlar ortaya çıkmıştır.
Pratikte ise her zaman çevre hareketi ile işçilerin karşı karşıya geldiği birçok örnek yaşanmıştır. Türkiye’de yakın dönemdeki çevre hareketinde de buna benzer olaylar yaşanmıştır. Madenciliğe – özellikle de siyanürlü altın madenciliğine – ve iklim krizinden dolayı kömürlü termik santrallere karşı mücadele eden çevre hareketi, patronların ve onlarla işbirliği yapan sendikaların kışkırtması ile işçileri karşısında bulmuştur. 2008 yılında İzmir Bergama’da Bergama Ovacık Altın Madeni çalışanları 2. Siyanürlü Atık Havuzu ÇED toplantısına katılan çevrecilere saldırmış, konu medyada da oldukça gündem olmuştu. Koza Altın Madeni Halkla İlişkiler Müdürü Hayri Öğüt tarafından yönlendirilen işçiler, çevrecilerin konuşmalarına izin vermemişti.[4] Muğla İkizköy’de termik santralinin kömür madeni tarafından köylerinin yutulmaması için direnen köylülere karşı sendika şirketi savunan açıklamalar yapmıştı.[5]
Genel olarak işsizlik ve yoksulluk tehdidi altında olan işçiler, çalıştıkları işlerin çevreye verdiği zararı ya sorun olarak görmüyor ya da tali bir sorun olarak görüyor. Bazı durumlarda ise işin çevresel zararlarının farkında olsalar da geçimlerini sürdürme zorunluluğundan dolayı buna katlanmak durumunda kalıyorlar. Aynı nedenlerden dolayı işçiler yaptıkları işin kendi bedenlerinde yarattığı yıkımı da ya çaresizlikle kabullenmekte ya da bilerek ve/ ya bilmeyerek önemsememektedir. Her iki durumda da işçiler geçim koşullarını devam ettirmek için kendilerine dayatılan çalışma koşullarına razı olmaktadır.
Diğer taraftan “işçiler” ile “çevreciler” arasındaki bu bağdaşmazlık görüntüsünün diğer boyutu da, ekolojik mücadeleyi orta ve üst-orta sınıfların “yaşam tarzı çevreciliği”ne hapseden yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlar sorunu tüketimcilikte görür, işçi sınıfını eko-yıkımın suç ortağı olarak görür, “karbon ayakizi” gibi yaygın ve hegemonik yaklaşım ve ölçümlerle, ekoloji sorununu “bireysel tüketim” sorununa indirgeyerek bunu derinleştirir, üretim süreci sorununu görünmezleştirirler. Ayrıca bu çevreci yaklaşımların “tekil sorun odaklı”[6] olarak “herkesi”- bununla genellikle şu ya da bu nedenle tekil soruna karşı çıkan alt ve orta sınıftan ve her siyasetten kişiler kastedilir – bir araya getirme ethosu, üretim ilişkileri, şirket, siyaset, devlet vb. bağlantılarının hedef alınmasına engel olur.
İşçilerin çalışma koşullarından dolayı yaşadıkları fiziksel ve ruhsal sorunlar çok uzun zamandır bilinmektedir. Bu konuda öncülük eden Türkçe literatürde en çok zikredilen iki ismin Robert Owen ve Friedrich Engels olduğunu söyleyebiliriz. Ütopik bir sosyalist ve aynı zamanda bir fabrikatör olan Owen, kendi fabrikalarında çalışma sürelerini kısaltmış, belirli yaşın altındaki çocukları çalıştırmamış ve kendi fabrikasındaki işçilerin çalışma koşullarının düzeltilmesi yönünde çabalarda bulunmuştur. Friedrich Engels’in 1842-1844 yılları arasında kaldığı Manchester’da yazdığı İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu kitabında, kapitalizmin beşiği kentlerden biri olan Manchester’ı şöyle betimlemektedir:
“Her yerde barbarca bir kayıtsızlık; bir tarafta katı bir bencillik, diğer tarafta ise isimsiz bir sefalet ve her yerde sosyal bir savaş. Herkesin evi kuşatma altında. Her yerde yasalara bürünerek yapılan karşılıklı bir yağma var ve bunların tümü öylesine yüzsüzce, öylesine açıkça yapılıyor ki, insan burada açıkça kendini gösteren bu sosyal durumun sonuçları altında eziliyor; bu çılgın bünyenin hala bir arada durabilmesine sadece şaşıp kalabiliyor.”[7]
Kendi geçim ve üretim araçlarına sahip olmayan işçiler, bu koşullarda, aç kalmamak için en insanlık dışı koşullarda çalışmaya icbar edilmiştir. O günden bugüne işçilerin koşullarında çok az değişim olmuştur. Ve değişen koşullar da binlerce işçinin canı pahasına elde edilmiştir.
1833 yılında yürürlüğe giren “Fabrikalar Yasası” ile birlikte 9 yaşın altındaki çocukların çalıştırılması, 18 yaşından küçüklerin gece çalıştırılması, 18 yaşından küçüklerin gündelik 12 saatten daha fazla çalıştırılmalarına yasak getirilmiş ve fabrikaların denetlenmesi için iş müfettişlerinin görevlendirilmesi kanuna dayalı olarak düzenlenmiştir. 1842 tarihinde gerçekleştirilen bir başka düzenlemeyle birlikte kadınların ve 10 yaşından küçük çocukların madenlerde çalıştırılması yasaklanmıştır. 1844 tarihli yasal düzenlemede fabrikalar içerisinde işyeri hekimi bulundurulması zorunluluğu getirilmiş ve sağlık açısından tehlikeli yerlerde çalışan işçilerin sağlık kontrolleri de bu hekimlerin görev kapsamına alınmıştır. 1895 tarihli bir düzenlemeyle tehlikeli bazı meslek hastalıklarının bildirimi zorunlu hale getirilmiş; 1900 yılında ise; işe giriş, aralıklı sağlık muayeneleri, tehlikeli işler için özel muayeneler, meslek hastalığı bildirimi, çalışamaz duruma gelenler ve sakatlananlara yönelik olarak özel rapor hazırlanması gerekliliği yasal nitelik kazanmıştır. İngiltere’de başlayan bu çalışmalar diğer kapitalist ülkelerde de karşılık bulmuştur. Dünyada ilk sağlık bakanlığı kuran ülke olan SSCB sağlık politikasının baş mimarlarından olan Alaxander Semashko, sağlık hizmetlerinin bağımsız bir şekilde ele alınmasını ve koruyucu önlemlere yoğunlaşılmasına yönelik politikalar üretmiş, özellikle 1920’li yıllar boyunca birçok araştırma merkezi ve enstitünün kurulmasını sağlamıştır.[8]
Halk sağlığı çalışmaları da bu koşullarda ilk nüvelerini vermiştir. Bütün Avrupa’yı altüst eden 1848 devrimlerinden sonra işçilerin yaşadığı bu insanlık dışı koşullar da bir mücadele alanına dönüşmüştür. Halk sağlığı çalışmalarının ilk döneminde hâkim anlayış hastalıkların nedeninin, çöpler, atıklar ve dışkıların çevreye yaydığı kötü hava olduğu fikri, dolayısıyla halk sağlığında bunların ortadan kaldırılması ile kendini görevli kılan bir “sağlık mühendisliği” yaklaşımı olmuştur. Bu dönüşüm sürecinde “Halk sağlığı, bir sağlık hareketi olarak değil, bir toplumsal hareket olarak doğmuş, bu noktada koruyuculuk vurgusu da ön planda olmuştur.”[9]
İşçi sağlığı ve halk sağlığı alanındaki ilk dönem hukuk düzenlemelerinin temel amacının nüfusun korunması, bir diğer deyişle ‘biyopolitika’ olduğunu söyleyebiliriz. Çalışanların verimli çalışmasına, işgücünün yeniden üretiminin garanti altına alınmasına yönelik düzenlemelerdir. Üretimde kullanılan maddelerden, çalışma ortamından ve üretim süreçlerinden, uzun ve yoğun çalışma saatlerinden vb. kaynaklanan işçilerin verimliliğindeki düşüşler minimalize edilerek maliyetlerin düşürülmesi ve üretimin arttırılması bu hukuki düzenlemelerin temel gayesidir.
Ortaklığın Varoluş Koşulları
İşçilerin çalışma koşullarının insanlık dışı olduğu, işçiyi fiziksel ve ruhsal olarak yıkıma uğrattığı bilinmesine rağmen emek mücadelesi, işçilerin katlanmak zorunda oldukları bunca ağır koşulların karşılığında genellikle aldıkları ücretlerin, tazminatların yükseltilmesini esas almıştır. İşçi sağlığı ve işçi cinayetlerinin mücadele konusu haline gelmesinin ilk örneklerine 1970’lerde rastlamaktayız. Bazı büyük iş cinayetlerinin sonrasında, hayatını kaybedenlerin ailelerinin ilk örgütlenmeleri Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Hong-Kong gibi ‘Asya Kaplanları’nda yaşanmıştır. Bu mücadeleler sonucunda Hindistan ve sair Asya ülkelerinden işçi aileleri, sendikalar, insan ve çevre hakları örgütleri, bilim insanlarını da alan bir ağ olan, İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenlerin Hakları Asya Ağı (ANROAV) kurulmuş, bu ağ daha sonra (2010 yılında) İş Cinayetlerinde ve Çevre Katliamlarında Hayatını Kaybedenlerin Hakları Asya Ağı olarak adını değiştirmiştir. Dünyadan işçi sağlığı mücadelelerinin önemli bir örneği de Fransa’da ordu için asbestli üretim yapan Amisol Fabrikası’nın kapatılmasına karşı direnişe geçen kadın işçilerin mücadelesi sonucunda sonuçları bilindiği halde asbest üretiminin işçiler üzerindeki ölümcül etkilerinin farkına varılmasını sağlamasıdır. Burada başlayan mücadele sonucunda 2000’de asbest yasaklanmıştır. Bugün dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde irili ufaklı işçi sağlığı ve iş cinayetlerine karşı tabandan mücadele eden, örgütlenen formel (sendikalar-arası birim, STK, belediyelerin alt kurumu veya platform/ağ tarzında) yapılar vardır ve çoğu da birbiri ile ilişkilenmiştir.[10]
Türkiye’de de 2011 yılında İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi kurularak bu alanda önemli bir deneyim elde edilmiştir. İSİG Meclisi, hem ani şiddet olarak tanımlayabileceğimiz iş cinayetlerini ve iş sürecinden kaynaknan yaralanma, sakatlanma gibi durumları takip ederek bunların görünürlüğünü sağladı, hem de “yavaş şiddet”[11] olarak adlandırılan, dar anlamda “meslek hastalıkları” olarak ele alınan üretim esnasında ve sonrasında işçilerin, halkın ve çevrenin maruz kaldığı “hastalıklar”ın farkına varılmasını hedefledi. Ayrıca çalışma hayatının ruhsal sağlık boyutunu da ele alarak ‘işyeri intiharları’, ‘çalışma kaynaklı intiharlar’ alanını tanımlamaya ve belgelemeye çalıştı. Bununla beraber bir “meslek hastalığı”- nın ortaya çıkması maruziyete bağlı olarak 5 yıldan 20 yıla ve daha uzun yıllara varması, genellikle de emeklilik döneminde ortaya çıkması, güvencesiz emek koşulları nedeniyle bir işçinin 4-5 farklı fabrikada çalışmak zorunda kalmasından dolayı maruziyetin hangi aşamada oluştuğu, genel olarak işçilerin konutlarının olduğu işçi mahallelerinin sanayi bölgelerinin yakınlarında, çoğu durumda iç içe geçmiş olmasından dolayı maruziyetin iş yerinde mi dışında mı gerçekleştiği, işçilerin genellikle koruyucu sağlık, sağlıklı beslenme, dinlenme gibi yaşam koşullarından yoksun olması gibi birçok faktörün yarattığı zorluklar “yavaş şiddet”e karşı mücadelenin kurulmasındaki yavaşlığın da yapısal nedenlerinden bazılarıdır. Sendikaların bu alana ilgisizlikleri de- sadece bu objektif, yapısal nedenlere bağlı kalmamakla beraber – oldukça barizdir.
Türkiye’de mevcut mevzuat ani ve yavaş şiddet olaylarının tespitinin engellenmesini esas almaktadır. Ani şiddet olayları İSİG Meclisi sayesinde kamuoyunun bilgisine sunulurken tespiti çok daha zor olan “meslek hastalıkları”na dair veriler ise, daha ilk tanı aşamasındaki engeller yüzünden kayıtlara girememektedir. Meslek hastalığının teşhisi değil ama tanısının alınmasını zorlaştıran işçinin çalışmadan yaşayabileceği kadar gelir garantisi ve tedavi imkanı sağlanmamasıdır. Türkiye’de genel olarak mesleki kanserlerden ölüm vakaları da gizlenmekte, açıklanmamaktadır. Bütün bu engellere rağmen Türkiye’de her yıl meslek hastalıklarından ölenlerin sayısının en az 13 bin kişi olduğu tahmin edilmektedir.[12] Sayının hem büyüklüğü hem de tahmini bir rakam olması bu alandaki yıkımın da, bilgi eksikliğinin de ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Bu verileri fail ve etmen açısından illiyet bağı içerisinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan hava kirliliğinden dolayı yaşanan ölümlerle yan yana koymak gerekir.[13]
İşçilerin (ve onlarla beraber halkın ve çevrenin) maruz kaldığı ani ve yavaş şiddet üzerine yapılan bu ve benzeri çalışmalar semptomların tespiti ve buna bağlı olarak tedbirlerin geliştirilmesi, sigorta, kıdem tazminatı ve tespit edilen rahatsızlıklardan dolayı tazminat hakkı gibi konularla sınırlıdır, yani sağlık ve can muhasebeleştirilmiş, istatistikleştirilmiştir. Dolayısıyla da işçi sağlığı mücadelesi işçilerin daha iyi koşullarda çalışması için bir mücadele olarak telakki edilerek ekonomizm ve sendikalizm ile sınırlandırılmaktadır. Bu kadarıyla da konuya gerekli önem verilmese de, işçi sağlığı mücadelesi bu biçimde sınırlandırılamaz.
Doğal Bir Güç Olarak Emek
Emekoloji kavramı, işçinin insanlık dışı konumunu merkeze alarak, bu duruma son vermek için verilen mücadelenin yeni stratejisidir. Emek ve ekoloji kavramlarının füzyonundan oluşan emekoloji, işçinin insanlık dışı çalışma ve yaşama koşullarını ekolojik bir yıkım, örselenme olarak tanımlamaktadır. Hem doğadaki ekolojik döngülerin örselenmesi, yıkıma (iklim değişikliğinden biyoçeşitlilik kaybına, okyanuslardaki asitlenmeden ormanların yok edilmesine kadar) uğraması hem de işçinin varlığında yaşanan örselenmenin nedeni “sermayenin üretim noktasındaki gücü[dür]”[14] Sermaye işçiyi sömürmek ve artı-değer üretmek zorundadır.
“[M]eslek hastalığı esasında üretim sürecinde doğayı yağmalayan, metalaştıran, kaynağa çeviren, bunu yaparken de insan bedenini, zihnini, ruhsallığını, ömrünü, onu emekçiye, işçiye çevirerek kullanan ve metalaştıran kapitalist birikim sürecinin olmazsa olmazıdır. Kapitalist üretim süreci belli maddeleri kimyasal fiziksel mühendislik süreçlerle topraktan çıkarır, hammadde ve enerji kılar, aynı şekilde insan bedenini de işçileştirir ve bunları üretim araçları olarak somut bir coğrafya parçasında makineler aracılığı ile birleştirir. Ki o coğrafya parçaları küresel tedarik zincirleri oluşturan sermaye ağları ile birbirine bağlanmıştır. Sonra bu metalar, kendileri de başka bir veçhede üretici olan tüketicilere satılır. Yani bu doğanın bedenini kazan şirketlerin, kapitalizmin örgütlü faillerinin, işçinin bedeni ve tüketicinin bedenini de ayrı ayrı tasnif ettikleri, işledikleri ve izler bıraktığına dair bütünsel bakış çok önemli.”[15]
Bu bütünsel, ilişkisel ve “mücadele kılavuzu olarak haritalayan” bakış açısının geliştirilmesini amaçlayan emekoloji tartışması, işçinin kapitalist üretim koşullarındaki insanlık dışı konumunu vurgulamayı esas alır. Çünkü işçi, ontolojik olarak, doğada ve toplumda, tarihsel-toplumsal evrimi ile edindiği yapabilme, yaratabilme gücünü ifade eden emek ile varolan bireyin bu potansiyel gücünün fiilleşmesini sağlayan etkinlikleri gerçekleştirebilmesinin (üretim ve siyasal) araçlarından mahrum bırakılmasını temsil eder. İşçinin bu ontolojik temelinden hareket eden emekoloji, pratikte ise “üretim sürecinde kullanılan hammaddelerin çıkarılması (ekstrativite), işlenmesi ve sonrasında işçinin maruz kaldığı envai çeşit kimyasalların ve gazların; üretim sürecinde kullanılan teknolojilerin; üretim sürecinin sonunda oluşan atıkların direkt ya da havaya, suya, toprağa karışarak dolaylı yoldan işçinin bedenini zehirlemesi, onu hasta yapması ve görece uzun bir ölümü yaşatmasına emeğin ekolojik yıkımı diyoruz. Marx’ın doğayı insanın inorganik bedeni olarak tanımlamasından hareketle, emeğin ekolojik yıkımı, sermayenin hareket ederken hem inorganik hem de – ondan ancak belli soyutlamalarla ayrılan – organik bedeni yıkıma uğratmasıdır. Burada yıkım bizzat üretim sürecine içseldir.”[16]
Karl Marx’a göre, “Emek öncelikle insan ve doğa arasındaki bir süreç, insanın kendi eylemleriyle kendisiyle doğa arasındaki metabolizmayı dolayımladığı, düzenlediği ve kontrol ettiği bir süreçtir.” Emek, doğal bir güçtür, evrimin bir parçası, ürünüdür. Bu sayede insan tür olarak var olmuştur. Bu evrimsel süreçte hem doğayı değiştirir hem de kendi doğasını.[17] İşçinin insanlık dışı durumu, emek faaliyetinin kişinin kendi otonomisinin dışında bir güç tarafından belirlenmesinden kaynaklanır. Başka bir ifade ile emeğin kuvveden fiile çıkması süreci olarak üretim faaliyetinde üretim sürecinin belirlenmesi, üretim araçlarının mülkiyeti ve üretim sonunda ortaya çıkan ürünün emekçinin dışında birine ait olması, insan ile doğa arasındaki metabolik ilişkinin ancak bu yabancı dolayımıyla sağlanmasından kaynaklanır. Ekoloji ve ekonomi kavramlarının etimolojik kökenine atıfla, “ev” ile “iş”in birbirinden ayrılması, “iş”in efendisinin “ev”in dışında bir güç olmasıdır.
“Uygarlık tarihi”nin bu “yarık”ın büyümesinin ve küreselleşmesinin tarihi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Karl Marx, Grundrisse’de kapitalist üretim tarzının ortaya çıkışı ile “ilk kez doğanın insanoğlu için salt bir obje, bir fayda nesnesi haline geldiğini; kendi için bir güç olarak tanınmayı bıraktığını; otonom kanunların teorik keşfinin, onu bir tüketim nesnesi veya bir üretim aracı olarak insan ihtiyaçlarına tabi kılmak üzere yalnızca bir tezgah gibi göründüğünü” yazar.
“[E]tkin insanla bu insanın varoluşunun inorganik koşullarının birbirinden ayrılması… tam anlamıyla ilk kez ücretli emekle sermayenin ilişkisinde kendisini ortaya koymuştur.”[18]
Moore’un ortaya koyduğu gibi, kapitalizmden önce çevre sorunları yerel ve bölgeseldi. Ancak “uzun” on altıncı yüzyılda (1450-1640) Avrupa’dan Amerika’ya ve tüm dünyaya yayılan, kapitalizme geçişle birlikte bu sorunlar giderek küreselleşmiştir. “Kapitalizmin ortaya çıkışı, ekolojik bozulmanın ölçeği, kapsamı ve hızında ileriye doğru bir kuantum sıçramasına işaret ediyordu.”[19] Kapitalizm ile birlikte, kadınların ve hayvanların “evcilleştirilmeleri”, yani mülk edinilmesiyle başlayan tahakküm ve sömürü ilişkileri toplumsal ilişkilerin her gözeneğine kadar yayılarak evrenselleşmiştir.
Emekoloji: Üretim ve yeniden-üretimin koşulları
Marx, kapitalizmde işçinin herhangi biri olmadığını gösterir bize. Nasıl ki, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi ile toprağın ürünlerinin toprağa geri dönmesinin yolu kesilmişse, doğa ile aracısız metabolik bir ilişki içinde olan insan da işçileştirilerek kendi varlık koşulları ile hatta kendi varlığı ile arasında metabolik yarık oluşturulur. İşçi, insanın doğa ile dolaysız ilişki kurmasını sağlayan üretim araçları elinden alınmış, kendi varlığının maddi ve manevi üretimi olan üretim faaliyeti ve ürünleri kendisi dışında bir güç, patron, kapitalist tarafından belirlenir hale gelmiş bir varlıktır. Marx, “işçinin varoluşu böylece başka herhangi bir metanın varoluşuyla aynı koşullara girer. İşçi bir meta olmuştur ve kendine bir alıcı bulması bir talih işidir. İşçinin hayatının bağımlı olduğu gerekseme, zenginlerin ve kapitalistlerin kaprisine bağımlıdır,” der.[20]
İşçi kimliğinde insanın varlığı, “çıplak hayata” indirgenmiştir. Sadece fiziki olarak, ertesi gün ve daha ertesi gün yeniden çalışmaya hazır olacak kadar kendisini yeniden üretecek koşullara sahip olan bir varlık. Bir iş gücü kaynağı modern terimle “insan kaynağı”. İşçi “sömürülecek tek bir kas, eklem veya kandamlası kalana kadar” hayatlarını tüketen vampir benzeri bir makine tarafından katledilir. Marx’a göre “Bir kere, çalışma işçinin dışındadır, yani onun özsel varlığına ait değildir. Onun için çalışırken kendini olumlamaz, yok sayar, mutlu değil mutsuzdur, fiziksel ve zihni enerjisini serbestçe geliştirmez, bedenini harcar ve zihnini yok eder.”[21]
Çünkü işçi kendisinin başından beri planlamadığı bir sürecin bir öğesi haline gelmek zorundadır. İşçi zorla çalışır, zorla çalıştırılır çünkü çalışma işçinin kendini gerçekleştirdiği bir faaliyet alanı değildir. Emekoloji toplumsal ve ekolojik tarihin bize gösterdiği bu gerçeği yani işçilerin varlıklarını sürdürmek için fiziksel ve psikolojik bakımdan sağlıkları için potansiyel olarak yıkım demek olan bir üretim sürecinde yer almak zorunda olduğunu veri alır. Kapitalist toplumda işçinin biyolojik olarak yaşamını sürdürmesi ve yeniden üretimi için gerekli koşullar ancak onun sağlığını yitirdiği koşullarda üretim gerçekleştirmesine bağlanmıştır. Çalışmasının ödülü olan ücret ne sağlıklı bir gıdaya erişimini ne temiz bir havayı solumasını ne de mutlu olmasını sağlamaktadır.
Fakat Emekoloji işçiyi sadece meta üretimi esnasında, fabrikada ya da ofiste iken ele almaz. Buradan başlayarak işçinin çalışma dışındaki yaşamını sürdürdüğü ve genellikle de sanayi bölgelerinin çeperinde olduğu için fabrika bacalarından çıkan bütün kirli dumanın kalın şayak gibi üzerine çöktüğü mahallesine, evine, ailesine doğru genişler.
“Bunu iki akışı takip ederek yapar: fabrika dışında ailevi, duygusal ve sosyal ilişkileriyle bir topluluğun üyesi olan ve böylece bu topluluğun sosyal yeniden üretimine katkıda bulunan işçilerin akışı; ve havadan, sudan ve topraktan geçen ve yerel çevreyi ve dolayısıyla bedenleri değiştiren kirleticilerin akışı. Bu iki akış, işçilerin ve maddelerin akışı, bize fabrikanın nasıl açık bir sistem olduğunu ve fabrika ile çevre arasında katı bir ayrım olmadığını göstermektedir: işçiler yerel topluluğun bir parçası olduğunda, yani aileleriyle birlikte bölgede yaşadıklarında ve diğer herkesle aynı havayı ve biyofiziksel çevreyi paylaştıklarında bu daha da doğrudur. Ancak işçiler aynı zamanda fabrika ortamında da yaşamakta, dolayısıyla iki kat riske maruz kalmaktadırlar.” Böylece emekolojinin “temel sorunu, endüstriyel üretim ile toplumsal ve çevresel yeniden üretim arasındaki ekolojik çelişkiyi yaratan mekanizmaları anlamaktır. Yani, üretimin yeniden üretimle, emeğin sağlıkla, çevreyle ve yaşamla nasıl çatıştığıdır.”[22]
Bu alandaki örnek deneyimlerden biri olan 9 Temmuz 2021 tarihinde Melrose Industries, Floransa, Campi di Bisenzio’daki GKN Driveline (eski FIAT) araba aksı fabrikasının kapatılması ve 400’den fazla işçinin işten çıkarılmasına karşı iyileştirilmiş işten çıkarma yardımları üzerinde anlaşmaya varırken fabrikayı işgal eden GKN Fabrika Kolektifi ve dayanışma araştırma grubu tarafından hazırlanan “Sürdürülebilir Hareketlilik için Kamusal Merkez Planı”nda 1960’lar ve 1970’ler arasında yaşanan zararlı madde çatışmalarını yeniden sorgulamak, ekoloji sorununun işçi hareketine rağmen değil, işçi hareketi sayesinde geniş çapta siyasallaştığını ileri sürerek “FIAT’ın boya ünitelerinde ya da Montedison’un kimya tesislerinde yaşananlar gibi sert ve yenilikçi anlaşmazlıkların ardından, sağlıklı bir çevre meselesi – önce fabrikada sonra da onu çevreleyen bölgelerde – teknik bir konu olmaktan çıkıp sendika ve toplumsal hareket mücadelelerinin siyasi bir paydası haline geldi(ğini)” savunur. Keza bunda feminist düşüncenin gelişmeleri sayesinde, toplumsal yeniden üretimin önemine dair çalışmalarla fabrika odaklı işçi mücadelesinin işçi mahallelerin, evlere kadar genişlemesini sağlamasının payına işaret ederek, emekolojinin kapsama alanın sadece fabrikadaki tehlikeli maddeler ve onların sebep olduğu “meslek hastalıkları” ile sınırlı bir mücadele olmadığını gösterir.
Bu temelde “Sürdürülebilir Hareketlilik için Kamusal Merkez Planı”nda üretim ve yeniden üretimi kapsayacak bir sınıf mücadelesi önerilir:
“Aşağıdan bir çevreciliğin nasıl güçlendirilebileceği sorusunu ortaya koymak için, sınıf bileşimi analizi yöntemini üç hat boyunca güncellemenin faydalı olacağını düşünüyoruz: 1) emek gücünü satma zorunluluğuyla tanımlanan genişletilmiş bir işçi sınıfı anlayışı; 2) hem üretimi hem de yeniden üretimi içeren bir çalışma anlayışı; 3) hem işyerini hem de toplumu (veya bölgeyi)n kapsayan bir işçi sınıfı çıkarları anlayışı. [İ]şçi sınıfı çıkarlarının hem işyeri hem de topluluk ya da bölge ile ilgili olduğunu düşünüyoruz. İşyeri ve topluluk arasındaki ayrım – üretim ve yeniden üretim arasındaki ayrıma benzer şekilde – farklı fiziksel alanlara değil, sosyal ilişkilere dayanmaktadır: işyeri ‘üretici ya da yeniden üretici olarak işçilerin’ alanı iken, topluluk ‘yeniden üretilen olarak işçilerin’ alanıdır. İşçi sınıfı çıkarları genellikle işyeri merkezli olarak düşünülür (iş güvenliği, yüksek ücretler, sağlık ve güvenlik vb.). Hiç şüphesiz, daha kısa çalışma saatleri için daha yüksek ücretler yoluyla servetin yeniden dağıtılması, ilk etapta iş ihtiyacını azaltarak iş ve çevre ikileminin üstesinden gelmeye yardımcı olacaktır. Ancak, her halükarda, işçiler işyerlerinden ayrıldıktan sonra ortadan kaybolmazlar. Aksine, mahallelerine geri dönmekte, fabrikaların ve ofislerin dışındaki havayı solumakta, kendilerini çevreleyen ekolojilerle ilişki kurarak boş zamanlarının tadını çıkarmaktadırlar. O halde işçi sınıfının çıkarları sadece işyeri haklarını değil, aynı zamanda içinde yaşadıkları toplumun koşullarını da (tüketici fiyatları, refah hizmetleri, sağlıklı ekolojiler, vb.) ”[23]
Sermaye ve “Kirli Teknolojiler”
İşçi olarak insanı ekolojik yıkıma maruz bırakan bütün teknolojiler, çalışma rejimleri, kullanılan hammaddeler, enerji türleri, vb. bireysel üreticiler olarak hareket eden, üretim araçlarının sahibi sermayedarların minimum maliyet-maksimum kâr temeline dayanan kapitalist üretim ilişkilerinin prensiplerine göre icat edilmiştir. En az maliyet ve en fazla kâr elde etme prensibi ile başka sermayedarlarla rekabet üretim araçlarının, teknolojilerin gelişimi, yeni hammaddelerin keşfedilmesi veya icat edilmesi için baskı yaparken aynı zamanda belli teknolojilerin gelişimini, hammaddelerin kullanımını da engellemeyi esas alır. Bugün küresel iklim değişikliğinin en temel nedenlerinden biri olarak kabul edilen enerjiden imalat sanayine kadar fosil kaynakların 19. yüzyılda kullanılmaya başlanması ile bugün iklim krizi inkârcılığı ile fosil hammaddelerin kullanımını radikal bir şekilde hayatımızdan çıkarılmasını sağlayacak yeni teknolojilerin engellenmesi için ortaya konan performanslar bu açıdan ibretlik bir örnektir.
Fosil yakıtların artan tüketimine dayanan ve bu nedenle karbondioksit emisyonlarında sürekli bir büyüme yaratan bir büyüme ekonomisini anlattığı Fosil Sermaye kitabında Andreas Malm, o zamana kadar su gücüne dayanarak üretim sürdürülürken kömürün enerji kaynağı olarak tercih edilmesinin nedeninin ne su gücünün (nehirlerin debilerinin mevsimsel olarak farklı olması) istikrarsız olması, ne su kıtlığı ne de bu sorunları aşacak teknolojilerin yetersizliği olduğunu ayrıntılı olarak açıklar. Malm’a göre kömürün su gücünün yerini alacak şekilde temel enerji kaynağı haline gelişi düşük maliyetli su gücünün fiziksel sınırlamalarının sanayinin gelişimi üzerinde bir kısıtlama oluşturmasından kaynaklanmamıştır.[24] Malm’in kitabında buna örnek olarak, 1824’te Robert Thom tarafından geliştirilen ve bir nehrin günlük ve mevsimsel debi farklılığını ortadan kaldıran “su tekerleği projesi”nin patronlar tarafından reddedilmesini göstermektedir. Thom tarafından geliştirilen proje, bir müşterek olan nehrin gücünden herkesin adil olarak yararlanabilmesi için planlı ve ortak yönetimi öngörüyordu. 1832’de verilen tasarıya göre kararlar, “Önerilen şey bir anonim şirketten çok, işgalcileri vergilendirme, enerji ihtiyaçlarını karşılama, tedariki düzenleme ve hatta suçluları avlama hakkına sahip, belediye otoritesi ile şirket bürokrasisi arasında bir tür nehir kıyısı hükümetiydi. Bir değirmen sahibi ucuz ve düzenli elektrik alacaktır, ancak kendi sermayesinin elinden değil.”[25]
Tasarı hiçbir zaman Parlamento’dan geçemedi, ancak planın kaderi tarihin sisleri arasında kaldı. Çünkü birbiri ile rekabet halinde olan fabrika sahiplerinden kimine göre, bu proje kendisi için yeterince kârlı değildi, bir başkasına göre fabrikaları rezervuarlardan herhangi bir fayda sağlayamayacak kadar uzakta olduğu için kabul edilemez bir durumdu, Woods Road Pamuk Fabrikası’ndan Bay Rothwell, ‘bir ya da iki veya üç saatlik sürelerle’ sık sık su sıkıntısı çektiğini ve bu nedenle ‘düzenli bir tedarikin kendisi için çok büyük bir fayda sağlayacağını’ açıkladı, Sir Robert Peel ve ailesinin sahibi olduğu iplik fabrikası ‘yeni çarklarını aldıklarından beri hiç su sıkıntısı çekmiyordu’ ve bu nedenle bir rezervuara ihtiyaç duymuyordu; baskı ve ağartma işleri hiçbir kazanç görmüyordu, ancak böyle bir şey gerçekleşirse ödemeyi kabul edebilirdi; bitişikteki ağartma işleri büyük fayda sağlayacaklarını düşünüyorlardı.[26]
Velhasıl ortak, verimli ve ucuz enerji kaynağını tercih etmektense, yatırımcılar bireysel çıkarlarını koruyan pahalı alternatifi tercih ettiler. Burada kömür ve buharlı makinenin yükselişi ile “su, rüzgâr ya da at değirmenlerinin yerini doldurur, böylece işi güce taşımak yerine, ana taşıyıcı imalatçı için en uygun olan yere yerleştirilir.” Buradaki avantaj, emeğin doğrudan tasarruf edilmesinden çok, emeğin en uygun durumda sürdürülmesine izin verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bir su akıntısının yardımıyla yapılan iş, genellikle buharla yapılan iş kadar ucuzdur, hatta bazen çok daha ucuzdur. Ancak buhar makinesinin icadı bizi, sadece bir şelale uğruna uygunsuz durumlarda fabrikalar inşa etme zorunluluğundan kurtarmıştır. Fabrikaların, endüstriyel alışkanlıklarla eğitilmiş bir nüfusun merkezine yerleştirilmesine olanak sağlamıştır.[27]
Kömürün ve buhar makinesinin yükselişini selamlayan “endüstri devrimi”nin şafağında yaşananların benzeri şimdi de yaşanmaktadır. Aslında her zaman üretim araçlarını ve sermayeyi elinde tutan şirketler kendi sektörlerine zarar verecek araştırmaları, icatları sadece finanse etmemekle kalmazlar, ellerinden geldiğince engel de olurlar. Bunun bir örneği 2006 yapımı bir belgesel olan “Elektrikli Arabayı Kim Öldürdü?”’de, elektrikli otomobillerin üretimini engellemek için büyük petrol şirketlerinin, otomobil üreticilerinin ve ABD Federal Hükümeti’nin nasıl bir rol oynadığını anlatılır. Elektrikli otomobillerin üretimi, tahmin edilebileceği gibi petrol şirketlerine, fosil endüstrisine, otomotiv şirketlerine büyük bir dönüşümü mecbur bırakacaktır. Oysa işler tıkırında giderken neden böyle bir dönüşüm maliyeti oluşturulsun ki? Belgeselin yapımcısına göre, Amerikan hükümeti araştırmaların yönünü elektrikli araçlardan hidrojen yakıt hücrelerine doğru kaydırıyor. Otomotiv şirketlerinin kendi elektrikli araç üretim araştırmalarını da sabote ettiğini ileri sürüyor. Daha kötüsü, petrol şirketleri elektrikli araç üretiminde kullanılmalarını önlemek amacıyla NiMH[28] bataryalarının patentlerini satın aldı. Chevron, NiMH batarya teknolojisinin bütün kullanım ve lisans haklarını veto etme gücünü elinde bulunduruyor. Bu bataryaları araştırmalarda kullanılmak üzere satmayı reddetmeye devam ediyor. Bazı hibrid araçlar şu an NiMH bataryalarını kullanıyorlar, ancak hibrid araçlar mesafe kat etseler de hala petrole muhtaçlar.[29]
“İster ilaç sektörü olsun, ister otomotiv ya da başka bir sektör, kapitalizm, en iyi mühendis ve bilim insanlarını birbiriyle yarışan şirketler üzerinden bölüyor. Araştırma ya da ürün geliştirme çalışmalarına katılan herkese bir işe alım koşulu olarak gizlilik belgesi imzalatılıyor. Bu insanların bırakın birlikte çalışmalarını, notlarını karşılaştırmalarına dahi izin verilmiyor!”[30]
Bilimin kapitalist üretim ilişkileri içindeki bu rolünden dolayı “teknolojik devrimler” ne işçilerin insanlık dışı koşulları ile ne doğanın ekosistemlerinin yaşadığı örselenme ile ilgilenir. “Teknolojik devrimler”in doğası, sermayenin damgasını taşır.
“Yayılmaya ve biriktirmeye olan bu ‘doyumsuz iştah’, rekabet ile sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi tarafından körüklenir. Bu büyüme hammaddeye ve enerjiye gereksinim duyar, doğanın endüstriye yakıt ve piyasaya meta üretimi için kullanılmasıyla karşılanan bir gereksinim. Üstel bir büyümeye doğru olan bu kalıtsal itki, doğaya olan talebi artırarak, kapitalist düzenin toplumsal metabolizmasını pekiştirir. Yeni teknolojiler, üretimi artırmak ve emek maliyetini düşürmek için devreye sokulur. Sonuç olarak ise, kapitalizm ve doğa ‘sonu gelmez bir çatışmanın’ içine düşer. Artan üretim ölçeği, sonsuz olmayan bir dünyada geniş çapta ekolojik yıkım ve çevre kirliliği meydana getirir; doğanın sistematik bir biçimde sömürülmesi, ekosistemin kendini yeniden üretmesine olanak sağlayan doğal döngü ve süreçleri sarsarak tehdit eder.”[31]
Emekoloji Mücadelesinin Pratik Hatları: Türkiye Örnekleri
Fosil Kapitalizm”in doğuşu ve finalinden verilen bu iki örnekteki yaklaşım, tek tek bütün üretim sektörleri için de verilebilir. Bu bakımdan işçi sağlığı ve halk sağlığı konusunda yapılan Türkiye’den örnek bir çalışma olan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun editörlüğünde hazırlanan Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan[32] kitabı, Türkiye’nin ikinci büyük sanayi havzası olan Kocaeli özgülünde belli başlı sanayi kolları üzerine yapılan araştırmalara dayanarak sanayinin doğaya ve halk sağlığına etkilerini detaylı olarak bize sunuyor. Prof. Dr. Hamzaoğlu, 2011 yılında yürütmekte olduğu “Kocaeli’nin Dilovası ve Kandıra İlçelerinde Yaşayan Gebelerden Doğan Bebeklerde Ağır Metal Maruziyeti İle Büyüme ve Gelişme Durumu” isimli projesinde elde ettiği verilerle annelerin sütünde Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanımlanmış sınır değerlerin üzerinde ağır metal saptamıştı. Dilovası’nda ve Kandıra’da doğan bebeklerin ilk kakasından alınan örneklerde de kurşun, civa, kadmiyum, arsenik, alüminyum gibi ağır metaller saptanmıştı. Hamzaoğlu, Dilovası ilçesinde 2004 yılında ölümlerin nedenlerini araştırdığında, 1995- 2004 yılları arasındaki ölümlerin yüzde 33’ünün kanser nedenli olduğunu saptadı. Dünyada ve Türkiye’de kanser nedenli ölümlerin yüzde 13’den az olduğu kabul edilirken Dilovası’nda 100 ölümden 33’ünün kanser nedenli olduğu saptadı.
Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabındaki demir-çelik, çimento, boya, lastik, otomotiv, petrol rafinerileri ve deterjan sanayinde kullanılan maddelerin doğanın ve insanın sağlığına etkilerini araştıran tek tek makalelerde Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) ve Sağlık Etki Değerlendirme (SED) süreçleri analiz ediliyor. Çevre ve enerji tüketimi yönüyle en fazla eko-kırıma neden olan endüstrilerin başında gelen demir-çelik sektörünün hammaddelerin depolama alanlarından başlayarak, üretimin her aşamasında havaya, toprağa ve suya karışan atıklar üretmektedir. Bu sektör aynı zamanda küresel sera gazı emisyonlarının da %3-4’ünü üretmektedir. Bu endüstrinin temel hammaddesi olan hurda metalin eritilmesi esnasında poliklorlu dibenzo-p-dioksin/furan gibi son derece tehlikeli bileşikler ortaya çıkar. İzmir Körfezi’nde deniz kirliliğinin değerlendirilmesi amacıyla yapılan bir çalışmada alınan 14 örnekte ağır metallerin yanı sıra poliklorlu dibenzeo-p-dioksinler ve poliklorlu dibenzorfuranlar yoğun olduğu gösterilmiştir. “Endüstri yoğun bir bölge olan ve iki EAO’lu (elektrik ark ocaklı demir çelik) tesisin faaliyet gösterdiği Dilovası’nda 10 yıl ve daha uzun süre yaşayanlarda kanser nedeniyle ölme riski, 10 yıldan az yaşayanlara göre 4.4 kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir” (s.182). Demir-çelik üretiminin her aşamasında açığa çıkan katı-sıvı ve gaz atıkların canlı sağlığı üzerindeki kanserojen olan-olmayan birçok etkisi vardı.
Türkiye’nin ihracatta ikinci olduğu çimento sektöründe de durum benzerdir. Kalker taşları ve kil karışımından elde edilen çimento, yüksek enerji harcayan bir sektör olmanın yanında yüksek hava kirleticidir de. Çimento fabrikalarından çevreye yayılan tozlar ve ağır metaller havada ve toprakta kirlenmeye neden olmakta, biyoçeşitliliği yok etmektedir. Ayrıca bu fabrikalarda lastikler, atık yağlar, boya çamurları, solventler gibi atıkların yakıt olarak kullanılması ayrıca bir kirlenmeye neden olur. Yakılan atıklardan karbondioksitin yanında başka “kalıcı organik kirleticiler” de havaya, suya ve toprağa karışmaktadır. Çimento sanayinde oluşan atıklar da başta solunum, dolaşım, sindirim ve sinir sistemini etkileyerek insan sağlığını bozmaktadır. Bu örnekler diğer sektörlerdeki durumlara dair somut araştırmalarla devam ettirilebilir.
Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan çalışması, ekolojik yıkımın çevresel boyutlarının yanı sıra halk sağlık boyutunu bilimsel olarak ortaya koyuyor. Sanayide kullanılan hammaddeler ve üretim işlemleri sürecinde oluşan katı, sıvı ve gaz atıklar havaya, suya, toprağa karışmadan önce bizzat o maddeleri işleyen emekçilerin bedenini (doğasını) yok etmektedir. Bu yıkım “meslek hastalıkları” olarak tıbbileştirilmektedir ve “doğallaştırılmaktadır”. İşçilerin kitlesel olarak kanser başta olmak üzere birçok hastalıkla yıkıma uğratılması mesleğin doğal sonucu olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Kuşkusuz burada, sanayileşme, kalkınma, zenginleşme ,’ekonomik büyüme ve istikrar’ ve bunun karşısında ‘fıtrat ve kader olarak iş cinayetleri’ gibi birçok ideolojik mit devreye girmektedir.
Emekoloji, ormana zararlı olan insana da zararlıdır, sözünün başka türlü ifade eden “iklim krizinin madenci kanaryaları”[33] olarak işçilerin bu varoluşsal ve pratik koşullarına karşı mücadelenin teorik ve politik (ve dileriz kısa zamanda da örgütsel) bir niş, bir manivela çalışmasıdır. Anlaşılacağı üzere emekoloji, emek hareketi ile ekoloji hareketinin – bu iki ayrı hareketin – birbirini desteklemesi, ortak düşmana karşı ortak hareket etmesi ya da sendikaların da iklim krizi, orman kaybı, hava kirliliği gibi konularda işçileri eğitmesi, şirketlere karşı eylemler yapması ve benzeri bir durumu ifade etmiyor. Kuşkusuz bunlar da emek hareketinin/örgütlerinin imtina edebilecekleri görevler değildir. Fakat emekoloji kavramı/tartışması ile işçinin varoluşuna dışsal bir olay olarak değil, bizzat onun varoluşsal bir sorunu olarak ekolojik yıkımı görünür kılmaya ve buna karşı mücadele etmeye çalışmaktayız.
Polen Ekoloji Kolektifi’nin başlattığı paneller ve çevrimiçi toplantılar sonucu kurulan Emekoloji Meclisi Girişimi[34] çalışmaları kapsamında Aslı Odman tarafından hazırlanan “yapılacaklar manifestosu” [35] emekoloji alanındaki mücadelenin kapsamı ve aciliyeti hakkında oldukça doyurucu bilgiler vermektedir. Özetle “yapılacaklar manifestosu” şunları içermektedir:
- Meslek hastalıklarına yol açanları ve mesleğe/çalışmaya bağlı hastalıkları işyerinde belgeleme, her üretim alanı ve işkolu için örgütlü emsal davalar açma, bu davaları işçi-ekokırım bağlantılarını, hava, su, toprak ve besin zincirine karışan tehlikeli madde ve üretim süreçlerine işaret edecek şekilde kamusallaştıracak manivela davalara dönüştürme;
- Marmara Denizi’nin müsilajla bedenselleşen büyük kadavrası ile, etrafındaki sanayi ve büyük ölçekli tarım havzaları, Ergene Havzası, Tuzla-Gebze, İzmit Körfezi, Gemlik ve Nilüfer Havzası, Bandırma, Karabiga, tarım ilaçlı üretim yapılan tüm tarım sahalarında zamana yayılmış ‘kalkınma zayiatı’ iş cinayetlerinin ilişkisini kurmak, ortak belleğini tutmak, enkazı ve mücadeleleri yatırımların yayıldığı ve ilişkilendiği havza ölçeğinde gösterip, bu ölçekte bir mücadeleyi örmek;
- On ila otuz yıllık bir vadede ciddi bir kanser ‘salgını’ olarak geri dönüşü olacak, kentsel dönüşüme bağlı asbest liflerine kitlesel maruziyete karşı, çalışanlar ve mahallelilerin ortak çıkarlarını ortaya koyacak bir bilgi-eylem düzlemi kurmak;
- Türkiye’de yükselen sektörlerden biri olan endüstriyel ölçekte gemi sökümünün dokunduğu ve kendine çektiği ağır metaller ve sair tehlikeli maddeleri işçinin bedeninden, besin zincirine kadar takip edecek Aliağa’dan, artan hurda çelik ithalatı ile harlanan metal fabrikalarına ulaşan bir havzasal örgütlenme kurmak;
- Yeterli ve sağlıklı gıdaya erişim sorununu çözmek için, tarım işçilerinin bedenlerini ve ürettikleri gıdayı zehirleyen kapitalist gıda sistemine karşı çiftçinin ve tarım işçilerinin işçi sağlığı sorunlarını belgelemek, bu mücadele alanını kurmak, kentlerde geçimlik gıda döngüsünden tamamen kopmuş olan emekçileri, hasadı değerini bulmayan kırdaki tarım üreticileri ile buluşturmak, gıda kooperatifleri örgütlemek;
- Yaşam alanı sendikacılığı ile emekçilerin diğer yaşam alanı sorunlarını da – Temiz hava hakkı (işçi mahallelerine kaydırılan geri dönüşüm tesisleri gibi kirli ve tozlu üretim yapan tesislerin zararlarına dair kentsel bir mücadele ile birleşen), küresel ısınma karşısında ısı stresi altında çalışmayı kısıtlama ve kısaltma, işçilerin çocuk bakımı, yaşlı bakımı, hasta ve sakat yakınlarının bakımı gibi akut bakım – emeği sürelerini çalışma hayatına entegre etme, internetten bağlantısızlık hakkı gibi talepler etrafında bilgi-eylemler örgütlemek;
- Yeni zoonotik bulaşıcı hastalıkların ‘programlandığı’ mekânsal olarak merkezileştirilmiş hayvan fabrikalarında, tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerinde, mezbahalarda çalışma ve katliam ilişkilerine dair öncü ve birleşik örgütlenmelere gitmek;
- Sıfır-on dört yaş aralığındaki on dokuz milyon çocuğun altı buçuk milyonuna yakınının kurşun zehirlenmesi yaşadığı Türkiye’de[36], yeni nesillerin bu zihinsel ve bedensel kıyımının kaynaklarını (besin zinciri zehirlenmeleri, hurda metal, kurşun metalurjisi, boya sanayi alanlarını) tarım havzaları, rüzgârlanma alanları içinde haritalayarak görünür kılmak, ‘kurşun’ mücadele alanını kurmak;
- Türkiye’nin yeni katı (başta hurda metal ve plastik olmak üzere) atık ithalatı politikaları ile sayıları artan ve kentlerin içine emekçi mahallerine, verimli tarım arazilerinin çeperlerine yerleşen geri dönüşüm tesislerinin konumu, kentsel riskleri, yangınları, iş cinayetleri konusunu iç içe işleyecek mücadele birlikleri kurmak;
- Her aşamada ve alandaki ruhsat sayı ve hızı neredeyse takip edilemeyecek kadar artmış yeni/eski maden sahalarında inşa, üretim, işleme, aktarım, katı atık, artırdıkları ağır vasıta kara trafik yoğunluğunun trafik kazalarını artırıcı rolüne aynı anda vurgu ile, işçiye, köylüye, meskuna, bitkiye, hayvana duhul eden cari ve gelecek felaketini engelleyecek müşterek yerel mücadeleleri kurmak;
- Davutpaşa ve Beyrut misali büyük sanayi felaketlerine yol açabilecek tehlikeli işletmelerin etrafında bilgi ağı örülmesi, etrafında oturanlarla, bu işyerlerinde çalışanların ortak fakat farklı kademelerde maruz kaldıkları risklerin, ‘Büyük Sanayi Felaketleri Yönetmeliği’ne’ tâbi işyerlerinin risklerine ışık tutarak, haritalanarak kent meskunlarına taşınması, etrafında kentsel/çalışma güvenliğinin örgütlenmesi,
- Küresel ısınmayı, ‘ısı stresi’ üzerinden işçi konusu haline getirmenin söylemsel alanı bile henüz boş olduğundan ilk aşamada bu öncelikli çalışma alanların tespiti;
- Uluslararası hukuk alanı ve mücadeleler ile iş/vaka/ dava bazında, şirketlerin tedarik zincirlerinde işledikleri yavaş suçların izleğinde işbirlikleri kurmak…
Emekoloji alanında “yapılacaklar manifestosu”nun özeti bile oldukça kapsamlı ve bir o kadar da hayati sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Burada sayılanlara, işçi sınıfının geniş kesimlerinin, ekmek, borç, istihdam, haftada 6 gün, günde 10-16 saat çalışmadan başını kaldıramadığı gerçeğinden hareketle işgünü ve saatinin kısaltılması, örneğin “6 saatlik işgünü, yaşanabilecek ücret”, “herkese sağlıklı ve güvenli iş” gibi mücadele talepleri de eklemek zorundayız. Çünkü,
“Sermayenin doğal ve coğrafi sınırları aşması, bir ve aynı zamanda emeğin mevcut sınırlarını da aşması ile koşulludur: Mutlak artı-değerin artırılması (çalışma yoğunluğu ve sürelerinin artırılması), göreli artı-değerin artırılması (ücret düşürümleri ve emeğin teknik üretkenliğinin artırılması), kadın ve çocukların, üretkenlik düzeyi daha düşük ülkeler emeğinin, göçmen emeğinin bu alanlara sürülmesi, vd. Aynı şekilde doğanın direncinin kırılması da emeğin daha düşük ücretli, daha ağır ve tehlikeli işlere karşı direncinin kırılmasıyla koşulludur.”[37]
Türkiye’de daha önce kot kumlama işçilerinin maruz kaldığı silikozis hastalığının farkına varılması ve silikozisin yasaklanması mücadelesi emekoloji mücadelesi açısından örnek bir deneyim olarak görülebilir. 2004 yılında ilk ölüm vakasının yaşanması ile gündem olmaya başlayan kot kumlama işçilerinin durumu, kamuoyunda da yankı yaratmıştı. Bu alanda Kot Taşlama İşçileri Derneği, Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi[38] gibi örgütler kurulmuş, paneller, eylemler yapılmış, belgeseller çekilmiştir. 2017 yılında Aydın’da silikozis madenlerinde çalışan ve silikozis hastası işçiler Çine Yaşam Platformu kurmuştu. Kuruluş bildirisini okuyan Platformun ilk sözcüsü yazar Arif Ali Uyguç “Emek ve ekolojik mücadelenin iç içe olduğunun en somut örneği maden işçilerinin durumudur” demişti.[39] 2011 yılında silikozis Çalışma Bakanlığı tarafından yasaklanmış olsa da silikozis madenciliği de silikozisten dolayı işçi ölümleri de devam ediyor.
Ayrıca ekoloji örgütlerinin, ekolojik yıkıma neden olan projelerde yaşanan işçi cinayetleri ilgili eylemlerini de atlamamak gerekir. Örneğin, 2011’de Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması yapan Karadeniz İsyandadır Platformu, HES’lerde yaşanan işçi ölümlerine dikkat çekmişti. “HES’ler yaşamı yok ediyor, işçileri öldürüyor” pankartı ile yapılan eylemde Sabancı, Doğuş Holding, Limak Holding, Borusan gibi şirketlere ait HES’lerdeki işçi ölümlerinin medya eliyle gizlendiğine dikkat çekilmişti.[40]
Ekolojik sorunların ve buna karşı hareketlerin gündemin ana sıralarına yükselmesi ile emek örgütlerinin de konu ile ilgili çalışmalarında artış olduğunu görüyoruz. TMMOB ve üyesi tek tek odaların kentsel ekolojik sorunlar başta olmak üzere suyun ticarileştirilmesine karşı mücadeleden enerji alanındaki mücadelelere kadar birçok alanda eskiden beri çok önemli bir görev üstlendiği biliniyor. İşçi sendikaları da bazı dönemlerde kurulan örneğin Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu ya da Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu gibi platformlarda yer alarak ekoloji örgütleri ile diyaloğun gelişmesini sağlıyorlar. Ayrıca Dev-Yapı İş sendikasının 3. Havaalanı inşaatında yaşanan insanlık dışı çalışma koşullarına karşı direnişine ekoloji örgütlerinin de destek sunması örnek bir deneyimdir.[41] DİSK’in “Adil Geçiş” ile ilgili yaptığı toplantılar[42], Tarım-Orkam Sen’in iklim konusunda yapılan eylemlerde ve platformlarda yer alışı, KESK’in bünyesinde Ekoloji Komisyonu kurması, Birleşik İşçi Hareketi[43] ve Limter-İş’in Aliağa’da geri dönüştürülmek istenen asbestli vb. gemi Sao Poulo gemisine karşı Polen Ekoloji ve diğer çevre gönüllüleri ile ortak kampanya yapması[44], Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda meslek hastalıkları konulu saha araştırması yapması gibi örnekler de sayılabilir.
İşçi sınıfı tarihinden de bu konuda öğrenecek çok şey olduğunu hatırlamak gerekir. Dünya çapında işçi sınıfı ve devrimci hareketlerin yükseldiği 1960’lı ve 70’lı yıllarda İtalya, Fransa, İngiltere ve ABD’de, kimya, otomobil, uçak gibi sektörlerdeki mücadeleci sendikaların, mücadeleci hekim, mühendis meslek örgütleriyle de dayanışma içinde, fabrikalar içinde ve yakın çevresindeki işçi-halk yerleşimlerinde, işçi sağlığı ve güvenliğine ve fabrikaların yakın çevresinde sağlık analizleri yapmaları, ve bunları toplu sözleşmeye koymaları, hatta bazı yasal düzenleme kazanımlar elde ettiklerini biliyoruz.
Bunlardan en ünlülerinden biri İngiltere 1976’da Rolce Royce’un savaş uçağı motoru ve otomobil fabrikasında, kriz gerekçesiyle 15 bin işçinin 12 bin işçiye indirilmesi planına karşı, vasıflı teknik işçiler ve her düzeydeki işçilerin taban komiteleri kurarak işten çıkartmalara karşı çıkmakla kalmamaları, hem istihdamı koruyacak hem de fabrika ve tesisleri insan ve doğaya zararlı olmaktan çıkarıp yararlı ürünler üretmek üzere dönüştürmeyi öngören 200 sayfalık Lucas Planı’dır.[45] Bizzat işçiler tarafından sendika bürokratlarıyla da sert bir mücadele içinde hazırlanan bu planda, petrol yerine yenilenebilir enerji kaynakları, savaş uçakları ve lüks otomobiller yerine topluma yararlı ürünler üretimi dahil, inanılmaz işçi plan-projeleri vardır!
Başka bir örnek de ABD’de IWW’nin (Dünya Sanayi İşçileri; anarko-komünist ve anarko-sendikalist bir hareket), ilk kez program ve tüzüğüne “ücret sisteminin kaldırılması”na ek olarak “yeryüzü (doğa) ile uyum içinde yaşanacak” bir sistem amacını yazmasıdır. IWW, “Önce Yeryüzü” çevre platformuyla birlikte, ABD tarihinin en büyük ve en yankı yaratan çevre mücadelelerinden biri ile ünlüdür. 1989’da ABD Pasifik Kuzey Doğu kıyısı ormanlarının tamamını ele geçiren ve yasadışı biçimde tamamını kesme yetkisi alan dünyanın en büyük kereste şirketine karşı, orman işçileri, kereste fabrikası işçileri ve bölgede yaşayan toplulukların önemli bir bölümünün de desteğini kazanarak ormanların yok edilmesine karşı mücadeleden doğmuştur. (Bu mücadele, işçi ve çevre mücadelesi önderlerinin ikisinin arabasına bomba konulmasına, IWW ve Önce Yeryüzü’nün terörist olarak damgalanmasına kadar varmıştı.) IWW’nin daha sonra kendi bünyesinde oluşturduğu “Çevre Sendikacılığı” bölümünün, bugün önüne koyduğu görevler şunlar[46]:
- IWW tüzüğünün önsözünün[47] “Dünya ile uyum içinde yaşamak” hükmünü proaktif olarak stratejilendirmek;
- Çeşitli kaynaklardan sınıf mücadelesi ve ekoloji konularının örtüştüğü ve kesiştiği haberleri toplamak ve paylaşmak;
- Çevre ve emek örgütleri ile kesişen konularda diyalog ve örgütlenme;
- Tabandan çevre örgütleri ile “taban” işçiler arasındaki dayanışmanın kolaylaştırılması;
- Ana akım çevreciliğin yapıcı (dogmatik veya sekter olmayan) bir anti-kapitalist eleştirisini oluşturmak;
- İş/ekonomik sendikacılığının yapıcı (dogmatik veya sekter olmayan) bir bütünleşik sınıf mücadelesi ve ekolojik eleştirisini oluşturmak;
- Devrimci bir Adil Geçiş çerçevesi geliştirmek (ve mevcut ana akım «Adil Geçiş» çerçevelerinin çerçevesini zorlamak), karbondan arındırma, sanayisizleştirme ve/veya toplu insan faaliyetinin gerekli diğer dönüşümlerinden olumsuz etkilenebilecek işçi sınıfı üyelerine hitap etmek için Dünya ile uyum içinde yaşamak;
- Hızla gelişen yenilenebilir enerji sektörü de dahil olmak üzere sözde “yeşil” kapitalizmin tüm şirket-devlet tedarik zincirleri içinde ağ haritalarını üretmek ve yapıcı bir anti-kapitalist eleştirisini oluşturmak;
- Ekolojik mücadelelere katılmak ve sınıf mücadelesi perspektifi sunmak;
- Sınıf mücadelesinde çevre sorunları bilincini artırmak;
- Mutual Aid Disaster Relief[48] gibi gruplar tarafından organize edilenler gibi “Adil İyileşme” ve “Afet Kolektivizmi” (Afet Kapitalizmine anti-kapitalist bir tepki) çabalarını desteklemek;
- Muhalif çevrecilerin ve sıradan emeğin arabuluculuğuna ve çatışma çözümüne yardımcı olmak.
Bunlar bizim emekoloji mücadelesi için hazırladığımız “yapılacaklar manifestosu”na ulayacağımız işler.
Burada kısaca ifade edildiği gibi, emekoloji toplumsal mücadelede bir niş olarak henüz emekleme aşamasındadır. Emekolojinin kapsama alanına giren konularda birçok akademik, bilimsel çalışmalar yapılmış olmasına rağmen konu politikleştirilmeden kalmıştır. Sermayenin Türkiye’yi emperyalist üretim sistemi içinde “küçük Çin” yapma yolundaki planları göz önünde bulundurulduğunda emek sömürüsünün ve ekolojik yıkımın arşa varacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Emekoloji mücadelesinin bu yıkıma karşı direniş hatlarından biri olarak geliştirilmesi gerekiyor.
Dipnotlar:
[1] Bu yazının hazırlanmasında eleştiri ve önerileri ile katkılarından dolayı Fuat Filizler’e ve Aslı Odman’a teşekkür ediyorum.
[2] Odman, A. “Sunuş”, Uğur Şahin Umman, Çalışma Acısı -Emek ve Eziyet Deneyimleri, İletişim Yayınları, 2022
[3] Emekoloji kavramı etrafında üretilmiş bazı tartışmalar için bkz. https://www.polenekoloji.org/?s=%23emekoloji
[4] Özer Akdemir, “Panele saldırı planlıymış”, Evrensel, https://www.evrensel.net/haber/83880/panele-saldiri-planliymis
[5] “TES-İŞ ve MADEN-İŞ’den İkizköy açıklaması: “ağaç katli diyenler iftira suçu işliyor”, https://www. muglagazetesi.com.tr/tes-is-ve-maden-isden-ikizkoy-aciklamasi-agac-katli-diyenler-iftira-sucu-isliyor-137798h.htm
[6] Aykut Çoban (2018), “Ekoloji Mücadelesinde Strateji Tartışması: ‘Yine Dene Yine Yenil’ Nereye Kadar?” https://www.academia.edu/37162244/Ekoloji_M%C3%BCcadelesinde_Strateji_Tart%C4%- B1%C5%9Fmas%C4%B1_Yine_Dene_Yine_Yenil_ Nereye_Kadar
[7] Engels F. İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, Ayrıntı Yayınları, 2013, s. 63.
[8] Çiçek, Ö. – Öçal M. Dünyada ve Türkiye’de İş Sağlığı ve İş Güvenliğinin Tarihsel Gelişimi, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi Cilt: 5, Yıl: 5, Sayı: 11 (2016/1) s.115
[9] Soyer, A. Halk Sağlığının Doğuşu ve Şekillenişi, ttp://atasoyersaglikpolitikaokulu.org/halk-sagligi[9]nin-dogusu-ve-sekillenisi/
[10] Odman A. “Dünyadan iş cinayetlerine karşı mücadele gündemi: Aileler, İşçiler, Ceza Hukuku ve Kamuoyu Kampanyaları”; https://www.academia.edu/39797554/D%C3%BCnyadan_i%C5%9F_cinayetlerine_kar%C5%9F%C4%B1_m%C3%BCcadele_g%C3%BCndemi_Aileler_%C4%B0%-C5%9F%C3%A7iler_Ceza_Hukuku_ve_Kamuoyu_Kampanyalar%C4%B1
[11] Gül, Z. “Emek ve ekoloji bağlarını yeniden düşünmek: Yavaş şiddet, çevresel ve mesleki hastalıklar”, https://www.polenekoloji.org/emek-ve-ekoloji-baglarini-yeniden-dusunmek-yavas-siddet-cevresel-ve-mesleki-hastaliklar/
[12] Türkiye’de senede yaklaşık 130.000 kansere bağlı vefat üzerinden hesaplarsak, gene en az 13bin sadece mesleki kanserlere bağlı ölen çalışan olmalı. https://www.polenekoloji.org/emek-ve-ekoloji-gundeminin-ortakligi-al-yesil-gundem-ve-eylem-hatlari/#sdfootnote1sym
[13] Temiz Hava Hakkı Platformu, https://www.temizhavahakki.org/kararapor2022/
[14] Huber, M. T., Ecology at the Point of Production: Climate Change and Class Struggle. [Üretim Noktasındaki Ekoloji: İklim Değişimi ve Sınıf Mücadelesi] https://qmplus.qmul.ac.uk/pluginfile.php/2349536/ mod_resource/content/1/HUBER%202020%20polygraph-28_huber-article.pdf
[15] Odman, A. Emek ve Ekoloji Gündeminin ortaklığı: Al-yeşil gündem ve eylem hatları”, https://www. polenekoloji.org/emek-ve-ekoloji-gundeminin-ortakligi-al-yesil-gundem-ve-eylem-hatlari/#sdfootnote1sym
[16] Aksu, C. “Emeğin Ekolojisi nedir?”, https://www.polenekoloji.org/emegin-ekolojisi-nedir/
[17] Marx, K. Kapital 1. Cilt, Sol Yayınları, s. 283
[18] Marx, Grundrisse
[19] Moore, J.W., Nature and the Transition from Feudalism to Capitalism
[20] Review (Fernand Braudel Center), Vol. 26, No. 2, Ecology of the Modern World- System (2003), pp. 97-172
[21] Marx, K., 1844 El Yazmaları. çev. Murat Belge. İstanbul: Birikim Yayınları, 2013, s.18.
[22] Marx, 1844 El Yazmaları, s.78
[23] Stefania Barca, Ecologia Operaia; https://www.ecologiepolitiche.com/percorsi/approfondimenti/ecologia-operaia/
[24] Lorenzo Feltrin and Emanuele Leonardi, Working-Class Environmentalism And Climate Justice: he Challenge Of Convergence Today. https://projectpppr.org/populisms/working-class-environmentalism-and-climate-justice-the-challenge-of-convergence-todaynbsp
[25] Malm, A. Fossil Capital Fossil Capital The Rise of Steam-Power and the Roots of Global Warming, Verso Books, s.83
[26] Malm, age. s.154
[27] Malm, age. s.156-vd.
[28] Malm, age. s.175-6
[29] Nikel-metal hidrür pil (NiMH ve Ni–MH gibi bili[29]nir) şarj edilebilir bir pil (Akümülatör) türüdür
[30] Palecek, M. Capitalism Versus Science (2009 ), https://www.marxist.com/capitalism-versus-science. htm
[31] Age.
[32] Brett Clark & John Bellamy Foster, 21. Yüzyılda Marx’ın Ekolojisi, https://polenekoloji.org/21-yuzyilda-marxin-ekolojisi/
[33] Haz. Onur Hamzaoğlu, Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan, Kocaeli Tabip Odası, Mayıs 2016
[34] Halk sağlıkçısı Cora Roelofs’a aittir söz. Akt. Aslı Odman, agy.
[35] https://sendika.org/2022/04/bursada-emegin-ekolojisi-paneli-yasamimizi-ve-yasam-alanlarimizi-savunmak-icin-dayanismaya-devam-edecegiz-652386/; https://www.evrensel.net/haber/475610/emekoloji-meclis-girisimi-kapitalizm-doga-ve-emek-paneli-duzenledi
[36] Odman, A., Arzu ve eylem arasında amel köprüsü EmEkoloji mücadeleleri, Birikim Sayı 406-407 Şubat-Mart 2023, s.158-vd
[37] Şık, Bülent, “Çocuklarda kurşun maruziyetine yol açan boyalar yasaklansın”, https://bianet.org/kadin/saglik/252287-cocuklarda-kursun-maruziyetine-yol-acan-boyalar-yasaklansin
[38] Filizler, F.Y. “Emtia Krizleri, Emek ve Doğa”, https:// www.polenekoloji.org/sinifsal-ekoloji-tartismalarina-katki-emtia-krizleri-emek-ve-doga/
[39] http://kotiscileri.org/
[40] https://www.evrensel.net/yazi/83605/silikozisin-pencesindeki-maden-iscileri
[41] https://sendika.org/2011/02/medya-isci-olumlerini-gizliyor-50613/; İş Cinayetlerinin birer işçi-halk ve çevre sağlığı bağlamında ele alınmasını örnek vaka ve eylemler üzerinden ele alması bakımından “İş cinayetleri alanındaki cezasızlıkla hukuki mücadele, emek örgütlenmesinin asli unsurlarından biri hâline gelebilir mi?”, Aslı Odman, Tuğçe Tezer, Türkiye’de Geçiş Dönemi Adaleti: Değişen Özneler, Yöntemler ve Araçlar – Sempozyum Tebliğleri 2021, Hafıza Merkezi, https://www.academia. edu/47319828/%C4%B0%C5%9F_cinayetleri_alan%C4%B1ndaki_cezas%C4%B1zl%C4%B1kla_hukuki_m%C3%BCcadele_emek_%C3%B6rg%C3%BCtlenmesinin_asli_unsurlar%C4%B1ndan_biri_h%C3%A2line_gelebilir_mi
[42] (Kolektif), 3.Havalimanı İşçileri Mistik Tülü Kaldırdı, Ayrıntı Yayınları, 2020
[43] https://disk.org.tr/2022/11/iklim-krizi-adil-gecis-ve-sendikalar-semineri/
[44] https://www.birlesikiscihareketi.com/
[45] http://lucasplan.org.uk/
[46] http://ecology.iww.org/about
[47] http://ecology.iww.org/about
[48] Mutual Aid Disaster Relief dayanışma, karşılıklı yardımlaşma ve otonom doğrudan eylem ilkelerine dayanan tabandan gelen bir afet dayanışma ağıdır. https://mutualaiddisasterrelief.org/about/ Benzer dayanışma ağları için bkz. https://mutualaiddisasterrelief.org/co-conspirators/
Kaynaklar
- Aksu, C. “Emeğin Ekolojisi nedir?”, https://www.polenekoloji.org/emegin-ekolojisi-nedir/
- Çoban, Aykut (2018), “Ekoloji Mücadelesinde Strateji Tartışması: ‘Yine Dene Yine Yenil’ Nereye Kadar?” https://www.academia.edu/37162244/Ekoloji_M%C3%BCcadelesinde_Strateji_Tart%C4%- B1%C5%9Fmas%C4%B1_Yine_Dene_Yine_Yenil_ Nereye_Kadar
- Brett Clark & John Bellamy Foster, 21. Yüzyılda Marx’ın Ekolojisi, https://polenekoloji.org/21-yuzyilda-marxin-ekolojisi/
- Çiçek, Ö. – Öçal M. Dünyada ve Türkiye’de İş Sağlığı ve İş Güvenliğinin Tarihsel Gelişimi, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi Cilt: 5, Yıl: 5, Sayı: 11 (2016/1) s.115
- Engels F. İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, Ayrıntı Yayınları, 2013, s. 63.
- Filizler, F.Y. “Emtia Krizleri, Emek ve Doğa”, https:// www.polenekoloji.org/sinifsal-ekoloji-tartismalarina-katki-emtia-krizleri-emek-ve-doga/
- Gül, Z. “Emek ve ekoloji bağlarını yeniden düşünmek: Yavaş şiddet, çevresel ve mesleki hastalıklar”, https://www.polenekoloji.org/emek-ve-ekoloji-baglarini-yeniden-dusunmek-yavas-siddet-cevresel-ve-mesleki-hastaliklar/
- Haz. Onur Hamzaoğlu, Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan, Kocaeli Tabip Odası, Mayıs 2016
- Huber, M. T., Ecology at the Point of Production: Climate Change and Class Struggle. [Üretim Noktasındaki Ekoloji: İklim Değişimi ve Sınıf Mücadelesi] https://qmplus.qmul.ac.uk/pluginfile.php/2349536/ mod_resource/content/1/HUBER%202020%20polygraph-28_huber-article.pdf
- Kolektif, 3.Havalimanı İşçileri Mistik Tülü Kaldırdı, Ayrıntı Yayınları, 2020
- Malm, A. Fossil Capital Fossil Capital The Rise of Steam-Power and the Roots of Global Warming, Verso Books, s.83
- Marx, K. 1844 El Yazmaları, s.78.
- Marx, K. Grundrisse’den akt. Foster, J. B. “Komünist Manifesto ve Çevre”, Ekoloji Politik, Ed. G.N. Demirer ve Diğ., Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Basın Yayın, Ankara, s.11-38.
- Marx, K. Kapital 1. Cilt, Sol Yayınları, s. 283
- Marx, K., 1844 El Yazmaları. çev. Murat Belge. İstanbul: Birikim Yayınları, 2013, s.18.
- Moore, J.W., Nature and the Transition from Feudalism to Capitalism, Review (Fernand Braudel Center), Vol. 26, No. 2, Ecology of the Modern WorldSystem (2003), pp. 97-172
- Odman A. “Dünyadan iş cinayetlerine karşı mücadele gündemi: Aileler, İşçiler, Ceza Hukuku ve Kamuoyu Kampanyaları”; https://www.academia. edu/39797554/D%C3%BCnyadan_i%C5%9F_cinayetlerine_kar%C5%9F%C4%B1_m%C3%BCcadele_g%C3%BCndemi_Aileler_%C4%B0%- C5%9F%C3%A7iler_Ceza_Hukuku_ve_Kamuoyu_Kampanyalar%C4%B1
- Odman, A. Emek ve Ekoloji Gündeminin ortaklığı: Al-yeşil gündem ve eylem hatları”, https://www. polenekoloji.org/emek-ve-ekoloji-gundeminin-ortakligi-al-yesil-gundem-ve-eylem-hatlari/#sdfootnote1sym
- Odman, A., Arzu ve eylem arasında amel köprüsü EmEkoloji mücadeleleri, Birikim Sayı 406-407 Şubat-Mart 2023, s.158-vd
- Odman, A. Tezer, T. “İş cinayetleri alanındaki cezasızlıkla hukuki mücadele, emek örgütlenmesinin asli unsurlarından biri hâline gele bilir mi?”, Türkiye’de Geçiş Dönemi Adaleti: Değişen Özneler, Yöntemler ve Araçlar – Sempozyum Tebliğleri 2021, Hafıza Merkezi, https://www.academia.edu/47319828/%C4%B0%C5%9F_cinayetleri_alan%C4%B1ndaki_cezas%C4%B1zl%C4%B1kla_hukuki_m%C3%BCcadele_emek_%C3%B6rg%C3%BCtlenmesinin_asli_unsurlar%C4%B1ndan_biri_h%C3%A2line_gelebilir_mi
- Özer Akdemir, “Panele saldırı planlıymış”, Evrensel, https://www.evrensel.net/haber/83880/panele-saldiri-planliymis
- Palecek, M. Capitalism Versus Science (2009 ), https://www.marxist.com/capitalism-versus-science. htm
- Soyer, A. Halk Sağlığının Doğuşu ve Şekillenişi, http://atasoyersaglikpolitikaokulu.org/halk-sagliginin-dogusu-ve-sekillenisi/
- Temiz Hava Hakkı Platformu, https://www.temizhavahakki.org/kararapor2022/
- http://ecology.iww.org/about
- http://kotiscileri.org/
- http://lucasplan.org.uk/
- https://disk.org.tr/2022/11/iklim-krizi-adil-gecis-ve-sendikalar-semineri/
- https://sendika.org/2022/04/bursada-emegin-ekolojisi-paneli-yasamimizi-ve-yasam-alanlarimizi-savunmak-icin-dayanismaya-devam-edecegiz-652386/; https://www.evrensel.net/haber/475610/emekoloji-meclis-girisimi-kapitalizm-doga-ve-emek-paneli-duzenledi
- https://www.birlesikiscihareketi.com/
- https://www.evrensel.net/yazi/83605/silikozisin-pencesindeki-maden-iscileri
- https://www.polenekoloji.org/emegin-ve-doganin-ortak-cagrisi-olum-gemisini-durduracagiz/
- “TES-İŞ ve MADEN-İŞ’den İkizköy açıklaması: “ağaç katli diyenler iftira suçu işliyor”, https://www. muglagazetesi.com.tr/tes-is-ve-maden-isden-ikizkoy-aciklamasi-agac-katli-diyenler-iftira-sucu-isliyor-137798h.ht