Bu yazı, kısaltılmış versiyonu ile ilk kez Etkin Haber Ajansı’nda yayınlanmıştır.
Küresel sıcaklık artışı artık 1,2 °C’ye ulaştı. Yüksek olasılıkla, Paris Anlaşması’na göre verilen taahhütler tutulsa bile 2030’ların başında o meşhur 1,5 °C’yi geçecek. Yıllar çabuk geçiyor, dünya üzerindeki yaşam çeşitliliğinin bu hıza ayak uydurması zor görünüyor. Her Kasım ayı geride kalan yılın bakiyesini tutmakla geçiyor. İklim krizinin yol açtığı zarar nedeniyle sadece 2020’de büyük çoğunluğu ülke içinde olmak üzere 30 milyon insan yer değiştirmek zorunda kaldı. Geçmiş kayıpları, gelecek ise yeni felaketleri bildiriyor. Bu kez bu sayılar, istatistikler binbir türlü yalanı ve aldatıcı vaatleri örtmek üzere Roma’daki G20 zirvesinin ardından İskoçya’nın en büyük kenti Glasgow’da dökülüyor sermayenin siyasi temsilcilerinin ağzından. Sermayeye karşı doğa, sermayeye karşı insanlık, zirvenin alt başlığı bu olmalıydı. Geçtiğimiz yıl salgın nedeniyle tarihinde ilk kez ertelenen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı, bilinen ismiyle COP zirvesi, Glasgow’da 26. kez düzenleniyor.
Başından itibaren sorunlar
Dünyadaki aşı adaletsizliği nedeniyle katılamaması söz konusu olan ülkelerin olmasının yanı sıra İngiltere’nin salgın önlemlerini geciktirmesi, çevrimiçi mi yüz yüze mi sorusuna çok geç yanıt vermesi, aşı ve karantina konusunda son ana kadar net kararlar almaması gibi sebepler nedeniyle zirveye yine erteleme çağrıları yapıldı. Ancak İngiltere son anda salgın önlemlerini gevşetti, aşıya erişemeyen pek çok ülkenin heyetlerine gerekli sayıda aşı sağlandı ve zirve “olağan” koşullarında başladı. Daralan dünya ekonomisini yeniden silkindirecek kararlar için sermayenin daha fazla bekleyecek sabrı yoktu. Ne de olsa “yeşil” politikalar “herkesin” iyiliğineydi.
Zirvenin ilk gününde “en katılımcı COP” olacağı iddiasıyla COP26 başkanlığını yürüten, İş, Enerji ve Sanayi Stratejisi eski Bakanı Alok Sharma konuşması sırasında salondaki gençlik örgütleri tarafından sloganlarla protesto edildi. Genç eylemciler konuşmayı bastırırken Birleşik Kralık’ın yeni petrol ve gaz sahası yatırımlarıyla (Bunlardan birisi #StopCambo etiketiyle sosyal medyada protesto ediliyor) zirvede sahte iklim sözleri verdiğini belirterek topluca salonu terk ettiler.
39 bin 509 kişinin delege olarak kayıt yaptırdığı COP26 bu açıdan en kalabalık zirve. Önceki yüksek beklentili zirvelerden Paris’teki COP21’e 30 bin 372, Kopenhag’daki COP15’e ise 27 bin 301 delege katılmıştı. Glasgow’da devlet temsilcileri 21 bin 668, sivil toplum kuruluşları 11 bin 734, BM, Uluslar arası kimi kurumlar ve patron temsilcileri “gözlemci kuruluşlar” olarak 2 bin 229 ve basın kuruluşları ise 3 bin 781 delege ile zirveye katılıyorlar. COP1’deki ortalama delegasyonun %88’i erkek ve %12’si kadınken son üç COP’un ortalaması %62 erkek ve %38 kadın şeklinde oldu. Ancak COP26’da bu denge, %65 erkek ve %35 kadın olarak geriledi. Zirvede devlet başkanı düzeyinde temsil edilmeyen ülkelerden olan Türkiye, Brezilya’nın (579) ardından zirveye en çok delege gönderen ülke (284’ü erkek, 92’si kadın toplam 376) oldu. Bu kuru kalabalık zirvenin altyapısını da zorlayarak pek çok STK’nin panellere yüz yüze erişimini engelledi. İnternetle çevrimiçi katılımda ise kesinti sorunları yaşandı. Unite, İtfaiyeciler Sendikası (FBU), Ulusal Eğitim Sendikası (YDÜ), İletişim İşçileri Sendikası ve Kamu ve Ticari Hizmetler Sendikası gibi önde gelen 14 sendika işçilerin zirvedeki müzakerelere alınmadığını açıkladı. Oysa fosil yakıt şirketi temsilcileri toplamda 500’ün üzerinde delegeyi zirveye sokmayı başardılar. Emek güçleri ve sivil toplumun kararlara etkisinin sınırlandığı bu koşullarda ilk gün bu eksiklikler nedeniyle COP26 yönetimi ve İngiltere hükümeti “günün fosili” ilan edildi.
Resmi zirvenin ilk haftası
Dünyada artık 110’un üzerinde ülkenin karbon nötr olma hedefi bulunuyor. En sık olanı 2050 olmak üzere 2035’te Finlandiya, 2045’te İsveç, 2060’ta Çin, 2070’te Hindistan mutlak olarak karbon salmaya devam etse de karbon tutma/çekme ile salımlarını nötrlemeyi taahhüt etmişlerdi. Hatta Suudi Arabistan ve Rusya’dan sonra en büyük 3. fosil yakıt ihracatçısı Avustralya bile yıl vermeden bir net sıfır taahhüdünde bulundu. COP26’da bu taahhütlerinin altını dolduracak yeni sözleşme metinleri ortaya çıkmaya başladı. Her yeni sözleşme bir zafer edasıyla duyurulsa da esasen bu yıl hedeflerinin inandırıcılıktan uzak olmasının yarattığı hayal kırıklığını telafi etmekten uzaklar.
COP26’nın ilk haftasında aralarında en çok kömür kullanan ülkelerden Güney Kore, Endonezya ve Vietnam’ın da dahil olduğu 46 ülkenin imzacı olduğu “Kömürden Temiz Enerjiye Küresel Geçiş Deklarasyonu” ile yeni kömür yatırımlarını sonlandırmak, temiz elektrik üretimini hızlandırmak, elektrik üretiminde kömürden çıkmak ve bu dönüşümden etkilenecek kömür işçilerini ve maden bölgelerini gözetmek üzere taahhütler verildi. Aynı zamanda 25 kamu bankası ve ülke artık fosil yakıt projelerini desteklemeyeceklerini ve yenilenebilir enerjiye finansman ve destek sağlayacaklarını açıkladılar. Bir diğer fosil yakıt takip vaadi Küresel Metan Taahhüdü isimli anlaşma oldu. Dünyadaki metan emisyonunun %40’ından sorumlu 106 ülkenin imzacı olduğu anlaşma ile ülkeler birbirini denetleyerek 2030’a kadar 8 milyar ton karbondioksit eşdeğeri metanın salınmasını engelleme sözü verdiler. Türkiye’nin Fransız Kalknma Bankası başta olmak üzere kopardığı 3,1 milyar dolara benzer bir kaynağı Güney Afrika, Asya Kalkınma Bankası ve İklim Yatırım Fonu’ndan toplamda 8,5 milyar dolarlık anlaşma ile sağladı. Türkiye ise kömür konusunda henüz bir taahhütte bulunmazken 15 STK, yayınladıkları bir raporla uygun adımlar atıldığı takdirde 2030’a gelindiğinde Türkiye’de kömürün kullanımına tamamen son verilebileceğini duyurdu.
Yılda yaklaşık 8 milyar dolarlık bir fonu doğal gaz dahil ülke dışı fosil yakıt projelerinden yenilenebilir enerjiye yönlendirecek ortak bir karar aralarında Kosta Rika, Danimarka, ABD ve İngiltere’nin olduğu 20’nin üzerinde ülke ve finans kuruluşu tarafından kabul edildi. Özel finans kuruluşlarını bağlamayan bu karar G7’nin Mayıs’ta aldığı ülke dışında kömür finansmanını kesme kararının tamamlayıcısı niteliğinde. Ülke içinde henüz başlamamış 24 fosil yakıt projesine sahip ABD ve Kuzey Denizi’nde petrol aramayı sürdüren İngiltere öncülüğünde bu ülkeler zirve öncesinde Petrol ve Gazın Ötesinde İttifakı’nı (BOGA) kurdular, ancak en büyük iki büyük fosil yakıt fonlayıcısı Çin ve Japonya’yı ittifaka katılmaya ikna edemediler. Benzer bir ittifak yine zirve öncesinde Kömür Sonrası Enerji Küresel İttifakı (PPCA) adıyla kurulmuştu. İttifaka katıldıklarını COP26’da duyuran yeni şehir, eyalet ve işletmelerle birlikte üye sayısı 164’e çıktı. 2030’a kadar kömürden çıkış vadeden OECD ve AB ülkelerinin üçte ikisi bu ittifakta yer alıyor. İttifaktaki finans kuruluşları 17 trilyon dolarlık varlığı elinde bulunduruyor.
Fosil yakıtlardan çıkış işin bir yanını oluştururken diğer yanını da “temiz enerji” ve “yeşil” metalar piyasasını genişletecek anlaşmalar oluşturuyor. Buna göre zirvede 40’tan fazla ülke Atılım Gündemi (Breakthrough Agenda) adı altında “yeşil teknolojilerin” ucuzlaması için standartlar belirleyeceklerini ve yatırımları koordine edeceklerini açıkladılar. Bu “atılımlar” öncelikle temiz elektrik, elektrikli araçlar, yeşil çelik, yeşil hidrojen ve sürdürülebilir tarımdan oluşuyor. 2030’a kadar bunları, tıpkı güneş panelleri, LED lambalar, lityum-iyon bataryaları azgın madencilik ve sömürgecilik ilişkileri üzerinde ucuzlattıkları gibi, tüm uluslar için ucuzlatmayı ve yaklaşık 20 milyon yeni istihdam yaratmayı hedefliyorlar. Örneğin 25 büyük tekel, çelik, tır taşımacılığı, çimento ve havacılık gibi karbon yoğun sektörlerdeki temiz teknolojileri şimdiden satın almayı taahhüt ederek bu girişime dahil oldular. Ayrıca Yeşil Şebekeler Girişimi adıyla ülkeler arası elektrik iletimini sağlayacak şebekeler kurarak çöllerden güneş enerjisini, kıyılardan rüzgar enerjisini yüksek nüfuslu kentlere taşıyacak bir plan tasarlanıyor. Dünya Bankası, Jeff Bezos’un ve Rockefeller ailesinin vakıflarının dahil olduğu 10 milyar dolarlık girişim ise Küresel Güney’de “temiz elektrik” üretmesi planlanan İnsanlar ve Gezegen için Küresel Enerji İttifakı.
ABD-BAE’nin 4 milyar dolarlık fonu gibi daha pek çok “ittifak” ve “girişim” adeta bir açık artırma gibi sermayenin yeni yatırım alanlarının belirlenmesinde politik yön verici metinler olarak devletlerin önüne konuluyor. 2009’dan bu yana her yıl 100 milyar doların yoksul ülkelere kayıp, hasar ve uyum finansmanı için ayrılması vaadi ise asla gerçekleşmedi. Toplanan miktar 12 yılda toplam 80 milyar doları ancak bulurken bunların büyük kısmı kredi şeklindeki borç para.
Verilen sözlerin, yürürlükte olduğu 5 yılın ardından Paris Anlaşması’nın fiilen çöken hedefleriyle uyumlu olup olmadığını denetleyecek Küresel Durum Değerlendirmesi (GST) adıyla devletlere bir açıklama süreci tanıyan mekanizmanın oluşturulması ile 3 yıl önce oluşturulan Gelişmiş Şeffaflık Çerçevesi’nin (ETF) işlerlik kazanması COP26’da yine ilk hafta atılan kurumsal adımlar arasındaydı.
Biden ile Roma’da görüştükten sonra “itibarı”nı bahane ederek Glasgow’a gitmekten vazgeçen Erdoğan yerine T.C. devletini zirvede, gittiği ilk gün ülke standı için kurdele kesen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı temsil ediyor. Ayrıca, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İBB’nin üye olduğu C40 oluşumunun COP26’da düzenlediği panelde konuşmacı olarak yer almak üzere Glasgow’a gitti. Gitmeden hemen önce İstanbul İklim Değişikliği Eylem Planı ile 2050 yılına kadar ulaşılması planlanan 14 hedef belirlendiğini açıkladı. İstanbul’un atmosfere saldığı sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar 50,9 milyon tondan 25 milyonun altına yüzde 52 azaltmayı ve 2050’ye kadar da “net” sıfıra inmeyi taahhüt etti. Bunun için 387,5 milyon Avro kaynak ayırarak enerji, hareketlilik ve atık politikalarıyla 10’un üzerinde eylem planı açıklandı. İddialı hedefler olmakla birlikte kırılganlaşan İstanbul ekosisteminin çöküşü esnasında nasıl somutlanacağı elbette net değil. Köklü bir dönüşüm yerine altyapı üzerinden yeni bir sermaye hamlesi.
Paris’in mecliste onaylanmasından birkaç gün sonra IC İÇTAŞ Enerji ve Limak Enerji ortaklığı çatısı altında faaliyet gösteren YK Enerji, baca gazı emisyon değerlerini AB standartlarına çekmek ve verimliliği artırmak amacıyla Yeniköy-Kemerköy termik santrallerine 280 milyon avroluk yatırım yaptıklarını söyleyerek aslında yangında zarar gören santralin tamir işlemini bir PR çalışmasına çeviriyor, ancak daha önce bu standartlarda faaliyet yürütmediklerini de itiraf ediyordu. Elbette, devletten emisyonlarının azaltımı ve madenciliğin zararlarının önlenmesi kapsamında bu santrallerin kapatılmasına dair Paris’in gerektirdiği bir adım yok. Oysa, Muğla’daki Yatağan, Yeniköy, Kemerköy termik santrallarından kaynaklanan hava kirliliği 1983-2017 yılları arasında en az 45 bin erken ölüme sebep oldu.
Alternatif zirve ve iklim adaleti eylemleri
Resmi zirve bir finans zirvesi. İklim krizi sermaye için bir maliyet kalemi. Onunla mücadele ise kârlılığı garanti edecek yatırımlara kapı açıyorsa finanse edilecek projelerden ibaret. Hal böyle olunca 50 yıllık aldatmacanın ve iklim adaletsizliğinin karşısında artık umudunu kapitalist kurumlardan ve onlarla müzakere ederek reformlar peşinde koşan hareket tarzından kopma eğilimi daha belirgin bir iklim adaleti hareketi bir süredir mayalanıyor. Felaketlerin sıklığı, çapı ve yaygınlığı arttıkça ve bunun karşısında devletlerin aymazlığı ayyuka çıktıkça “kendi kaderini tayin etme” hakkını eline almak isteyen bir kitle hareketi meydana çıkıyor.
İngiltere merkezli kurulan COP26 Koalisyonu’nun çağrısıyla tüm ülkelerde ekoloji ve iklim adaleti örgütleri COP26 ülke koalisyonlarını oluşturdu. Resmi zirveden 3 ay kadar önce başlayan çalışmalar, 6 Kasım Cumartesi günü “Küresel İklim Eylem Günü”ne ve 7-10 Kasım günleri arasında düzenlenecek alternatif zirve olan “Halk Zirvesi”ni örgütlemeye yönelikti. 6 Kasım’da Glasgow’daki eyleme 100 binin üzerinde kişi katıldı. Dünya’nın gerçekten neredeyse bütün ülkelerinden eylemciler “adaletsizlik çağı sona erdi” sloganıyla sokakları doldurdu. İngiltere’deki 100’ün üzerinde gösterinin yanı sıra dünyada 300’ün üzerinde eylem 6 Kasım’daki küresel çağrının yankı bulduğunu gösterdi (Eylem gününü sosyal medyadan takip etmek için #COP26GDA #ClimateJustice etiketlerini inceleyebilirsiniz).
7 Kasım’da başlayan Halk Zirvesi ise toplamda 150’nin üzerinde oturum ile resmi zirveden katılım ve konu çeşitliliği itibariyle çok daha kapsayıcı, çok daha somut ve doğrudan öznelerin sözünün duyulduğu bir tarzda sürüyor. Oturumların bir kısmı çevrimiçi ve yüz yüze olarak hibrit, bir kısmı ise sadece yüz yüze Glasgow’da gerçekleşiyor. İlk 2 gün iklimle bağlantılı olarak sağlıkta adalet için halk duruşması, şirketlerin hukuk sistemleri üzerindeki etkileri, çevre hareketine yönelik gözetim politikaları, ekstraktivist yeşil büyümenin iklim krizini derinleştirmesi, militarizm, iklim krizini çocuklarla konuşmak, salgınlarda mücadele, Amazonlar, Latin Amerika ve Kuzey Afrika’da direniş ve adil dönüşüm, ekososyalizmin çözümleri, göçmen hakları ve sınır duvarları, iklim bilimi ve aktivizm, iş yerinde iklim krizi, “net sıfır” ve ormanların özelleştirilmesi, küçülme ve sömürgecilik, küresel bir yeşil yeni anlaşma, gıda egemenliği, köylü hareketi ve agroekoloji, iklim borcu ve telafi mekanizmaları, feminizm ve iklim adaleti ve daha birçok başlıkta paneller gerçekleşti. Programda ayrıca kentin pek çok noktasında süreğen eylemler, yine sayısız başlıkta eylem atölyeleri ve oyunlar yer aldı.
HDP milletvekili Murat Çepni ve Ekoloji Birliği eş sözcüsü Süheyla Doğan’ın da aralarında olduğu bir ekip alternatif zirveye ve sokak eylemlerine katılmak, dünyanın dört bir yanından gelen iklim adaleti hareketiyle bağ kurmak için Glasgow’daydı. Türkiye’de 6 Kasım eylemleri 15 ilde gerçekleşti. İzmir ve Muğla katılım düzeyi ve eylem çeşitliliği ile öne çıkan noktalardı. İzmir’de HDK Ekoloji Meclisi 2 gün boyunca stant çalışmalarıyla eyleme çağrı yaptı. Muğla’nın ise neredeyse tüm ilçelerinde doğa tahribatının yaşandığı noktalarda örgütler bir araya geldi. Arka arkaya yaşanan kuraklık, yangın ve selin ardından kendiliğinden gündemde ön sıralara gelen iklim krizi, bu küresel gün vesilesiyle iklim adaleti talebi etrafında iradi bir şekilde politikleştirilmeye çalışıldı. Polen Ekoloji’nin de içinde yer aldığı Kazma Bırak Kampanyası ve Paris İklim Anlaşması’na karşı iklim örgütlerinin devletler yerine birbirilerini muhatap aldıkları Glasgow İklim Taahhüdü gibi çabalar iklim krizi gündemini özellikle Türkiye’deki ekoloji örgütlerinin gündemine sokma konusunda katkı sundu. Kısa süre önce kongresini gerçekleştiren Yeşil Sol Parti ise bu süreçte bütün gövdesiyle yer alarak yerel örgütleriyle eylemlerin yaygın bir şekilde gerçekleşmesini sağladı. Diğer emekçi sol partilerin iklim gündemiyle ilişkilenişi ise zayıflığını koruyor. Konu halen “çevreciler”in işi olarak görülüyor. Sendikalar açısından ise söylemsel düzeyde bir sahiplenme ve farkındalık oluşsa da katılım ve pratik açıdan somut bir adım yok. Daha önceki “iklim grevi” eylemlerinde öne çıkan Gelecek için Cumalar (FfF) ve benzeri “gençlik” örgütleri ise küresel iklim eylem gününe İstanbul’da farklı bir noktada “iklim adaleti” teması yerine başka şiarları öne çıkaran sözlerle katıldı. Resmi kuruluşu için izin alamayan Yeşiller Partisi çevresindeki bu gruplara şu ana kadar “genç aktivistler” olarak duygusal yaklaşılsa da ekoloji hareketindeki liberal hattın ana gövdeden kopuşunu temsil ediyor.
Sırada ne var
COP’lar kapitalizmin varoluşsal krizi içinde sermayenin yeni yönünü bulma arayışında önemli duraklardan biri olmanın ötesinde artık sistemin kendi kendini teşhir ettiği, her anlamıyla fiyaskoya dönüşen ve ekolojik kitle hareketini daha radikal eylem araç ve biçimleriyle buluşması için teşvik eden toplantılar haline gelmeye başladı. Artık her yıl COP’lar düzenlendikleri ülkelerde, yeşil bir sınıf uzlaşısının mekanı değil, tıpkı G20 ya da NATO zirvelerinde olduğu gibi sınıf savaşımının mekanı haline geldi. Geçtiğimi yıl salgın sürerken bir yandan da Siyah Yaşamları Değerlidir hareketinin dünyaya yayılmasıyla antifaşist kitleler sokağa çıkıyordu. Çarklar dönse de hareket kısıtı ekonomileri daralttığından işsizlik tavan yapmış durumdaydı. Bu ortamda ertelenen COP26 zirvesi, bugün aşıyla birlikte ekonomik toparlanma sürecindeki koşullarda salgın tecrübesini yaşayan “insanlık için”, yine “aynı gemide” olduğumuz iklim krizi karşısında yeni bir umut olma iddiasıyla toplandı. Ancak kapitalist sınıf kendi çıkarlarını insanlığın çıkarları olarak gösterme kabiliyetini yitireli epey oldu.
Oxfam’ın yeni raporuna göre dünyadaki en zengin %1’in emisyonları 1,5 derece sıcaklık artış eşiğinin altında kalma hedefinin öngördüğünün en az 30 kat üzerinde. Yine rapora göre dünyanın en yoksul %90’ı ne yaparsa yapsın kalan en zengin %10’un emisyonları radikal şekilde azalmadığı sürece 1,5 derece eşiği aşılacak. Yani, bütün bu 50 yıllık konuşma, anlaşma, rapor ve çabalar tepedeki bir avuç sömürücünün keyfine göre gezegeni dizayn etmeye çalışmakla ilgili. Bu kadar yalın hale gelmiş bir gerçeklik elbette kitlelerdeki sistem karşıtı öfkeyi besliyor, biriktiriyor ve özgün koşullarda isyana sevk ediyor. Tüm dünya gibi Türkiye’de de kuraklık, yangın, sel, enflasyon vb. etkileriyle iklim krizi giderek belirleyici bir politik gündem olmaya doğru ilerliyor.
Burjuva muhalefet partilerinin sırayla “Yeşil Mutabakat” uyumlu iklim politikalarını açıklaması, Paris Anlaşması’nın mecliste onaylanması ve meclisteki bütçe görüşmelerinde “Yeşil Kalkınma Devrimi” safsatası ve yeni iklim hedeflerinin açıklanması ile COP26’ya yaklaşırken ekoloji örgütlerinin iktidarı teşhir ederken tabana birikim kazandıracak “iklim krizi, iklim adaleti, iklim borcu, antikapitalist iklim politikası nasıl olmalıdır” gibi konularda yazı, program, panel, vb. çalışmalarla sürece daha fazla müdahale etmek mümkündü, ekoloji örgütleri bir düzeyde buna girişti. Önümüzdeki süreçte ise Türkiye ekoloji hareketi açısından oluşan bu zemini daha ileri bir noktaya hangi örgüt ve eylem tarzının, hangi kısa ve uzun vadeli stratejik hedeflerin taşıyacağına karar verme ve politikleşen kitleyi örgütlü bir eylem gücüne dönüştürme görevi duruyor.