Tam da “Kerem’in aşkıyla dertlenmek isterdik”(1) diye bir yazıya başlarken Hopa’dan doğa savunucusu yoldaşımızın öldürüldüğü haberini aldık! Reşit Kibar’ı aramızdan aldılar. İki arkadaşımız yaralı.
Doğaya olan bütün bağlılığımızla bu hayattan edilen arkadaşımızın hesabını sorumlulardan
sorma sözünü devrimci inancımızla verelim! Hiçbir kötülük karşılıksız kalmaz!
Madenlere karşı hep yurdun başka cephelerinde yer aldım, mücadele verdim. Şimdiki konu ata toprağım, doğup büyüdüğüm Gümüşhane… Biraz daha fazla sorumluluk yüklüyor insana belki…
Gümüşhane ile birlikte Trabzon ve Giresun en fazla altın madeni aranacak şehirlerden…
Neden acaba diye soramadan edemiyor insan. Halkın çoğunluğu muhafazakar ve sağa oy verdiği için mi? Nasılsa bir aykırı ses çıkmaz diye mi! Sol partiler ve hatta CHP’nin bile ancak yüzde 5 civarı oy alabildiği bir yer olduğu için mi? CHP demişken durum bu olduğu için bölgede muhatap alınabilecek birkaç oluşumdan biri. CHP Gümüşhane il başkanlığına yeni seçilen Özgür Deniz Demir’in ailesi bu ismi takarken Deniz Gezmiş’i özgürleştirmek istemiş olabilir mi? Bu genç CHP’li il başkanı Gümüşhane’nin doğa harikası Artebel gölleri tabiat parkındaki köyden. Gülaçar köyü maden çıkarılan bölgelere çok yakın bir köy aynı zamanda.
Çelişkiler, paradokslar üst üste… Özgür Deniz çok meşgul… Düğünler, cenazeler, genel merkez görüşmeleri, vs. Bu toprakları CHP’ye rağmen özgürleştireceğiz diye slogan bir temenni geliyor aklıma ama CHP’yi de bahsettiğim koşullarda öteki göremiyorum. Hatta şu an bu tür konularda muhalif görünen Saadet Partililer de anlattıklarımı pek bir dikkatle dinlediler, ki bu da önemliydi…
Polen Ekoloji Enstitüsü bütün bölgelerdeki maden aramalarını önemli ve ciddi biçimde raporlaştırdı. (2) Lakin istatistiklerle dolu raporları okumak maharet ister. Ben de hikaye edeyim diye bu nağmeleri önünüze diziyorum ki okuyucusu bol olsun.
Bu yaz, Gümüşhane’nin şimdiye kadar gitmediğim doğal ve tarihi-kültürel bölgelerini gezmekle geçti. Bunlardan biri Rumlardan kalan tarihi Santa şehri (Santa harabeleri) idi. Muhteşem doğal güzelliğe eşlik eden tarihi-kültürel doku görülmeye değer. Ömrünüzü tamamlamak isteyeceğiniz bir doğa-kültür hazinesi. Santa harabelerine giden güzergah zamanı kıymetlendiren bir yolculuk. Ayasofya kilisesi-camisi sadece İstanbul Sultanahmet’te değil, Gümüşhane’nin de kendi Ayasofya kilise-camisi var.
Santa yolundaki geçtiğimiz her beldede çay içtiğimiz her köy kahvesinde bolca camiye dönüştürülmüş kiliseler bulunuyor! Bunları görünce Yunanistan ile barışın önemini bir kez daha düşünüyorum. Atalarının topraklarına daha fazla gelip görseler, şenlikli olsa… Böyle olmuyor elbette. Oraya gelen torunlar, kalıntı ve kilise duvarlarına yüzünü sürüp göz yaşlarına boğuluyormuş duyduğumuza göre.
Santa şehri 6 mahalleden oluşuyormuş. Her mahallesinde kilise ve okul olan, dönemine göre çağdaş yaşam alanı olan bir kasabaymış. Kalıntıların çokluğundan bu şehirde on binlerce insan yaşadığını tahmin edebilirsiniz.
Vadiden ırmak geçiyor. Yamaçlara kurulu mahallelerde bu ırmaktan ancak köprülerle geçiliyor. Santa şehri 1800’lü yılların sonlarında göç vermeye başlıyor ve 1923 mübadelesiyle tamamen boşalıyor.
Kilise ve okulların duvarları kalmış, sadece tavanlar yıkılmış. Yapıların mimarisinden aynı mimari dönemin eseri olduğunu anlamak zor değil. Santa harabeleri ‘Arkeolojik ve doğal site alanı’ alanı olarak restorasyon bekleyen tarihi bir şehir olarak duruyor o muhteşem doğanın içinde.
Elbette, Gümüşhane’deki güzellikler saydıklarımdan ibaret değil. Peki bu kadar kıymetli kültürel, doğal alanlar varken neden maden çıkarma ihtiyacı duyulur ki? NEDEN? Maden nedir? Altın nedir? Neden ihtiyaç duyulur bu metaya? Kapitalizm için! Kapitalizmi sürdürmek isteyen “muktedirler” için! Değmez ey zevat DEĞMEZ!
Gümüşhane’de tam 26 noktada siyanürle altın arama yapılmak isteniyor. Memleketten karşı bir ses çıkmaz ise Koza altın firmasıyla Gümüşhane’yi siyanürle zehirlemek, yaşanmaz hale getirmek niyetindeler. Kazdağlarında altın madenine karşı mücadele sürerken bu maden şirketinde çalışan ve konuya oldukça yabancı mühendis arkadaşı şu cümle ile ikna edip saflara çekmiştik: “Altın, yerin altından suyu, toprağı, havayı zehirleyerek siyanür ile çıkarılıp gene yerin altına bankaların rezervine depolanır!” Konu budur demiştik ve ikna olup madenlere karşı mücadeleye katılmıştı.
Son söz olarak kendi sınıfına ihanet edip sosyalizm saflarına katılıp Karl Marx’ın yakın çalışma arkadaşı, dostu-yoldaşı Frederic Engels’e sözü bırakmak isterim. Engels, insanın doğa üzerinde hakimiyetine yani yıkıcı etkisine dair şöyle der;
“İnsanın doğa üzerinde kazandığı her zaferin sonucunda doğa insandan öcünü alır.”
Muktedirler bunu bilmiyor mu? O zamana kadar yerin altını üstünü yağmalayıp bu dünyadan göçüp gitmiş olacakları için umurlarında değil. Biz devrimciler ise genelde az çocuk yapsak de bütün dünyanın çocuklarını çocuklarımız bildiğimiz için bu dünyanın, bu ülkenin gidişatını umursuyoruz ve mücadeleden vazgeçmiyoruz. Ali ahvalimiz budur bizim!
DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim….
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…
1- Aşağıdan Gelir Aldırmadım (diğer seçenek) ama Kerem’in aşkıyla dertlenmek isterdik oysa.