Soruya hemen yanıt veriyorum, ardından konuyu anlatacağım: Hiçbir şeyimiz olmuyor!
Sebahattin Yıldız, kapitalist modern çağın barbarlarından sadece biri. Hemşerimiz olmadığı gibi bizimle fiiliyatta aynı yurttaşlık statüsünde de değil! Ayrıcalıklı sermaye sınıfına dahil! Bu ve bunun gibi zatlar, eski çağlarda oldugu gibi “kılıç kalkanla” gelmiyorlar emekçi halklarımızın üzerine, tanklarla da gelmiyorlar! Peki ne ile geliyorlar bir karabasan gibi doğamızın, hayatımızın üzerine! Bugünümüz ve yarınımızı karartmak üzere! Paraya tapan diğer birçok kapitalist gibi Sebahattin Yıldız da vahşi madencilik işleriyle arzı endam ediyor memleketimizde. Bu zat, sahibi olduğu Yıldızlar SSS Holding’e bağlı şirketler için devletin valisinden art arda aldığı “ÇED gerekli değildir” kararları ile memleketimize siyanürlü zehir saçıyor ve saçacak!
SSS Holding’in yolunu döşeyenler de öyle uzakta bir yerdeki “dış güçler” değil. Gümüşhane’de “ÇED gerekli değildir” kararlarını imzalayan Afyonlu bir memur var. Merkezden atanan bu memurun görevleri arasında maden projelerini onaylamak en ön sırada yer alıyor! Ruhsat ve Denetim Müdürü Irmak Esmek’in, Gümüşhane’ye atandıktan sonra ÇED kararlarının hızla, hiç beklemeden çıkması maden şirketlerini ihya etmiş.
Ah Gümüşhane’nin onurlu insanları… Sizlerden bu yıkım projelerine karşı ya ses çıkmıyor ya da çok cılız ses çıkabilen insanlardan ellerinden gelen karşı duruşu görebiliyoruz. Henüz bir hafta önce Gümüşhane merkeze bağlı Aksu köyünde 3 yeni maden ocağı açılmasına karar verildi. Gene “ÇED gerekli değildir” otomatik kararıyla… Gümüşkoza haber sitesine göre de madende kimyasal kullanılmayacakmış, ki zaten maden çıkarılırken kimyasal kullanılmıyor çoğu maden sahasında. Kimyasal daha sonraki ayrıştırma aşamasında oluyor. Ve siyanür bu kimyasallardan biri. Haberde verilen bilgiye göre maden ocağı sahasında cevher herhangi kimyasal işleme tabi tutulmayacak ve taşınacak. Kimyasal maddelerin çıkarıldığı alanda kullanılmaması, hiç kullanılmayacağı anlamına gelmiyor yani. Oysa bir başka yerde kullanılacak olması yine sadece oranın değil, tüm havzanın doğası ve insanı için risk oluşturacak. Kaldı ki haberde bu taşıma işleminin nasıl olacağı ve bunun etkilerine hiç değinilmiyor. Nasıl bir kamyon trafiği olacak, nasıl bir toz duman kaplayacak ortalığı, bunun sözü yok.
Koza altın şirketi gibi Sebahattin Yıldız’ın maden şirketi de bu kararlarla yurdumuzun pek çok bölgesini gelecek kuşaklarıyla beraber zehirlemeye devam etmek niyetinde! Bu niyetlerini kursaklarında bırakmak halkımızla birlikte boynumuzun borcu olsun! Aşkla bağlı olduğumuz memleketimize, halkımıza sözümüz olsun. Dünyanın hiçbir ülkesinde altının siyanür ile ayrıştırılmasından sonra oluşturulan zehirli siyanür havuzlarına bir çözüm bulunamadı! Bu zehirli havuzlar kanser riskini katlıyor, olası sızıntı ve kazalarda tüm canlıların yaşamını tehdit ediyor! Bütün geleceğimiz her an sızıntıya açık siyanür havuzlarıyla ipotek altına alınıyor! O vadettikleri işler, geçim de kalmadı. Asgarinin üstünde maaşlar ama konforlu bir yaşam için bu zaten artık yetmiyor, yoksulluk sınırı asgari ücretin katlarca üstünde. Dahası madenin çalıştığı 10-15 yılın ardından ne olacak, bir şeyler biriktirdiniz mi diye sorulmadan öylece kalacak o coğrafya. Değer mi?
Afrika kıtası petrolden doğalgaza, elmastan altına, uranyumdan kobalta pek çok yeraltı madenine sahip koca bir kıta. Bu yaşlı kıtada madenler yüzyıllardır sömürgecilikle soyuldu. Ama soyanlar her zaman başka ülkeden gelen sömürgeciler değildi. Onların da kendi Sebahattin Yıldızları vardı. Bunca süre bu kadar eşitsizliğin, savaşın sürmesi orada yaşayan soyguncular olmadan sürebilir miydi? Bu nedenle madenleri çıkaranın ülkesi, memleketi fark etmiyor. Onu ilgilendiren cebi. Afrikalı yoksul halklarla kader ortağıyız Sebahattinler karşısında.
Bütün bu gerçekler bilindigi halde kapitalist akıl, insani değerlere yabancı olduğu için siyanürle altın ayrıştırmaktan vazgeçmiyor. Çünkü kalkınma dedikleri ekonomik program, özünde sermaye sahiplerinin büyümesinden, işlerin onlar için tıkırında gitmesinden başka bir şey değil. Geniş halk kesimlerinin payına, bu “kalkınmadan” refah değil emek sömürüsü ve zehirli bir hayat düşüyor, ortaya çıkan servetin kırıntıları düşüyor, ki o da kaybolan temiz çevre, sağlık ve toplumsal kültürün yanında hoş bir seda bile bırakmıyor. İliç bunun son büyük örneği oldu: Felaketten önce hazırlanan ve uzmanlığının ne olduğu belli olmayan, ellerinde bağımsız denetim raporları olmayan şirket çalışanlarının konuştuğu videoda bölge insanı da madeni savunuyor. Sonraki aylar yaşanan acı bu iddialı sözlerin altı boş ve yanıltıcı olduğunu gösterdi, 10 yıllık bir serap geride yok olan bir coğrafya ve acılı insanlar bıraktı.
Kapitalist sistem sürekli üretmek, satmak ve mâli-ekonomik sistemini yeni mallarla ve işçilerin, canlıların kanıyla bir canavar gibi sürekli beslemek durumunda. Yavaşladığı anda krize giren, sakat bir sistem kapitalizm! İnsanların refahı ve yeni kuşaklar için temiz bir doğanın bırakılması sermayedarların planlarında yer almıyor. Bu para babaları kurdukları sermaye yanlısı partileriyle iktidarı ellerinde tutarlar ve devletin imkanlarıyla kendilerince bir meşruiyet zemini üreterek doğayı mahvederler.
Bu şirketlerin sahipleri, yani kapitalist sınıfın tek tek üyeleri, mevcut mal varlıklarıyla huzurlu bir hayat yaşayacak koşullara sahiplerken neden hep daha fazlası için insanların üzerine giderler? Kefenin cebi yok oysa! İşte bunu ben, kendi düşsel benliğimde anlayamıyorum, hiçbir şekilde de algılayamıyorum! Emekçi halklarımız da anlamıyor. Lafı gelmişken; yaşamdaki somut üretim ve tüketim ilişkilerini sadece bu ana sıkışmadan, geçmişiyle ve bugünüyle doğrudan inceleyen Marks bunun adına yabancılaşma diyor. Kapitalist insan kendi türüne ve doğasına yabancılaşmış insandır, kendi maddi zenginliği karşısında o da bulunduğu iktidar konumunun gereklerine göre hareket eder. Sadece kendi kısa ömrünü düşünür, başka bir şey değil. O yüzden şirketler halkı madene ikna etmeye çalışırken yalan söylediklerine emin olabilirsiniz. Yalan gerçeğin bir kısmını saklayarak da söylenir.
Memleketin her tarafı bu nedenle yangın yeri. Biz ise bu devasa boyuttaki yangında soluk alabilmek için Can Gümüşhanemize odaklandık. Bu devasa “ekokırım” coğrafyasında bir umut yeşertmek için hemşerilerimizden gelecek olan yağma, talan ve felaketlere karşı birbirlerinin elini daha fazla tutmalarını bekliyoruz. Ekokırım, doğanın, canlıların nesiller boyu zehirlenmesi, o yerin artık yaşanmaz hale getirilmesine denk düşen bir kavram! Bu kalıcı zehirlenmenin geri dönüşü yok!
Hatırlatalım: Sebahattin Yıldız’ın Gümüşhane’de 11 altın madeni proje planı var! Bu adamın yazları gidip annesinin, nenesinin yaşadığı bir köyü var mı bilmiyorum. Onların mübarek ellerinden öpüyor mu onu da bilmiyorum. Bir toplumsal-ekonomik altüst oluşta sığınabileceği bir köyü olmaması onun için pek hayra alamet olmazdı, para her zaman kurtarıcı değildir. Çocukluğu kırda, bir köyde geçenler eğer para hırsından hafızalarını da yitirmedilerse bizi daha iyi anlayabilirdi.
Gümüşhane’de Karaca mağarasını anlatmıştık. Artebel tabiat parkından bahsetmiştik önceki yazılarda.Ya Kürtün ilçesi Örümcek ormanları doğa harikası toronlara, yarınlara kalacak mı? Doğu Roma İmparatorluğu’ndan kalma önemli kalıntılar olan Kelkit ilçesi Satala şehrini anlatma faslına henüz gelemedik… Şiran ilçesindeki Tomara şelalesini de anlatamadık ki görülmeye, buz gibi suyundan içilmeye değer bir doğa harikasıdır.
Yıkım derken ne demek istediğimizi maden cevheri aramak için yıkılan Kale Boğazı mevkiindeki Keçi Kanyonu’nda Gümüşhane’nin peri bacaları anlatıyor. İşte bacaların eski ayaktaki hali ve maden sonrası yıkılmış hali: