Ashley Dawson’ın yeni çıkan kitabı “People’s Power: Reclaiming the Energy Commons” her geçen gün zamanımızın daraldığı fosil yakıtlardan çıkma zorunluluğu üzerine meseleyi müşterekler tartışması ile ele alabileceğimizi detaylı bir şekilde aktarıyor. Kitabın giriş kısmından kısa bir bölümü ve Dawson’ın koronavirüs salgını günlerinde azalan enerji talebi üzerinden enerjide bir karbonsuzlaşma ve müşterekleştirme kampanyası çağrısı yaptığı yazısını güncel “yeni fosil yakıt bulunması” tartışmalarına da katkı sunacağı düşüncesiyle çevirdik.
Enerji Müşterekleri – Giriş Kısmından
Fosil yakıtların ötesine geçeceğimiz hızlı ve adil bir dönüşüme ihtiyacımız var. Böyle bir geçişi yapabilmemiz, enerji sistemlerimizin kontrolünü, işlerin olağan akışında sürmesinden büyük menfaati olan kâr peşindeki şirketlerin elinden zorla almamızla mümkün olacaktır ancak. Enerji üretimi, dağıtımı ve kullanımı üzerindeki demokratik kontrolün sağlanması için verilen mücadele, daha iyi ve sürdürülebilir bir dünya için verilen savaşımda bu nedenle kilit cephe durumundadır. Sorun, çok daha temel bir sorun. Enerji rejimlerinde meydana gelen geçişler ve değişimler için sarf edilen mevcut çabalara kapitalist sistemin çok temel bir mantığına dayanarak yön verilir: büyü ya da öl. Bu büyüme zorunluluğu, sınırlı bir gezegende yaşayan türlerin çoğu için kitlesel yok oluş reçetesidir.1 Enerji üretimi, kapitalist piyasa mantığı zemininde kaldığı sürece kapitalizmin temelden akıl dışı olan, sonsuz büyüme yoluyla durmaksızın genişleyen bir kâr yaratma itkisine bağlı kalmayı sürdürecektir. Kapitalistler fosil yakıtlardan para kazanabiliyorsa yeryüzünde delikler açmaya, çevresel ve toplumsal sonuçlarıyla onu mahvetmeye devam edeceklerdir. Ara sıra ortaya çıkan “petrolün ötesine” (beyond petroleum)2 gibi maskaralıklara rağmen, var olan altyapıya yatırılmış muazzam miktarda servete sahip olduklarından fosil yakıt şirketleri sıfır-karbonlu bir topluma geçişi önlemek için savaşacaklardır. Gerçekten sürdürülebilir enerji üretimi, ancak sahip oldukları güç, kâr arayışındaki bu devasa şirketlerin ve devlet koridorlarındaki dalkavuklarının ellerinden alındığında mümkün olacaktır. Sonuç olarak, her iki anlamda da güç, sıradan vatandaşlar ve toplulukların kontrolünde olmalıdır. Enerji üretimi ve yenilenebilir enerjiye geçiş hakkındaki kararların gerçek kolektif ihtiyaçlar etrafında şekillendirilmesi ve kapitalist sistemin nihilist, kısa vadeli perspektiflerinden daha geniş ve akılcı bir ufukla bir çerçeveye oturtulması gerekmektedir. Eğer kolektif geleceğimiz mevcut durumda gezegeni biyolojik imhaya doğru sürüklerken para kazanan küçük bir fosil oligarşisi çetesi tarafından belirleniyorsa, böyle bir ahmaklığın alternatifi, enerjinin kontrolünü kolektivize etmek ve bu katılımcı ve demokratik kontrol üzerinden yenilenebilir enerjiye adil bir geçişi örgütlemek olacaktır.
Bu enerji geçişini sağlamak için enerjiyi bir meta olarak düşünmekten vazgeçmeliyiz; bunun yerine onu hava, su ve bitki gibi varlıklarda büyük miktarda bulunan hayati bir unsur, küresel müştereklerin bir parçası olarak kavramalı ve geleneksel anlamda bir bütün halinde insanlığın mirası olarak kabul edilen müzik ve dil gibi kolektif bir biçimde yaratılmış kültürel formlar şeklinde tasavvur etmeliyiz.3 Müşterekler maddi şeylerden, tüm yaşamın bağlı olduğu temiz hava ve su gibi somut, sonlu kaynaklardan oluşur. Ancak, müşterekler aynı zamanda bilgi, ortak gelenekler, iletişim araçları gibi somut olmayan, sınırsız kolektif kaynaklardan ve hatta hepsi toplumsal müşterek olarak adlandırılabilecek kolektif arzular gibi daha tarifi zor şeylerden de oluşur. Hem üretildiği (kömür, petrol, gaz, rüzgar, güneş, gelgitler vb.) “doğal kaynaklardan” hem de bu kaynaklardan elde edilen, teknolojik ve toplumsal olarak dağıtılmış güçten oluştuğu için enerjinin her iki tür müşterek olarak da düşünülmesi gerekir. Enerjinin kaynakları, toplumsal kullanımının ürünü ve yenilenebilir enerjiye adil bir geçişe duyulan acil ihtiyaç dikkatlice incelendiğinde enerjinin, ortak bir mülk – kelimenin tam anlamıyla ortak servet – olarak düşünülmesinin gerekliliği açıktır.4
Enerji kaynakları açısından, hem kömür ve petrol gibi fosil yakıtların hem de rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının doğal müştereklerin bir parçası olduğu oldukça açık olmalı. Bunlar, toplum genelinde eşit olarak paylaşılması gereken (fosil yakıtlar örneğinde, sonlu olan) fiziksel kaynaklardır. Mevcut durumda eşit olarak dağıtılmamış olmaları, aksine bir azınlığın elinde kâr için istiflenmeleri ve sömürülmeleri, kapitalist sistemin temel adaletsizliğinin ve tarihsel olarak ürettiği savaş çığırtkanlığı ve emperyalizm biçimlerinin bir yansımasıdır. Ancak bir müşterek olarak enerji fikri, ilk anda göründüğü kadar tuhaf bir fikir değil. Her ne kadar, zengin ulusların yurttaşları, fosil yakıtları metalaştırılmış biçimlerinde, mesela yerel bir Exxon istasyonunda ödedikleri fatura veya bölgesel bir elektrik kurumuna yaptıkları aylık ödeme şeklinde düşünmeye alışkınlarsa da bu, her zaman böyle değildi. ABD’nin kendi içinde, ancak ondan da fazla dünyanın diğer bölgelerinde tahakküm ve adaletsizlikle savaşan insanlar arasında, fosil yakıtların halkın ortak mülkiyeti olduğu fikri güçlü bir şekilde yankılandı ve radikal toplumsal hareketlerin kıvılcımlarının tutuşmasına yardımcı oldu. Kapitalizmin doğal müştereklere eşit olmayan erişim ve kıtlık yaratma eğilimi ve ölümcül sonuçları olan eşitsizlikler göz önüne alındığında beklenmesi gereken tek şey, bu müşterekler üzerinde kolektif kontrol iddiasında bulunan güçlü karşı hareketlerin ortaya çıkmasıdır. Power to the People, özellikle günümüzün acımasız toplumsal eşitsizliklerini bir nebze olsun dengeleme arzusu ile enerji müştereklerine eşit erişim ile ilgili fikirleri yoğunlaştırıyor gibi göründüğü için, dünya çapında yankı bulan bir seferberlik çağrısıdır. Buna ek olarak, küresel mega şirketlerin ya da onların devlet kurumu biçimindeki güçlü benzerlerinin fosil yakıtları metalaştırması günümüzde oldubittiye getirilen bir süreç haline gelmişse de bu çarpık ve eşitlikten uzak durum yenilenebilir enerji kaynakları için henüz bir ortak anlayış haline gelmemiştir. Aslında bir şirketin veya devletin, güneş ışığı veya rüzgar için bir ayrıcalık talep etmesini düşünmek şüphesiz saçma görünüyor.
Öte yandan enerjiyi bir müşterek olarak ele almanın sonuçlarını tam olarak anlamak için, çok derine yerleşmiş, enerjinin bir şey olduğu, bir joule veya kilowatt saat olduğu fikrine meydan okumalıyız. Bu, enerjiyi değişmez termodinamik yasalarının yön verdiği soyut bir biyofiziksel özellik olarak ele alan enerjinin kavranışındaki çağdaş eğilimlere aykırı bir tutum olacaktır. Enerjinin bu nesnelleştirilmiş anlamı, daha sadece onsekizinci yüzyılda, fosil sermaye çağının başlangıcında gelişti. Bundan önce, enerji çok daha esnek bir terimdi; belirli koşullar altında üretilen bir tür hayati güce işaret ediyordu. Enerji kelimesi aslında Yunanca en (içinde) ve ergon (iş) kelimelerinden türemiştir.5 Terimi, insan zekasının aktif kapasitesini ifade etmek için kullanan Aristo geliştirdi. Alman Aydınlanma düşünürü Gottfried Leibnitz’in aynı terimi Latince’deki vis viva (canlı güç) olarak ifade ettiği 17. yüzyılın sonlarına doğru, enerji, bir kişinin fiziksel veya zihinsel aktiviteye girmesi için gereken içsel gücü ifade eder hale gelmişti. Bu kullanım, Trans-Atlantik köle ticaretinin milyonlarca metalaştırılmış insanı, o ana kadarki en rakipsiz enerji kaynağına dönüştürdüğü bir çağ için uygun bir kullanımdı (Amerika’nın farklı bölgelerindeki tüm coğrafi manzarayı dönüştürebilecek ve sanayi devrimini başlatmak için gerekli ilk enerjiyi sağlayabilecek kadar yetkin bir güce).6 Yani, enerji müşterekleri, “doğal kaynaklara” ortak erişim fikirleriyle birlikte insanın boyun eğdirilmesi ve sömürülmesinin acımasız tarihini de içerir. Enerji müşterileri için verilen bugünkü mücadele, bu yerleşimci sömürgecilik ve ırksal kölelik tarihlerinin kalıcı etkilerini hesaba katmalıdır. Bu nedenle enerji müşterekleriyle ilgili mesele, sadece fosil yakıtlardan güneş enerjisine geçiş yapmaktan daha fazlası olmalıdır: bu mücadele, merkezinde, enerjiyi ve toplumu sadece demokratikleştirmekle kalmayan, aynı zamanda etkili bir şekilde sömürgecilikten arındıran, gücün radikal bir şekilde yeniden dağıtımı anlayışına sahip olmalıdır.
Ulusal Çapta Bir Halkın Enerjisi Kampanyasına İhtiyacımız Var
21 Nisan 2020
İşe gidip gelenlerin evlerinde kalması, işletmelerin kapanması ve uçakların hangarlarında çekili durması sayesinde koronavirüs karantinası enerji talebinde tarihteki en büyük azalmaya neden oluyor. Salgının neden olduğu petrol bolluğunun fosil yakıt endüstrisi üzerindeki son derece ağır etkisi giderek netleştikçe küresel elitler fosil kapitalizmindeki biriken krizinin küresel finansal sistemini ciddi ölçüde istikrarsızlaştıracağından endişe etmeye başladılar. Buna, büyük petrol şirketlerinin faydalanacağı kamu kurtarma talepleri ile karşılık veriyorlar. Ancak kriz dönemleri geçmişte sıklıkla bir tür felaket kapitalizmi nöbetine yol açmışken bu kez felaket kapitalizminin tam şu anında, fosil yakıt endüstrisini lağvedip dağıtmak ve gezegensel ekokıyımı önlemek için mücadele eden hareketlere fırsatlar sunuyor. Fosil yakıt şirketlerinin değerini göz önünde bulundurarak işçilere ve topluluklara karşı adilane olacak biçimde fosil endüstrisinin fişini çekmek için çökmekte olan bu endüstrinin mülkiyetini ele geçirmek amacıyla ve buna paralel olarak felaketvâri bir iklim değişiminden sakınmak için ihtiyacımız olan, demokratik kontrol altındaki bir yenilenebilir enerji sistemini kurmak üzere şimdi Halkın Enerjisi (People’s Power) hareketi dediğim bir hareketin oluşturulması için mükemmel bir zaman.
Petrol ticareti devi Trafigura Group’un baş ekonomisti Saad Rahim, “Tarihte taleplerde böyle bir vaka görmedik” diyordu yakın zaman önce. Petrol fiyatlarının, varili 20 dolara doğru serbest düşüşe geçtiği bir durumu tetikleyen Suudi Arabistan ile Rusya arasındaki fiyat savaşı ile birlikte gelen, enerji talebindeki baş döndüren hızda yaşanan azalmanın uzantısı olarak fosil yakıtların devasa miktarda fazla arzı, endüstriyi sarsan bir hengâmeye neden oluyor. Özellikle tehlike altında olan ise ABD petrol ve gaz üretiminin yaklaşık yüzde 70’ini oluşturan ABD hidrolik kırılma (fracking) endüstrisi. Chesapeake Energy and Whiting Petroleum gibi ağır borçlu şirketlerin önümüzdeki haftalarda ve aylarda iflas ilân etmesi muhtemel. Enerji analizcisi Clark Williams-Derry’nin dediği gibi, “Bu bir finansal kan banyosu.” Cumhuriyetçilerin Mart ayı sonlarında 2 trilyon dolarlık teşvik paketine eklemeye çalıştıkları Stratejik Petrol Rezervi önerisi için 77 milyon varil petrol satın alma planı bile, çöküşün ölçeği göz önüne alındığında, okyanusta bir damla. OPEC+ üyeleri tarafından küresel petrol üretimini yaklaşık yüzde 10 kesmek üzere varılan anlaşma tarihi bir anlaşma olmakla birlikte, talep düşüşünün büyüklüğü göz önüne alındığında yeterli olmaya yakın bile değildir. Durum o kadar berbat ki, bazı sondajcılar Büyük Buhran’dan bu yana olmayan bir önlem olan petrol üretimini paylaştırmak için Teksas eyalet hükümetinde lobi faaliyeti yürütüyorlar.
Çevresel açıdan bakıldığında, fosil yakıt tüketiminin çökmesi inkâr edilemez şekilde iyi bir şey. Sonuçta, felaket düzeyine erişecek bir küresel ısınmadan kaçınmak için bilinen fosil yakıt rezervlerinin çoğunu yeraltında bırakmamız gerek. Güncel karbon salımlarının bu kadar büyük miktarda olmasından sorumlu olduğu için, fosil kapitalizminin fişini çekmek iklim aktivistlerinin en büyük hedefi olmalıdır.
Ancak petrol endüstrisinin krizi, tereddüt etmeden yapılacak bir kutlama için neden oluşturmaz. Yaklaşan iflas dalgası, Adam Hanieh’nin iddia ettiği gibi, küçük rakiplerini dibe vurmuş fiyatlarla havada kapabilecek büyük petrol şirketleri için sektördeki tekelleşme eğilimlerini güçlendirecek bir nimet olabilir. Ayrıca, enerji talebinin sert bir şekilde düşmesi, yenilenebilir enerji endüstrisinin değerini zaten mahvetmektedir. Petrol fiyatları bu kadar düşükken, alternatif yakıtlara yatırım yapma baskısı ortadan kalkıyor. Karantinalar kaldırıldığında, ucuz petrol ve gaz fiyatları, yenilenebilir enerjiyi sakat bırakırken enerji tüketiminin de tekrar yükselmesini sağlayabilir. Ve ekonomik servetlerinin yeniden canlanmasıyla birlikte büyük petrol şirketlerinin, sıfır karbon ekonomisine geçişi engelleme konusunda uzun süredir devam eden politikalarına geri dönmesi de olası görünüyor.
Üstelik eğer pandemik kapanma, fosil yakıt tüketimini kesiyorsa da, bunu ABD’deki on binlerce işi yok edecek bir ekonomik tsunamiye neden olarak yapıyor. Petrol devlerinin CEO’ları ve hissedarları kazançlı kurtarma paketleri için emirleri altındaki siyasi dalkavuklara baskı yaparken, birçok hidrolik kırma şirketinin silinip gitmesinin, geçim kaynağı fosil yakıtlara bağlı olan işçiler ve topluluklar için yıkıcı sonuçlar doğurması muhtemeldir.
Ve sadece gittikçe daha güvencesiz bir gelecekle yüzleşen petrol işçileri değil: Hanieh’nin belirttiği gibi, petrol endüstrisindeki temerrüt dalgası, birçok emeklilik fonu, sigorta şirketi ve büyük miktarlarda enerji borcuna sahip bankalar da dahil finansal sistemin diğer bölümlerini de istikrarsızlaştırabilir. Fosil sermayenin krizi, daha geniş çaptaki kurumsal borç balonu patlarken kitlesel iflas dalgalarının yükselişinin üzerine geliyor. Buna, şu anda resmi olarak 22 milyondan fazla işsizi olan tüketime dayalı ABD ekonomisinin tutukluğunu da ekleyin. Gerçekten epik bir kapitalist krize bakıyoruz.
Mevcut fosil kapitalizm krizinden nasıl sıyrılacağımız, alternatif siyasi olasılıklarla ilgili geliştirdiğimiz anlatıların gücüne ve toplumsal hareketlerin örgütlülüğünün yaratıcılığına ve azmine bağlı olacaktır. Koronavirus, dünyanın gelişmiş ekonomilerinde kamu altyapısının dağılmakta olan durumunu bütün çıplaklığıyla ortaya koydu ve elit tabakanın kamu varlıklarını onlarca yıl boyunca soymasından kaynaklanan zalimce eşitsizliklere güçlü bir ışık tuttu. Halkın Enerjisi kampanyaları, neoliberal kapitalizmin yarattığı Amerikan ölüm dalgasına yönelik yükselen halk öfkesinden yararlanabilir.
Son aylarda enerji demokrasisi aktivistleri, bugünkü kapanma koşullarında kimin ölüp kimin yaşayacağını belirleme gücüne sahip özel şirketlerin, sermaye yatırımcılarının sahip olduğu kamusal hizmet kurumlarının kâr amaçlı dayatmalarına karşı başarılı bir şekilde mücadele ettiler. En iyi hallerinde, Amerikalıların yüzde 72’sine elektrik sağlayan bu hizmet sunucuları tamamen vicdansız bir şekilde davranıyor: örneğin, New York’un ana güç sağlayıcısı Con Ed, yıllık 1 milyar doların üzerinde kâr elde ediyor ve yine de son on yılda her yıl ortalama 80 bin müşterinin elektriğini kesiyor. Geçtiğimiz yaz Con Ed, hayati tehlike yaratan sıcaklık dalgasının ortasında Brooklyn’in güneydoğusundaki, sıcağa karşı savunmasız, özellikle siyah ve kahverengi halkın yaşadığı mahallelerde enerji kesintisine gitti. Şimdi, kitleler işsiz ve koronavirüs karantinası altında eve sığınmak zorundayken, elektrik kesintileri hava ısındığı için çoğu kişi için adeta bir ölüm cezası olacaktır.
Bu tür bir direniş, son yıllarda ABD’nin dört bir yanında inşa edilen Halkın Enerjisi kampanyalarından güç alıyor. Örneğin, Kaliforniya’da, sermaye yatırımcılarının sahip olduğu büyük bir kamusal hizmet kuruluşu olan PG&E’nin ihmali, 2018’de devlet tarihinin en ölümcül orman yangınına yol açtı. Yaklaşık 100 can kaybının yaşandığı felaket, 16,5 milyar dolarlık hasara neden oldu ve şirketin iflasına yol açtı. Aktivistler, “PG&E kazançlı bir felakettir. Kaliforniya kâr için değil, halk için çalışacak bir kamusal hizmeti hak ediyor. Çözüm, onu yatırımcıların elinden almak, halkın ve PG&E işçilerinin eline vermektir”, iddiasıyla harekete geçirilen bir seferberlik ile “PG&E Bizim Olsun” (Let’s Own PG&E) kampanyasını başlatarak cevap verdiler. Benzer kampanyalar, ABD’de Chicago’dan Providence’a ve New York’a kadar diğer şehirlerde de ortaya çıkıyor. Bu Halkın Enerjisi kampanyaları dalgasının nihai hedefi, elektrik şebekesini demokratikleştirmek, meta olmaktan çıkarmak, karbondan arındırmak ve sömürgecilikten arındırmaktır.
Mevcut felaket konjonktürü bu kampanyalara, Halkın Enerjisi için dile getirdikleri taleplerini belediye ve eyalet düzeyinden ulusal ölçeğe genişletme fırsatı sunuyor. Fosil sermayesi krizi yoğunlaştıkça, hızlı ve adil bir enerji geçişini içeren bir Halkı Kurtarma paketi talebi, son yıllarda İngiltere ve ABD’de ortaya çıkan Halkın Enerjisi kampanyalarının üzerine ve onunla birlikte yürüyecek şekilde gelişebilir. Örneğin İngiltere’de, “İşçi Partisi Yeşil Yeni Anlaşma’yı Savunuyor” (Labour for a Green New Deal) ekibi, tüm fosil yakıtlardan süratle çıkılması ve yenilenebilir enerjiye büyük ölçekli yatırım için cesur planlar ortaya koydu. ABD’deki Demokrasi İşbirliği gibi radikal düşünce kuruluşları da Yeşil Yeni Bir Anlaşma yoluyla enerji demokrasisini teşviki için tamamlayıcı planlar hazırladı.
Kongre’nin Mart ayının sonlarında geçirdiği Koronavirus Yardım, Kurtarma ve Ekonomik Güvenlik (CARES) Yasası’ndaki bir hükmün içeriğinden anlaşılacağı üzere büyük petrol şirketlerine yönelik potansiyel bir kurtarma işlemine dair kanıtlar beliriyor. Ancak petrol devlerini bu şekilde kurtarmak, milyarderlerin kamu kaynaklarını yağmalayarak, sömürülen toplulukları kaderine terk ederek ve fosil kapitalizminin iklimi yok eden gücünü pekiştirerek krizden kazançlı çıktığı klasik bir felaket kapitalizmi örneği olacaktır. Enerji demokrasisi aktivisti Johanna Bozuwa böylesine bir “milyarderler için sosyalizm”in yerine, kısa süre önce halkın fosil yakıt endüstrisine el koyması için güçlü bir öneri getirdi.
Bozuwa, kamusal mülkiyete çeşitli tedbirler yoluyla ulaşılabileceğini savunuyor. Mevcut bağlamda en bariz ve belki de politik olarak en makbul önlem, tüm fosil yakıt endüstrisi kurtarma ve teşvik fonlarının, kamu yardımı alan şirketlerde tam oy hakkını da içeren hakim hisse payının devlet tarafından devralınması üzerinden koşullandırılmasıdır. Hükümetin petrol şirketlerini kontrol altına almasının fosil yakıtları meşrulaştırma iması gibi neden olacağı ahlaki tehlikeyi önlemek için, bu tür önerilerin, ek koşullarla desteklenmesi gerekecektir. Bu koşullardan, şirketlerin petrol çıkarma faaliyetlerini kısmak, onları yenilenebilir enerji üretimine yönlendirmek, şirketlerin ABD’de ve yurtdışında savunmasız toplulukları ve bölgeleri kirletmesi suçlarını düzeltmesini ve işçiler için geçiş programlarının tamamına fon oluşturmasını sağlamak gibi olanlar için hükümetin yeni yetkilerini kullanması gerekecektir.
Ancak bu tür geçişsel kurtarma biçimleri kamusal kontrolü getiren tek yol değil. Bozuwa ayrıca iflas etmiş şirketlerin devletin yedieminliğinde tasfiye edilmesinin yanı sıra fosil yakıt şirketlerinin özel mülkiyetini yasaklayan bir Kongre yasası ve hükümetin özel mülkiyette tutulan fosil yakıt şirketlerine ve varlıklarına el koymak için kamulaştırma yetkisini kullanımı gibi daha agresif önlemleri de savunuyor. Fosil yakıt şirketlerinin çöken değerleri, petrol ve gaz varlıklarının hızlı bir enerji geçişine duyulan ihtiyaç tarafından kuşatılması ile bu tür bir kamusal devralma için gereken tazminat görece çok düşük bir miktar olmalıdır.
Kamusal kontrol ve fosil kapitalizmin hızlı bir şekilde parçalanması için savaşırken, Halkın Enerjisi’nin adının hakkını vermesini sağlamalıyız. Kapitalist devlet, bazen liberaller ve hatta bazı sosyal demokratlar tarafından temsil edildiğinden, tarafsız bir yeniden dağıtım aracı değildir ve hiçbir zaman da öyle olmamıştır. Sonuçta, vergi veren yurttaşların zaten fosil yakıt endüstrisinin ekonomik olarak en sallantıdaki kesimlerine sahip oldukları söylenebilir. ABD hükümeti, her yıl fosil yakıt endüstrisini desteklemek için yaklaşık 20 milyar doların üzerinde doğrudan sübvansiyon ayırıyor. 2008 Büyük Durgunluğu sırasında Goldman Sachs gibi bankalar, Federal Rezerv tarafından Sorunlu Varlık Yardım Programı (TARP) aracılığıyla kendilerine sağlanan vergi kesintisi paralarını almamış ve parayı doğrudan hidrolik kırılmaya (fracking) akıtmamış olsalardı, hidrolik kırılma endüstrisinin kendisi, tarihin çöp kutusuna atılmış olabilirdi. FED’in konut piyasasının yeniden toparlanmasına yardımcı olmak amacıyla belirlediği düşük faiz oranları, hidrolik kırılma alanındaki şirketlerin bankalardan trilyonlarca doları son derece düşük faiz oranlarında borç almasına imkan vererek hidrolik kırılmayı daha da desteklemiş oldu.
Enerji geçişi mücadelesine halkın desteğini kazanmak için, Halkın Enerjisi kampanyaları, fosil kapitalizmin toksik yükünü taşıyanların ihtiyaçlarına yönelik halkın adil erişim ve yönetimini içeren yeni, radikal enerji demokrasisi biçimleri geliştirmelidir. Bu amaca yönelik olarak, Bozuwa’nın kamu mülkiyeti manifestosu, İklim Adaleti İttifakı’nın ortaya koyduğu ilkeler gibi adil geçiş ilkelerine dayanan açık bir aşamalı çıkış hedefi doğrultusunda fosil yakıt varlıklarını yönetecek bir Federal Adil Geçiş Ajansı’nın kurulması çağrısını yapıyor. Bir Adil Geçiş yetkili kurumu, ekolojik krizden en çok etkilenen topluluklara ve işçi sendikalarına ülke içinde hesap verebilir olmalı ama aynı zamanda ülke içindeki enerji geçişinin, uluslararası düzlemde yeşil sömürgeciliğin yeni biçimlerinin aracı haline gelmemesini sağlamalıdır.
21. yüzyılın mücadelesi, Halkın Enerjisini ve Adil Geçişi başarmaktır. Bu mücadele ayrıca, ulaşım ve evlerin ısıtılması ve soğutulması da dahil her şeyin elektrifikasyonu ve karbondan arındırılmasını içerdiği için kesişimsel bir mücadeledir. Halkın Enerjisine karşı dizilen kuvvetler yadsınamaz derecede şaşırtıcı. Politik kurumsallık şu anda ABD ekonomisinin önemli bir stratejik sektörü olarak gördüğü fosil yakıtları temsil ediyor. Trump ve Cumhuriyetçi Parti, petrol fiyatlarını tekrar yükseltmek ve fosil kapitalizmi daha geniş anlamda hayata döndürmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını açıkça belirttiler. Bu arada, Trump’ın yaklaşmakta olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde artık onaylanmış karşıtı Joe Biden, hidrolik kırılma endüstrisini koruma sözü verdi ve kampanya personelini petrol ve gaz endüstrisinin suç ortaklarıyla doldurdu. Dahası, piyasa yanlısı uzmanlar yıllardır yenilenebilir enerjinin hızlı büyümesini kutluyor olsalar da, iklim aktivistlerinin gerçek bir enerji geçişinden hala tehlikeli bir şekilde uzak olduğumuz konusunda kafaları son derece açık olmalı. İklim ve Enerji Çözümleri Merkezi’ne göre rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjiler şu anda ABD’deki toplam nihai enerji tüketiminin sadece % 10’unu oluşturmaktadır (hidroelektrik enerji, genellikle “modern yenilenebilir” olarak kabul edilse de baraj göletlerinde çürüyerek çözülen maddelerden kaynaklanan metan emisyonlarının oranında dolayı önemli bir karbon emisyonu kaynağıdır). Küresel çapta yenilenebilir enerjilerin nihai enerji tüketiminin sadece % 2’sini oluşturduğu istatistikler daha da korkunç.
Yine de koronavirüs salgını bize yanlışlıkla tosladığımız bir karbondan arındırma programı getirdi. Şimdi hızlı ve adil bir geçiş için bu kısa süreli fırsattan en iyi şekilde yararlanmanın tam zamanı. Fosil yakıt endüstrisinin hızlı bir şekilde lağvedilip dağıtılması, on yıllar boyu süren boşvermişlik ve şimdi koronavirüs kriziyle birleşen kaynaksızlık ile ihmal edilen elektrik şebekesini dönüştürmek için önerilen, son dönemdeki Yeşil Teşvik tekliflerinde çağrısı yapılan istihdam yaratacak türden bir yenilenebilir enerji altyapısı inşası ile birleştirilmelidir. Fosil yakıt endüstrisinin mevcut çöküşü, Halkın Enerjisinin işaret ettiği adil geçişi gerçekleştirmek için elimizdeki en iyi -ve belki de son- şans olabilir.
*******
Yazar, yazılarını içeriklendiren üretken sohbetler için şu cömert insanlara teşekkür eder: Johanna Bozuwa, Jeremy Gilbert, Alexander Kaufman, Chris Saltmarsh ve David Wearing.
Ashley Dawson, New York Şehir Üniversitesi Lisansüstü Merkezi’nde ve Staten Island Üniversitesi’nde İngilizce Bölümü Postkolonyal Çalışmalar profesörüdür. Yakında çıkacak olan People’s Power: Reclaiming the Energy Commons (O/R, 2020) ve Extreme Cities: The Peril and Promise of Urban Life in the Age of Climate Change (Verso, 2017) Extinction: A Radical History (O/R, 2016) kitapları da dahil birçok kitabın yazarıdır.. Social Text Collective üyesi ve CUNY Climate Action Lab kurucusudur. Uzun süreden beri bir iklim aktivistidir.
1Kitlesel yok oluş krizi üzerine kitabıma bkz. Extinction: A Radical History (O/R Books, 2016).
22001 yılında, dev petrol şirketi BP (British Petroleum) zayıf güvenlik standartları nedeniyle üzerinde oluşan baskılara yanıt olarak logosunu yeşil parlayan bir güneşe çevirerek adını “Beyond Petroleum” olarak yeniden markalaştırmıştı.
3Küresel müştereklerin hayati bir parçası olarak enerji üzerine, bkz. Kolya Abramsky, “Energy, Work, and Social Reproduction in the World-Economy” ed., Sparking a Worldwide Energy Revolution: Social Struggles in the Transition to a Post-Petrol World (Oakland, CA: AK Press, 2010), 93-101.
4Cecile Blanchet, “Is Renewable Energy a Commons?” Resilience.org (24 May 2017).
5“Energy”, Oxford İngilizce Sözlük.
6Kölelik ve enerji üzerine bkz: Andrew Nikiforuk, “The Energy of Slaves: Oil and the New Servitude” (Berkeley, CA: Greystone Books, 2012) ve Miles Lennon, “Decolonizing Energy: Black Lives Matter and Technoscientific Expertise amid Solar Transitions”, Energy Research and Social Science 30 (2017), 18-27.