“Temiz, Sağlıklı ve Sürdürülebilir Çevreye Erişimi Evrensel İnsan Hakkı”
Merhaba;
Yaşasın: BM (Birleşmiş Milletler) 28 Temmuz 2022 günü “Temiz, Sağlıklı ve Sürdürülebilir Çevreye Erişimi Evrensel İnsan Hakkı” kararı almış. Böylece sahip olduğumuz, daha da önemlisi sınırsızca yaşama geçirdiğimiz (!) onlarca – kim bilir, belki de yüzlerce…-“ evrensel hakkımıza” bir tane daha eklenmiş oldu; başımız göğe erdi. Şaka bir yana, BM’nin bu kararı, çevre/doğa/orman korumacısı kişi ve kuruluşlar için ülkemizde bile yol açıcı olabilecektir. Ancak ülkemizde gerektiğince önemsenmedi sanırım; tartışıldığını ne duydum ne de gördüm çünkü. Öyle de olsa kararın alınmasına emeği geçen herkese teşekkür ediyor, ülkemizde de gerektiğince değerlendirilmesini diliyorum. Kendi olağan akışına bırakıldığında bu dileğimin dünyamızın, özellikle de ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal koşullarda gerçekleşmesinin, “balığın kavağa çıkması” denli olanaksız olduğunun ayırdındayım kuşkusuz.Öte yandan, “…Sessiz Tartışmalar”da sıkça;
“ Ülkemizdeki çevre/doğa/orman korumacısı kişi ve kuruluşlar içtenlikli ve özverili çabalarını çoğunlukla güncel, tekil, yerel olumsuzlukları kamuoyuna duyurmaya, olabildiğince de engellemeye indirgiyor. Bir bakıma iyi de yapıyorlar; sağ olsunlar. Ancak böylesi çabalarla yetinilmesi siyasal iktidarların yıkıcı karar ve uygulamalarını kalıcı biçimde engellemeye yetmiyor ne yazık ki.”
savını öne sürüyorum. Ek olarak;“Tüm kazanımlarına karşın bu indirgemeci bu duyarlılıklar ile çabaların gerektiğince boyutlandırılması, toplumsal olarak maddi temellere dayandırılması, bu kapsamda ekonomi politik gerçekliliklerin de göz ardı edilmemesi gerekiyor!”
diyorum. Ne var ki çoğunlukla dediğimle kalıyorum.
“– Şimdi böylesi tartışmaların zamanı mı, dünya yanıyor; ülkemizdeyse ekonomik yetersizliklerin, yanı sıra, her türlü baskı aldı başını gidiyor?” diyor olabilirsiniz. Evet, tam da zamanıdır bence: Bir kez “çevresel” olduğu söylenen olumsuzluklara da yol açan karar ve
uygulamalar giderek hem çeşitleniyor hem de yaygınlaşıyor. Sonra, erken ya da zamanında, genel seçimler yaklaştı çünkü. Özellikle içtenlikli çevre/doğa/orman korumacı
yurttaşlarımızın daha etkin çabalara girmesi gerekiyor. Söz konusu “evrensel insan
hakkının” nasıl yaşama geçirilebileceğini tartışılmasının da bu gereğin yerine getirilmesine katkıda bulunabileceğini düşünüyorum. Bulunabilir mi dersiniz?
Selamlarımla.
Yücel ÇağlarAğustos,2022.
Biliyorsunuz; günümüzde ülkelerin pek çok karar ve uygulaması, ülkelerarası çeşitli kuruluşlarca yönlendiriliyor. Bu, çeşitli yönlerden değerlendirilebilecek bir durum bence. Sözgelimi bu yönlendirmeler;
✓ neleri amaçlıyor,
✓ daha çok hangi ülke, toplum ya da toplumsal sınıfların yararına işliyor,
✓ ne denli gerçekleşiyor;
✓ ekolojik, ekonomik ve toplumsal maliyeti neler oluyor,
✓ vb
Yalnızca görüntülerle yetinilir, yanı sıra, en azından açıklanan amaçlarına bakılırsa bu yönlendirmelerin olumlu olduğu söylenebilir. Ülkelerarası antlaşma ya da anlaşma, sözleşme, “protokol”, bildirge vb düzenlemelerle – kapsayıcı bir söylemle, “ülkelerarası bağıtlanmalar”- gündeme getirilen bu yönlendirmelerin çoğunluğu BM, bir kısmı AB (Avrupa Birliği), kimileri de bölgesel örgütlenmeler tarafından kotarılıyor. Ülkemiz bu yönlendirmelerin hemen hemen tümüne taraf olmuştur. Öyle ki 1982 Anayasasının “D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlığı altında yer verilen 90. maddesinde ayrıntılı düzenlemeler bile yapılmıştır. Örneğin, bu maddenin son fıkrasına göre;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”
Ancak, son yıllarda Anayasanın bu kuralı da kolaylıkla “rafa kaldırılabilir” olmuştur.” Böyle de olsa yurt içinde ilgili organlarda çözümlenemeyen anlaşmazlıklarda taraflar savunularını gerekçelendirirken ülkelerarası bağıtlanmaları dayanak gösterebiliyor, dahası, sonuç da alabiliyor. Ek olarak ülkelerarası bağıtlanmalar, ülkelerin iç hukuksal düzenlemelerine dayanak olabiliyor, yanı sıra, olumlu düzenleme ve uygulamalara yol açabildiği de olabiliyor.
Öte yandan, bayılıyorum şu söyleme: “İnsan Hakları” ! Nasıl söyleyeyim bilemiyorum: Bana sorarsanız bu söylem konuyla ilgili tartışmaları bir anda tümüyle anlamsızlaştırabilecek bir genellemedir. Öyle ya; “insan” var insan var; herhangi bir toplumda hangi “insanların” haklarından söz ediliyor?
Sözgelimi;
✓ “kısası” var, “uzunu” var;
✓ sarışını var, esmeri var;
✓ “yakışıklısı” ya da “güzeli” var, “çirkini var;
✓ “bizim cemaatten, -hay Allah, dilim sürçtü; özür diliyorum- “bizim mahalleden” olanı var, “onların mahallesinden” olanı var;
✓ Galatasaraylısı var, Fenerbahçelisi var
vb Şaka bir yana, insan bireyin gerçekten de toplumsal ve kültürel varlık olduğu düşünülüyorsa eğer bu özelliklerinin tarihsel, sınıfsal, ulusal dahası bölgesel/yöresel temelde değişken olduğunun da görülmesi gerekiyor. “- Peki gerektiğince görülebiliyor mu?” derseniz, vereceğim yanıtı kestirebilirsiniz kuşkusuz: Hayır; özellikle gerektiğinde ne tarihsel ne sınıfsal ne ulusal ne de bölgesel/yöresel olarak görülebiliyor. Egemen sınıflar, siyasal iktidarlar ile başta devlet yönetimindeki bilinçli ve bilinçsiz destekçileri bu yalın gerçeği çoğunlukla görmezden gelebiliyor çünkü. Dolayısıyla, “insan hakları” söylemi çoğu durumda anlamını yitiriyor; daha önemlisi, ilgili çoğu düzenleme de yapıldığıyla kalıyor.
Başında “evrensel” nitemine yer verilmiş olması, bu gerçeğin göz ardı edilmesine yol açmamalı bence; oysa açıyor.
Öte yandan, “insan hakları” kavramının kapsamı tarihsel süreç içinde değişmiş, kapsamı giderek genişlemiştir[1] Bildiğiniz gibi, günümüzde sözü edilen “insan hakları”, temelde, BM Genel Kurulu’nda 1948 yılında benimsenen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, pek çok “insan hakları” düzenlemesini doğurmuştur. Bu “evrensel hakların” araçlarını ise
✓ Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme (ICERD, 21 Aralık 1965)
✓ Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR, 16 Aralık 1966)
✓ Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR, 16) Aralık 1966)
oluşturmuştur. İzleyen yıllarda sözleşme, anlaşma sayıları da artmıştır.[2]
Bu kapsamda BM’de -UNEP- bir “çevre hakları dökümü çıkarılmıştır. Bakın bu dökümde “çevreyle” ilgili ne türden “haklara” yer verilmiştir. [3]
- Sağlıklı bir çevre
- Yeterli bir yaşam standardı hakkı
- Bir hükümetin halkların insan haklarını koruma yükümlülüğü
- Kendi kültürünüzden yararlanma ve kültürel hayata katılma
- Uygun çalışma koşullarından yararlanma
- Yemek
- Çocuğun en iyi çıkarlarını yerine getirme
- Kişinin ekonomik ve sosyal gelişimini özgürce sürdürme
- Dinlenme ve boş zaman
- Ruh sağlığı
- Su
- Kişinin güvenliği
- İşletmelerin insan haklarına saygı gösterme sorumluluğu
- Doğal kaynaklara erişim
- Sanitasyon
- Çalışma
- Yeterli barınma
- Yaşam
- Fiziksel sağlık
- Kültürel gelişimden yararlanma, katkıda bulunma ve katılma
- Devletler, mümkün olan azami ölçüde, devletin hayatta kalmasını ve gelişmesini sağlama
- Hiçbir durumda bir kavim kendi vasiyetinden mahrum bırakılamama
- Yerli halkların özgür, önceden ve bilgilendirilmiş onam
- Yerli halkların topraklarını koruma ve koruma
- Yerli halkların önceliklerini ve stratejilerini belirleme ve geliştirme
- Kendi kaderini tayin
- Yerli halkların sahip oldukları topraklara, topraklara ve kaynaklara
- Yerli halkların manevi değerlerini tezahür ettirme, uygulama, geliştirme ve öğretme
- Yerli halkların sosyal ve ekonomik gelişimlerini geliştirme
- Yerli halkların gizliliği koruma, koruma ve bunlara erişme
- Bütün insanlar kendi amaçları için doğal zenginliklerini özgürce elden çıkarabilme
- Yerli halkların bu haklardan yararlanmada güvence altına alınma
- Yerli halkların geleneksel bilgi ve uygulamaları
- Yerli halkların geleneksel ilaçlara ulaşabilme
- Temiz çevre
- Yaşam koşullarının sürekli iyileştirilmesi
- Ayrımcılığın yasaklanması
- Bütün halklar siyasi statülerini özgürce belirleme
- Siyasi ve kamu işlerine eşit katılım
- Bilgiye erişim
- Barışçıl toplanma ve protesto
- İfade ve örgütlenme özgürlüğü
- Tehditlerden, tacizden, yıldırmadan, şiddetten, keyfi tutuklamadan gözaltı
- Adalete erişim
- Bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil ve kamuya açık duruşma
- Davaları takip etme
- Etkili çözüm
Doğrusunu isterseniz, bu açıklamayı duyunca çok sevinmiştim; ben de yıllardır böylesi bir yaklaşımı benimsiyor, en azından nazımın geçebileceğini düşündüklerime de bunu anlatmaya çabalıyordum çünkü: Ben “çevre hakkı” denildiğinde, gezegenimizde, artık yalnızca gezegenimizde de değil evrendeki tüm varlıkların maddesel, fiziksel, “ruhsal’ bedensel, kültürel ve ruhsal yönlerden sağlıklı biçimde yaşayabilme hakkı olarak anlıyorum. Şimdi bir kez de bu bağlamda söyleyeyim:
✓ “Çevre sorunu” sayılan olumsuzluklar, yaşama biçimi sorunlarıdır; bu da önünde sonunda egemen üretim ilişkilerinin sonuçlarıdır; dolayısıyla hangi boyutuyla ele alınırsa alınsın siyasal temellidir ! [4]
Gerektiğince anlatmayı başaramadım ne yazık ki; neyse…
“Çevre sorunu” sayılan olumsuzlukların” son derece dar kapsamlı biçimde algılandığı ülkemizde böylesi bir “çevre hakkı” yaklaşımının, dolayısıyla bu dökümün ne denli anlamlı bulacağınızı bilemiyorum. Ancak, yine de ülkemizde 1982 Anayasasının 56. Maddesinin önemsenmesi gerekiyor. Bu gerekten hareketle maddeyi aktarıyorum; hoş görürsünüz umarım:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”
Şimdi, deyim yerindeyse “elinizi vicdanınıza koyarak” yanıtlayınız lütfen: Ülkemizde bu anayasal kuralların hangi birisi gerektiğince uygulanıyor sizce?[5] Hiç ya da gerektiğince uygulanamıyorsa eğer bunun tek sorumlusu egemen sınıflar ile yandaşı siyasal iktidarlar, sorumsuz ya da aymaz kişiler yahut kuruluşlar mıdır?
BM İnsan Hakları Konseyi Genel Kurulu’nun 28 Temmuz 2022 günü aldığı “Temiz, Sağlıklı ve Sürdürülebilir Çevreye Erişimi Evrensel İnsan Hakkı” [6] kararı olumluyorum. Ancak doğrusunu isterseniz, çok da merak ediyorum: BM’nin aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 161 ülkenin olumlu oylarıyla benimsenen bu kararı özellikle ülkemizde ne gibi değişikliklere yol açacak acaba?
“- Hiç yoktan iyidir!” mi diyorsunuz, peki öyleyse BM’nin bu kararından ne anlaşılması, sonra da yurttaşlarca en azından kısa dönemde neler yapılması gerektiği üzerine “ahkâm kesebilirim” 😊
“Üçlü gezegen krizi” ?
BM, söz konusu kararıyla üye ülkelerden “üçlü gezegen krizi” olarak adlandırdığı;
✓ İklim
✓ biyoçeşitlilik
✓ kirlenme
alanlarındaki olumsuzlukların –“sorunların”- önlenmesine ya da en aza indirilmesine yönelik çabalara girilmesini bekliyor. İlginç: Anlaşılan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile sözgelimi İklim Değişikliği Çerçeve ya da Biyolojik Çeşitlilik yahut Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmeleri vb düzenlemelerden sonra gezegenimizde olup bitenler BM’yi “kesmemiş”.
BM İnsan Hakları Konseyi beş ülkenin – Kosta Rika, Maldivler, Fas, Slovenya ile İsviçre- gündeme getirdiği öneri, dört ülkenin – Çin, Hindistan, Japonya ile Rusya- karşı çıkmasına karşın 8 Ekim 2021 günü oy çokluğuyla benimsenmiş. Merkezi Kanada’da bulunan bir sivil düşünce kuruluşu olan IISD’nin (Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü) aktardığına göre kararın başlıca amaçları şunlardır:[7]
✓ Devletler “temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreyi” insan hakkı sayar;
✓ Devletler aşağıdaki konularda teşvik eder:
- Çevrenin korunması amacıyla birbirleriyle, BM’yle, ilgili sivil toplum, iş dünyası ve ulusal insan hakları vb kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği olanaklarının geliştirilmesi;
- örnek alınabilecek başarılı uygulamaların paylaşılması, insan hakları ile çevrenin korunması arasında ilişkinin güçlendirilmesi,
- çevre koruma çabalarının toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili olanları da kapsayacak biçimde öteki insan hakları yükümlülüklerine saygı gösterilmesinin sağlanması;
- “biyolojik çeşitlilik ve ekosistemler de dahil olmak üzere” hakkın kullanılması için politikaların benimsenmesi.
Ek olarak, kararın dayanakları ise şöylece açıklanmıştır:
✓ çevresel bozulma, iklim değişikliği ve sürdürülemez kalkınma, şimdiki ve gelecek kuşakların yaşam hakkı da dahil olmak üzere insan haklarından yararlanma yeteneklerine yönelik yaşamsal tehditleri oluşturmaktadır;
✓ insan haklarının kullanılması, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrenin korunması için yaşamsal önem taşımaktadır;
✓ çevresel zararlara karşı özellikle savunmasız olanlar için ek önlemlerin alınması gerekir;
✓ temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre, tüm insan haklarından yararlanmak için yaşamsal öneme sahiptir.
Gezegenimizde böyle bir “eşitsizlik” varken…
Biliyorsunuzdur, kapitalizm, deyiş yerindeyse hem toplumsal hem de ülkesel olarak “gücü gücü yeteni öpebildiği” 😊 –“sömürebildiği”– bir toplumsal, ekonomik, kültürel yapıdır. Tüm gösterişli hukuksal ve kurumsal düzenlemeler ile söylemlerine karşın toplumsal hem de yerel eşitsizlik, bu yapının egemenliğini sürdürebilmesinin “olmazsa olmaz” koşuludur. Öyle ki, “çevre sorunu” sayılan pek çok süreç ya da durum, temelde, bu yapıdan kaynaklanıyor. Dahası, bu yapı söz konusu sorunların da bölgesel, ülkesel, toplumsal olarak eşitsiz biçimde yaşanmasına yol açıyor. Ne var ki, artık “elle tutulabilir, gözle görülebilir” boyutlar kazanan bu yalın gerçekliği göremeyenler -görmezden gelenler”?- günümüzde bile var. Böyleleri iklim değişikliklerinin nedenleri ile sonuçlarının bile “küresel” olduğunu düşünebiliyor; nasıl da büyük bir aymazlık… Oysa, bir an için olsun aymazlıklarından kurtulup bir iki kaynağa baksalar söz konusu gerçeği görebilecekler. Örneğin ABD’nin kuruluşu 1701 yılında değin inen ünlü Yale Üniversitesi’nden bir küme araştırıcının artık belirli aralıklarla yaptığı araştırmanın sonuçlarına bir göz atabilirler: Bu üniversitesinden bir küme araştırıcı ülkelerin çevresel başarımlarını –“performanslarını”- ölçüyor, birbirleriyle karşılaştırılıp bir sıralama yapıyor, sonuçlarını da EPI (“Environment Performance Indeks”) adıyla yayımlıyor. Sözgelimi, 2012 yılında 22 göstergeyle yapılan 132 ülkeyi kapsayan sıralamada Türkiye 109. sıradaymış (Ek 1)[8] . 2022’deyse bu kez 40 göstergeyle yapılan 180 ülkeyi kapsayan sıralamada, Türkiye 172. sırada yer almıştır[9] (Ek 2/a ile Ek 2/b). Bu sıralamalara bakmanızı öneririm. Bakabilirseniz “çevresel başarım değeri” ile ülkelerin “ekonomik ve toplumsal gelişmişlik sıralaması” arasında çok yüksek ilişkinin olduğunu göreceksiniz. Zamanınız olmayabilir düşüncesiyle, Ek 2/b’den yalnızca “ilk on ülke” sıralamasını ben çıkardım:
Çizelge 1: Çevresel Başarım Göstergesi En Yüksek ve En Düşük On Ülke
Bu gerçekliğin hiç görülmediğini söyleyemem kuşkusuz ama anlamamakta direnenler için şunu söyleyebilirim: Açıktır ki, sıralamanın böyle olması tanrısal vergi (!) “-“kader”- değildir, sonuçtur; temelde kapitalist ve emperyalist toplumsal ve ülkesel sömürüsünün bir sonucudur ! Bu noktada şu soruyu sormamı yadırgamazsınız umarım:
BM’nin, AB’nin örneğin başta İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi olmak üzere çok sayıda “sözleşmesine”, ülkemizdeyse 1982 Anayasasının özellikle 56. Maddesi ile 2872 sayılı Çevre Kanunu vb düzenlemelere karşın durum neden böyledir; temel nedenler geçerliyken bu durum nasıl ve ne denli değişir; değiştirilebilir mi?
Bana sorarsanız; evet, değiştirilebilir ancak zor, çooook zor ama kesinlikle değiştirilebilir bence ! Yeter ki, öncelikle yıkıcı tüm gelişmelere, yol açtığı onca acı sonuçlarına karşın şu lanet olasıca “benim oğlum binâ okur, döner döner yine okur” tutumundan gerektiğince kaçınılsın ve…
Bu düşüncelerime karşın BM’nin “evrensel insan hakkı” önermesi, “iyimser” bir söylemle;
“- Hiç yoktan iyidir !”😊
diyebiliyorum. Öyleyse
“- Peki; bu “hiç yoktan iyi” sayılabilecek durumdan hareketle ülkemizde nelerin nasıl yapılması gerekiyor?”
sorusuna yanıt arayalım.
Neler, nasıl yapılmalı ?
“Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”
(Karl Marks, “Feuerbach Üzerine Tezler” (11. Tez)
Marks’ın bu ünlü “11. Tez”inin şöyle de dillendirilebileceğini düşünüyorum; umarım kızmaz (!):
“Çevre/doğa korumacılar çoğunlukla sorunları yalnızca belirlemeye, yerel ve tekil olarak çözümlemeye çabalıyor; oysa öncelikli iş, bu sorunların önlenmesi ile “çevre haklarının” kullanımının yaygınlaştırılması ve kapsamının genişletilmesidir!”
Sanırım katılırsınız: Bence her “hak” gibi “çevre hakkı” savaşımının da beş boyutlu olarak verilmesi gerekiyor:
✓ Ayırdına varılması, vardırılması,
✓ Sahip çıkılması,
✓ Kullanımın yaygınlaştırılması,
✓ Var olanların genişletilmesi ile
✓ Yenilerinin oluşturulması
Bu boyutların her toplumsal, ekonomik ve kültürel yapıda böylesi bir sıralamayla, yanı sıra, kesinlikle yaşanması gerekmiyor kuşkusuz. Dahası, kimi durumlarda bu boyutlar birlikte de yaşanabiliyor. Ki, doğrusu da budur. Ülkemizdeyse, pek çok alanda olduğu gibi, bu boyutlardaki gelişmeler de rastlantısal olarak yaşanıyor: Yurttaşlarımız özellikle son yarım yüz yıldır ülkemizde de çevrenin/doğanın/ormanların korunmasına yönelik çabalara giriyor. Dahası; bu çabalarını giderek doğru temeller üzerinde geliştirip yaygınlaştırıyor. Ancak, ben bu çabalarda
✓ var olanların genişletilmesi ile
✓ yenilerinin oluşturulması
boyutlarının artık öne geçirilmesi – ağırlık kazanması- gerektiğini düşünüyorum. Bu gereğin hemen hemen hiç yerine getirilmediğini gözlemliyorum.
- Kumda oynayan çocuk değiller artık !
Öte yandan, ülkemizde “çevre hakkına” sahip çıkma savaşımı, yakın zamanlara değin çoğunlukla anne ya da babalarının kumda oynamasına izin verdikleri çocuklar gibi çoğunlukla siyasal iktidarların en azından şimdilik katlanabildiği alanlarda ve biçimlerde veriliyordu. Bu aşamanın günümüzde büyük ölçüde aşıldığına inanıyorum. Öyle ki söz konusu çabaların “sivil itaatsizlik” niteliği kazanarak yaygınlaştığını düşünüyorum. Sözgelimi; Kazdağları’nda altıncılara direnen onbinlerce yurttaşımız, Aydın’da köylülerin JES’çilere “geçit vermeme” çabaları, Karadeniz Bölgesi’nde Yeşil Yol Projesi’nin yıkımları karşısında direnenlerden “Havva Ana’nın” -Havva Bekar- jandarmaların karşısında
“Ne mahkemesi, ne mahkemesi? Mahkeme nedir, mahkeme biziz. Halktır halk. Devlet yok, halk var! Kimdir devlet ya! Devlet bizim sayemizde devlettir. Mahkeme bizim dedelerimiz Kavrun’dan Erzurum’a yayan gitmişler ve şehit olmuşlar. Her yaylanın yolu var, yaylalarının yolu birleşmeyecek.
“O vali iki tane çapulcu diyor. Biz çapulcuysak sen nesin,… gözün kör olsun vali gibi. Senin okuduğun kitapların… Sen vali he? İki tane çapulcu he? Sen sandalyede oturmuşsun, biz buraların hamurunda yoğrulmuşuz.
“Vali, kaymakam kimdir, ben, ben, ben halkım! Halkım!”
diyebilmesi de[10] bu gerçeği açıklıkla ortaya koyuyor bence.
- “Çevreci” ne demek?
Anlayamadığım, açıklayamadığım konu, tutum, sav, söylem artık o denli çok ki; kimileyin kendimi bir çocuk gibi duyumsuyorum. Ancak çocuklar benden şanslı; anlayamadıklarını, açıklayamadıklarını danışabilecekleri; yetmezse benden çok daha iyi kullanabildikleri “aypetleri”, bilgisayarları var ☹ Örneğin, “çevreci” ne demek Tanrı aşkına? Şimdi “tartışmayı” buraya değin okuyabilen sabırlı kimi okurlar bu soru karşısında büyük bir olasılıkla şaşıracak, belki de bana kızacaktır. Bense, sorumu üzerine basa basa yineleyeceğim:
“- Çevreci” ne demek?
“Ayrıkotunu” ya da “ayrıkökünü” yahut “mekke ayrığını” -Agropyrum repens- bilirsiniz ya da duymuşsunuzdur; kimi durumlarda, özellikle sebze bahçelerinde istenmeyen bir doğal bitkidir. Güzelim Türkçemizde “bir toplulukta istenmeyen kişiler” için bir deyim olarak da kullanılıyor. En yalın tanımıyla “çevreci”, bir toplumun yaşama ortamlarının yaşanabilirlik özelliklerini yitirmemesi konusunda duyarlı, gerektiğinde eylemli bireyleridir. Bunda anlaşılmayacak bir yan yok kuşkusuz. Ama özellikle egemen sınıfların ya da sözcülerinin kolaylıkla, yanı sıra, bilisizlerin ise hoşnutlukla benimsedikleri bu yakıştırmanın nelere yol açabildiğinin artık görülmesi gerekiyor. Öyle ki, “çevreci/doğa korumacı” olabilmek -ya da sayılabilmek- için bir “çevre sorunun” gündeme gelmesi, bu “sorunun” dert edinilmesi gerekiyor sanki. Oysa ben, toplumsal ayrışmaya, toplumun bu duyarlı kesimlerinin dışlanmasına –“marjinalleştirilmesine”?- giderek de etkinliklerinin gerektiğince önemsenmemesine yol açtığından bu yakıştırmayı hiç mi hiç olumlamıyorum. Söz konusu çabalar içinde olanların en aklı başında görünen kitle iletişim araçlarında bile “çevreciler” olarak anılmasına “fena halde” kızıyorum. “Çevreciler” ha?
Bu düşüncelerle her fırsatta belirtiyorum:
Ben “çevreci” değilim ![11]
Yapılması gerekenlerin birisi de budur; yurttaşlarımızın “sağlıklı bir çevre yaşama hakkına” sahip çıkma çabalarını “çevrecilik” söylemiyle indirgemeci söylemin değiştirilmesidir.
- “Temiz, Sağlıklı ve Sürdürülebilir Çevreye Erişimi Evrensel İnsan Hakkı” da sözde kalabilir !
Evet, bu “evrensel hak” da kendiliğindenliğe bırakılırsa, en iyi durumda yine;
✓ yerel, tekil sorunlarla oyalanılacak,
✓ “tek ağacın” yanı sıra “ormana da” bakılmayacak,
✓ başka başka “çevreci/doğa korumacı/ekolojist” vb “benler” ya da “bizler” çıkacak !
Ama siyasal iktidarlar da “bildiğini okumayı” sürdürecek…Özellikle de taraf olunan belki yüzlerce anlaşma, sözleşme, bildirgeye karşın her şeyin siyasal iktidarın, dahası önderinin keyfine göre işlediği günümüz Türkiye’sinde…
Bu gerçeklikler karşısında ben diyorum ki “bu gidiş gidiş değildir!” Öncelikle bu gerçeğin tüm boyutlarıyla kavranması gerekiyor. İnanıyorum ki, artık en azından çoğu yurttaşımız bu gerçeğin ayırdında, ayırdında ama bilincinde mi? İşte o konuda iyimser olamıyorum. Dolayısıyla “olmayacak duaya âmin demek” gibi olacak ama yine de söyleyeceğim: Diyorum ki,
ülkemizdeki başta kendilerine ısrarla “çevre/doğa korumacısı/ekolojist” vb yakıştırmasını uygun gören ya da böyle bir sanla anılmaktan rahatsızlık duymayan dahası bundan hoşnutluk bile duyan kişiler ile kuruluşular olmak üzere demokrat, ilerici vb görünümlü siyasal oluşumlar, özellikle sendikalar ile üretici örgütleri içtenlikli bir özeleştiri sürecine girmelidir !
Bu süreçte, sözgelimi;
✓ egemen “çevre/doğa korumacısı”anlayışlar, yaklaşımlar, söylemler, kavramlar ile terimlerin;
✓ uygulanan ekonomik, toplumsal ve kültürel kalkınma/gelişme politikalarının;
✓ özellikle kamu yönetimindeki karar ve uygulama süreçlerinin;
✓ hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin;
✓ çeşitli alanlarda uygulanan planlar ile projelerin;
✓ “çevre/doğa koruma amaçlı” olumlu ve olumsuz deneyimlerin;
✓ tüm alanlarda ve düzeylerde öğretim ve eğitim uygulamalarının;
✓ gönüllü, kimileriyse ticarileşmiş ülkesel ya da yöresel dernekler, vakıflar ile kooperatifler, “platform”, “birlik”, “inisiyatif” vb örgütlenme biçimlerinin;
etkenlik düzeyleri ile getiri ve götürüleri demokratik bir işleyiş içinde sorgulanmalıdır.
Biliyorum, çoğu kişi ya da kuruluş böyle bir süreçte de kalkıp da açık açık “benim ayranım ekşi” diyemeyecektir. Ama “biz” birbirimizi biliriz; bu olumsuzluğun da üstesinde gelebilecek yol, yöntem ve söylemleri geliştirebiliriz.
Öte yandan, bu gerekler gerektiğince yerine getirilebilse bile yeterli olacak mıdır? Hayır, yeterli olmayacaktır: Söz konusu süreç kendiliğindenliğine bırakılırsa, daha açık bir söyleyişle toplumsal bir isteme dönüştürülemezse, bu doğrultuda yapılması gerekenlerin gerçekleştirilebilmesi, deyim yerindeyse “balığın kavağa çıkması” denli olanaksızdır. Dolayısıyla, hazır genel seçimler sürecine girilmişken özellikle “çevre/doğa korumacı/ekolojist”- kişiler ile kuruluşlar,
✓ ayırdında olunsa da olunmasa da öteden beri var olan “çevre haklarını” gerektiğince geliştirmeme;
✓ yerelci, sonuç odaklı çabalarla yetinme;
✓ aralarındaki bitmez tükenmez “sen-ben çekişmesi” ve sürgit bölünme;
✓ daha çok bir “sorun” gündeme geldiğinde ve eylemlerde bir araya gelme;
✓ basın açıklamaları dışında ilkeli programlı işbirliği çabalarından neredeyse özenle kaçınma;
✓ benzetmem yerindeyse “boşa kürek çekme”;
✓ gerektiğince bilgilenmek yerine haberdar olmakla yetinme;
vb olumsuz alışkanlıklarını hiç olmazsa bu süreç sonrasına ertelemeli, tüm siyasal oluşumlar, hareketler üzerinde bu doğrultuda demokratik baskı oluşturma amacıyla güç ve çaba birliğine girilmelidir.. Saflığıma ya da düşselciliğime –“ütopyacılığıma”- verin lütfen, ben, en azından genel seçimler öncesinde oluşturulabilecek yerel ve ülkesel demokratik birliktelikle;
✓ bu doğrultuda yaygın, etkin ve ısrarlı çabalara girilebileceğini,
✓ özellikle sendikalar ile üretici birliklerinin, meslek odaları vb örgütlenmelerin de sürece katkılarının, daha önemlisi katılımlarının sağlanabileceğine;
✓ bu çabaların hem niteliği ile niceliğinde, hem biçiminde hem de söyleminde yeterince yaratıcı olunabileceğine
içtenlikle “inanıyorum”. Ülkemizde gerekli bilgi ve deneyim birikimine yeterince ulaşıldı çünkü. Siyasal oluşumlar, hareketler ancak böylesi çabalarla, deyim yerindeyse “hizaya getirilebilir.” Gerektiğince getirilemezse eğer “Temiz, Sağlıklı ve Sürdürülebilir Çevreye Erişimi Evrensel İnsan Hakkı”nın da kağıt üzerinde kalması kaçınılmazdır bence.
Yanlış mı düşünüyorum?
………..
Ek 1: Ülkelerin Çevresel Başarım Göstergeleri Sıralaması (2012)
Ek 2/a: Ülkelerin Çevresel Başarım Düzeyi Sıralaması (2022)
Ek 2/b: 2012-2022 Döneminde Çevresel Başarım Düzeyi Değişim Sıralaması
2022 Çevresel Performans Endeksi (EPI), dünyadaki sürdürülebilirlik durumunun veriye dayalı bir özetini sunmaktadır. 11 sayı kategorisinde 40 performans göstergesi kullanan EPI, iklim değişikliği performansı, çevre sağlığı ve ekosistem canlılığı konusunda 180 ülkeyi sıralıyor. Bu göstergeler, ülkelerin belirlenmiş çevre politikası hedeflerine ne kadar yakın olduklarına dair ulusal ölçekte bir gösterge sunmaktadır. EPI, çevresel performansta liderleri ve gecikmeleri vurgulayan ve sürdürülebilir bir geleceğe doğru ilerlemek isteyen ülkeler için pratik rehberlik sağlayan bir puan kartı sunmaktadır. EPI göstergeleri sorunları tespit etmek, hedefler belirlemek, eğilimleri izlemek, sonuçları anlamak ve en iyi politika uygulamalarını belirlemek için bir yol sağlar. İyi veri ve gerçeğe dayalı analiz, hükümet yetkililerinin politika gündemlerini iyileştirmelerine, kilit paydaşlarla iletişimi kolaylaştırmalarına ve çevresel yatırımların getirisini en üst düzeye çıkarmalarına yardımcı olabilir. EPI, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin hedeflerine ulaşma ve toplumu sürdürülebilir bir geleceğe taşıma çabalarını desteklemek için güçlü bir politika aracı sunmaktadır. Genel EPI sıralamaları, hangi ülkelerin her ülkenin karşılaştığı çevresel zorlukları en iyi şekilde ele aldığını göstermektedir. Toplam puanların ötesine geçmek ve performans sorununu kategoriye, politika hedefine, akran grubuna ve ülkeye göre analiz etmek için verilerin detayına inmek, politika yapıcılar için daha da büyük bir değer sunar. Bu ayrıntılı bakış açısı ve karşılaştırmalı bakış açısı, çevresel ilerlemenin belirleyicilerini anlamada ve politika seçimlerini iyileştirmede yardımcı olabilir.
Kanada McCall MacBain Vakfı‘ndan gelen finansman, hem Yale hem de Columbia’daki EPI çalışmalarını desteklemektedir. EPI araştırma ekibi bu cömert destek için derinden minnettardır.
Önerilen Atıf: Wolf, M. J., Emerson, J. W., Esty, D. C., de Sherbinin, A., Wendling, Z. A., et al. (2022). 2022 Çevresel Performans Endeksi. New Haven, CT: Yale Çevre Hukuku ve Politikası Merkezi. epi.yale.edu
NOTLAR….
✓ TAM BİZLİK BİR KARAR:
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevreye erişimi evrensel insan hakkı ilan etti. Türkiye’nin de evet oyu kullandığı karar, 161 ülkenin oyuyla kabul edildi. Sekiz ülke ise çekimser kaldı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu dün (28 Temmuz) temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreye erişimin evrensel insan hakkı olduğunu ilan eden bir kararı 161 evet ve 8 çekimser oyla kabul etti. Türkiye de karara “evet” oyu verdi. Karara göre, üçlü gezegen krizi adı verilen iklim krizi, biyoçeşitlilik kaybı ve kirlilik gibi krizlerin yarattığı sorunlar kabul edilecek. Kararda ayrıca, insanların, söz konusu krizlerin çözüldüğü, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrede yaşamasının bir hak olduğu da ilan ediliyor.
✓ Hangi insanları hakları[12]
✓ Anayasanın 56. Maddesinde “çevre hakkı”
“Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” Engin Ural, …Zeynep Aral,
- 2872 sayılı yasa
- ÇED Yönetmeliği
- vb
hukuksal düzenlemeler kaç kez değişti? Bunun yanı sıra 6831, 4122, maden, turizmi teşvik vb yasalar…
✓ ülkemizde genel olarak, başta “çevre hukukçuları” 😊 olmak üzere olumlu karşılandı
✓ Hukukçu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu‘nun Anayasa’nın 3’üncü maddesine ilişkin yazdığı ve hukuk literatürüne giren 2020 tarihli “Doğal kaynakların planlanması ve ülkenin bölünmez güvenliği” isimli çalışması da dava dilekçelerinde kendine yer bulanlardan.
Kabaoğlu:
‘Ülkenin bölünmezliğini korumak, devletin temel yükümlülüğüdür’ şeklindeki Anayasa maddesindeki yükümlülük, yalnızca siyasal değil; doğal ve ekolojik denge açısından da anlaşılmalıdır.’
✓ Karar nasıl karşılandı?
✓ Doğanın bütünselliği
✓ Doğa+toplum bütünselliği etkileşimi
Uzun bir savaşım!
Çevre hakkı?
Yeni bir savunu: Çevre hakkı <Orman hakkı???
Anayasa
…………………………..
[1] Hammurabi Kanunları (MÖ 1760?), Kiros Silindiri (MÖ 539), Roma Oniki Levha Kanunları (MÖ 450), Asoka Fermanları (MÖ 272-331Tevrat, İncil, Kuran-ı Kerim, Magna Carta (1215), İngiltere), Virginia Haklar Bildirgesi (1776, ABD), İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1791, Fransa), Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi (1924), BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), BM Çocuk Hakları Bildirgesi (1959) vb.
[2] Bir saptamaya göre çok ya da iki taraflı 60 binden fazla ülkelerarası anlaşma bulunuyor; bu anlaşmaların 30 binden fazlası BM kararlarına dayanıyormuş. (Kaynak: “Kaç tane uluslararası insan hakları sözleşmesi var?”, (https://aracbuzdolabi.net/how-many-international-human-rights-treaties-are-there; 23 Mart 2020, Erişim 10 Ağustos 2022)
[3] Kaynak: https://wedocs.unep.org/bitstream/handle/20.500.11822/32179/HRE.pdf?sequence=1&isAllowed=y, Tarihsiz, Erişim 12 Ağustos 2022.
[4] Çok keskin bir söylem olacağının ayırdındayım ama yine de söylüyorum: Çoğu çevre/doğa/orman korumacısı kişi ya da kuruluşun sandığı gibi “çevre sorunu” sayılan oluşumları önleme çabaları “siyaset üstü”, hele hele “partiler üstü” olamaz, olmamalıdır !
[5] Biliyorsunuzdur; Anayasanın “çevre haklarıyla” ilişkilendirilebilecek maddesi yalnızca bu değil; gerçekte başta “Kişilerin Hakları ve Ödevleri” başlıklı İkinci Bölümdekiler olmak üzere pek çok maddesinin bu kapsamda sayılması gerekiyor. Ek olarak, bu bağlamda, sonradan “kuşan dönüştürülen” 2872 sayılı Çevre Kanunu başta olmak üzere çok sayıda hukuksal düzenleme de anımsanmalıdır. Engin Ural, Refet Erim, Zeynep Arat, Nesrin Algan vb bu düzenlemelerde emeği geçenlere sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
[6] Bundan böyle yalnızca “söz konusu karar” olarak anacağım; daha anlamlı bir kısaltmayı akıl edemedim.
[7] Kaynak: “UN Body Adopts Universal Right to Healthy Environment.”, (https://sdg.iisd.org/news/un-bodyadopts-universal-right-to-healthy-environment/; 4 Kasım 2021; Erişim 10 Ağustos 2022)
[8] Kaynak: Emerson, J.W., A. Hsu, M.A. Levy, A. de Sherbinin, V. Mara, D.C. Esty, and M. Jaiteh. 2012. 2012 Environmental Performance Index and Pilot Trend Environmental Performance Index. New Haven: Yale Center for Environmental Law and Policy; http://ciesin.org/documents/2012-epi-full-report.pdf; Erişim 10 Ağustos 2022.
[9] Kaynak: Wolf, M. J, Emerson, J. W., Esty, D. C., de Sherbinin, A., Wendling, Z. A., et al. (2022). 2022 Environmental Performance Index. New Haven, CT: Yale Center for Environmental Law & Policy. epi.yale.edu; Erişim 16 Ağustos 2022.
[10] Melis Alphan, “Karadeniz’in yiğit kadınları”, (Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/melis-alphan/karadeniz-in-yigit-kadinlari-29533395; 13 Temmuz 2015; Erişim 27 Ağustos 2022).
[11] Bu söylemi Nadir Nadi’nin 1965’de yılında Cumhuriyet’te yayımladığı köşe yazısından, daha sonra 1982 yılında Çağdaş Yayınlarından çıkan kitabının adından ödünç aldım. Sanki bu günleri de öngörmüş Nadir Nadi. Saygıyla anıyor ve okumanızı öneriyorum (https://forum.sordum.net/viewtopic.php?t=27754)
[12] Hammurabi Kanunları (MÖ 1760?), Roma Oniki Levha Kanunları (MÖ 450), Tevrat, İncil, Kuran-ı Kerim, Magna Carta (1215), İngiltere), Virginia Haklar Bildirgesi (1776, ABD), İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1791, Fransa), Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi (1924), BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), BM Çocuk Hakları Bildirgesi (1959) vb.