Çeviren: Müge Ertürk
FELAKET ZAMANLARINDA ÖRGÜTLENME VE ANTİ-EMPERYALİZM
Geçiş, çağımızın bir meselesidir. Enerji geçişleri, teknolojik geçişler, yeşil geçişler, siyasi geçişler, adil geçişler… devrim. COVID-19 varyantları milyonları öldürürken, habitatlar ve türler yok olurken, evler yanarken veya savrulup süpürülürken, mahsuller yok olurken ve on binlerce mülteci Manş Denizi’nde boğulurken veya Meksika çöllerinde ortada kalıp ölürken, herkes işlerin bu şekilde daha fazla sürdürülemeyeceğini biliyor. Bu sebeple siyasi görüşümüz ne olursa olsun, geçiş tartışması kaçınılmaz bir hal alıyor.
Marx ve Engels’in meşhur deyişiyle komünizm, “günümüzdeki durumu ortadan kaldıran gerçek harekettir”[1] Bu hareketin kendisi olarak, komünizm geçiş anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle komünizm, ücret ilişkisinin, değer biçiminin, özel mülkiyetin, devletin ve sistemi sürdüren ırkçı ve cinsiyetçi şiddet rejimlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bunlar bir gecede ortadan kalkmayacaktır. “Kapitalist ve komünist toplum arasında,” diye yazar Marx başka bir yerde, “birinin diğerine doğru bir devrimci dönüşümü dönemi vardır. Buna paralel olarak, devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamayacağı bir siyasi geçiş dönemi de vardır. “[2]
Geçiş sürecinin kendisi devrimdir. Geçiş süreçlerinin itme ve çekme faktörleri, ilerleme ve gerilemeleri, Marksist ve Marksist olmayan devrimci geleneklerin özünde yer alır. Buna rağmen, günümüz hareketleri ve teorisyenleri bu konuya nadiren önem vermektedir. Geçiş, ister radikal bir Yeşil Yeni Düzen, ister komünizm, isterse küçülmeci (degrowth) bir gelecek olsun, günümüz ile idealimizdeki gelecek vizyonlarımız arasında yer alan bir kara kutudur. Bir yanda radikal bir kesim geçiş sorununu tamamen reddederek komünizmin ‘komünleştirici önlemler’[3] yoluyla derhal uygulanmasını hayal ediyor. Diğer yanda ise geçiş, kapitalizm içinde hayatta kalmak için mücadele etmek gibi görünüşte daha acil bir görev uğruna kenara itiliyor.
Anti-kapitalist Sol’un gelecek vizyonları ne kadar ilham verici olsa da, geçiş sorununu acil önlemlere indirgemek istesek de ve hayatta kalmanın aciliyetine öncelik vermek ne kadar anlaşılır olsa da, her üçü de geçiş sorunundan kaçmaktadır. Geçişin süresini inkar ediyor ya da geçişin komünizmin inşası olduğu gerçeğini reddediyorlar. Kapitalizmden nasıl ayrıldığımız varış noktamızı şekillendirir. Ve biz kapitalizmle bağlarımızı koparmak zorundayız.
BİR GEÇİŞ LABORATUVARI
Kendisinden önceki yirmi beş COP gibi COP26’nın da dünya liderlerinin ekolojik felakete karşı kabul edilebilir politika çözümleri bulacağı bir yer olması bekleniyordu. Zirve bu açıdan başarısız oldu. Ancak bir başka açıdan COP26 başarılı oldu. Kapitalist düşüncenin geçiş süreçlerine kafa yorma konusunda sol hareketin ne kadar ilerisinde olduğunu gösterdi. COP26’ya diyalektik bir yaklaşım, onu kapitalist içeriğinden sıyırıp biçimine odaklanan bir yaklaşım, bugün devrimci geçiş sorununa yaklaşmamıza yardımcı olur.
COP26 adil bir geçişe yönelmek yerine emperyalist ve fosil kapitalist çıkarların devamlılığına odaklandı. İlk olarak, Glasgow anlaşması kömür, petrol ve gazdan oluşan fosil yakıt üçlüsünü içermesi gerekirken yalnızca kömürün “aşamalı olarak azaltılmasını” vurguladı. Kömür, yüzyıllar süren sömürge boyunduruğundan kurtulmaya çalışan Çin ve Hindistan ekonomileri için elzem olmaya devam ederken, dünyanın önde gelen petrol ve gaz üreticisi ABD için aynı önemi taşımıyor. COP’un hayal ettiği jeopolitik dönüşüm ve enerji dönüşümü gezegenin çoğuna değil emperyalist güçlere fayda sağlıyor. Sözde yenilenebilir enerji kaynakları küresel ısınma felaketini önlemek amacıyla – fosil yakıtların yerini almaksızın – enerji kaynakları arasına girerken, petrol ve gaz üreticileri ve fosil sermayeye bağlı devletler emisyonlarını “doğaya dayalı çözümler” yoluyla “dengelemiş” olacaklar.[4]
İkinci olarak, ABD, AB, Birleşik Krallık ve Avustralya, Glasgow anlaşmasının nihai metninden kayıp ve zararın tesis edilmesi maddesini çıkardı. Gelişmekte olan 138 ülkenin tamamı tarafından sunulan bu madde, en zengin ülkelerin en yoksullara borçlu olduğu mali destek anlamına gelmektedir. Ada ülkeleri tarafından talep edilen benzer bir kayıp ve zarar tesisi de, bu tür maddelerin geçmiş emisyonlar için yasal sorumluluk doğurabileceğinden ve tazminat çağrılarına kapı açabileceğinden korkan “gelişmiş” ülkeler tarafından nihai anlaşmadan çıkarıldı.
Küresel ısınmanın durdurulması, fosil yakıtların toprakta tutulması ve küresel adalet konularında COP26 tam bir başarısızlıktı. Yine de COP26’nın tutanaklarının unsurları, kapitalist içeriklerinin ötesinde komünist bir ufka işaret etmektedir, bu da konu özelinde bir yeşil geçiş teorisinin varlığı olarak ifade edilebilir. COP26’nın yeryüzündeki yaşamın sürdürülebilmesi için büyük ölçekli bir peyzaj ve deniz restorasyonu projesine ve ekolojik olarak iyi tarım uygulamalarına geçilmesi gerektiğini kabul etmesi bir ilerlemedir.
Örneğin, iklim krizine yönelik “doğa temelli çözümler” zirvede yoğun bir şekilde yer aldı.[5] Kırk beş hükümet, insan dışındaki doğayı koruma çabalarını artırma ve sürdürülebilir tarım uygulamalarına geçme konusunda anlaştı. Bu tür uygulamaları “yüz milyonlarca çiftçi” için karşılanabilir hale getirmek amacıyla “iklime dirençli mahsuller ve toprak sağlığını iyileştirmek için rejeneratif çözümler de dahil olmak üzere tarımsal yenilik için toplamda 4 milyar sterlinden fazla yeni kamu sektörü yatırımı” sözü verildi.[6] Restore edilmiş ekosistemler ve rejeneratif tarım biyolojik çeşitliliği artırabilir, bozulmuş toprakları onarabilir, toprağın su tutmasını artırabilir, selleri azaltabilir, çiftlik dışı girdileri azaltabilir, verimi artırabilir, iklim direncini artırabilir ve çiftçileri ve tarım topluluklarını güçlendirebilir. Ancak elbette COP26 çerçevesinde “sürdürülebilir tarım” ve “iklime dirençli mahsuller” aynı zamanda patentli genetiği değiştirilmiş mahsuller ve çiftçileri küresel tarım şirketleri için rant biriktiren veya değer yakalayan dikey entegre tarım sistemlerine çekerek güçsüzleştiren tarım dışı girdiler anlamına da gelebilir. Daha da kötüsü, Yerli ve kırsalcı liderlerin vurguladığı gibi, “doğa temelli çözümler”, bozulmamış ve ontolojik olarak bizden bağımsız Avrupa merkezci bir “Doğa” fikrini korumak adına Yerli ve kırsal toplulukları zorla topraklarından eden koruma uygulamalarını güçlendirebilir.
Post-kapitalist, komünist bir geleceğe geçiş için gerekli unsurlar emperyalist COP26’da bile mevcuttur. Dünyanın sıcaklığı halihazırda sanayi öncesi seviyelerin bir santigrat üzerinde olduğu ve planlanan kesintiler karbon emisyonlarını gereken seviyelere düşürmek için yetersiz olduğu için[7], bu duruma verilebilecek tek yanıt, emperyalist ülkelerin iklim değişikliğinin sorumluluğunu kabul ettiği ve yoksul ülkelerin ihtiyaç duyduğu tüm gerekli mali desteği sağladığı küresel bir çerçeve içinde fosil yakıtların kamulaştırılması, düzenlenmesi ve yasaklanmasıdır. Özel mülkiyete ilişkin yasalar ve varsayımlarla önü kesilmediği sürece bu yöntem bu çok açıktır ve hiç de karmaşık değildir.
“Kapitalizmden nasıl ayrıldığımız varış noktamızı şekillendirir. Ve biz kapitalizmle bağlarımızı koparmalıyız.”
Emperyalizm, yeni ya da daha önce sömürgeleştirilmiş halkların borçlarını ve bağımlılıklarını arttıran, küresel sefaleti ve sömürüyü yükselten bir gelecek kuruyor. Fosil sermaye hükümetleri, Yerli egemenliğine saygı gösterilmesini gerektiren doğa temelli çözümlere bağlı değiller. Emperyalistlerin hedefinde para ve güç, sermaye ve kontrol vardır. Bundan böyle, iklim hareketi, nihai hedefi bu tür hükümetleri harekete geçmeye ikna etmekmiş gibi devam edemez.
Dolayısıyla devrim, gelişmekte olan iklim felaketine karşı pratik ve ölçülü bir yanıttır. Kapitalizmin, sıcaklıkları sanayi öncesi seviyeleride tutmak için hala zaman varken üretimi dönüştürmede onlarca yıllık başarısızlığı göz önüne alınırsa, devrimin dünyanın dallanıp budaklanan krizlerine olası bir yanıt olmaktan çıktığı ve en olası yanıt haline geldiği görümektedir. Devrimci toplumsal ayaklanma, sellerden, yangınlardan ve kuraklıktan kaçan, yiyecek, barınak ve enerji için ayaklanan ve hakları olanı ele geçiren insanların kitlesel göçünden kaynaklanacaktır. Hükümetin “aşırılıklarından” bıkmış ve nefsi müdafaa adına gücü kendi ellerine almaya istekli silahlı, öfkeli ve ırkçı gericilerden kaynaklanacaktır. Asıl soru devrimlerin hangi yönde ilerleyeceğidir: eko-ırkçılığın (eco-apartheid) ortadan kaldırılmasına ve eşitlikçi ve yaşanabilir toplumların kurulmasına doğru mu yoksa otoriterliğin, faşizmin ve neofeodalizmin kökleşmesine doğru mu? Sorunun bu olması, siyasi dönüşümü Sol’da karşı karşıya olduğumuz birincil mesele haline getirmektedir.
GEÇİŞ SİYASETİ
On yıl önce Tropic of Chaos kitabında Christian Parenti iklim krizinin siyasi bir kriz olduğu gerçeğini vurgulamıştı. Diğerleri iklim değişikliğini ahlaki ve ontolojik terimlerle açıklarken – ki bu durum hala devam ediyor – Parenti, küresel ısınmaya neden olan kapitalist sistemi alaşağı etmek için siyasi irade yaratmanın zorunluluğunu fark etti.[8] Bu fark ediş, Parenti’nin altta yatan çelişkiyi adlandırabilmesini sağladı. İklim değişikliğinin büyük ve küresel eşitsiz etkileriyle yüzleşmek ve bunları düzeltmek için devlet gücünü kullanabilecek güçlü bir Sol’a ihtiyacımız var, ancak bunu inşa etmek için zamanımız yok.
Siyasi sistemlerimizin iklim değişikliğiyle mücadelede ortaya çıkardığı yapısal sorunlar, güçlü bir sol karşı güç inşa etmenin önünde engel teşkil ediyor. Fosil yakıt sektörünün para babaları çok sayıda politikacıyı avucunun içinde tutuyor. Seçilmiş yetkililerin çok azı, seçmenlerinin – özellikle de on yıllardır dayatılan kemer sıkma politikaları ve servetin zenginler arasında yeniden dağıtılmasının da görünür hale gelmesiyle – büyüyen çevresel felakete dair endişelerinin fedakarlık veya değişim için bir çağrı niteliği taşıdığının farkında. Çoğu siyasi kampanya için iklim değişikliği kazançlı bir konu değil. Bu durumda, ABD siyaset kurumunun hoşgörüyle karşıladığı tek geçiş yaklaşımının fosil kapitalizmine ve ABD’nin kendi jeopolitik çıkarlarına en uygun yaklaşım olması şaşırtıcı değil; kapitalist merkezdeki diğer ülke elitlerinin yaptığı gibi, kaçınılmaz iklim mültecileri dalgasına karşı sınırlarını güçlendirirken kendilerini küresel ısınmanın en yıkıcı etkilerinden korumayı planlıyorlar. Bu bir eko-ırkçılık dünyasıdır: bu da, gözden çıkarılmış çeper bölgelerdeki insan dışı doğanın ve ırksallaştırılmış halkların sömürülmesine dayanan emperyalist bir sermaye birikim rejimi anlamına gelir.
Seçim siyasetinin sunduğu engeller göz önüne alındığında, kitlesel gösteriler ve sivil itaatsizlik değişim için umut vadetmektedir. Bu faaliyetler anlık olarak tatmin edici olsalar da, onları alternatif kılan asıl soruna odaklanmakta başarısız olurlar, o da kapitalist demokrasilerin başarısızlığıdır. Kitlesel gösteriler siyasi karar alma süreçlerini etkileyebildikleri zaman etkili olurlar. Ancak bu, zor olan ve çok rağbet görmeyen seçimler yapmaya gönüllü karar alıcıların varlığını gerektirir ki bu da bizi genel siyasi çıkmaza geri götürür. Eğer değişim yapabilecek hiç kimse bu çağrıları duymuyorsa, değişim çağrıları ne işe yarar?
Bu siyasi çıkmaz göz önüne alındığında, birçok iklim seferberliği tüketiciler, bankalar, kar amacı gütmeyen kuruluşlar veya şirketler gibi borsa oyuncularını hedef almaktadır. Örneğin, benzini lıkır lıkır içen SUV araçlarının sürücülerinin hedef alınmasının amacı yaşam tarzlarında değişiklik yaratmaktır. Bu ve diğer tüketici odaklı eylemlerin takdire şayan hedefleri vardır.[9] Ancak, ABD’de kişisel tüketim harcamaları (2020’de pandemi nedeniyle yaşanan sert düşüş ve hızlı toparlanmaya rağmen) 1970’lerden bu yana istikrarlı bir şekilde artmıştır. Üretimde ve politikada değişiklik yapılmadığı sürece, tüketimde yapılacak gönüllülük esaslı değişikliklere odaklanan çabalar yetersiz kalacaktır.
Elden çıkarma/tasfiye etme (disvestment), bir hareket stratejisi olarak ortaya çıktı: aktivistler üniversitelere ve müzelere petrol ve gaz şirketlerindeki yatırımlarını satmaları için baskı yapıyor. Hareket, Eylül 2021’de Harvard Üniversitesi’nin fosil yakıt sektöründeki dolaylı yatırımları elden çıkaracağını, doğrudan yatırımları ise zaten elden çıkardığını duyurarak görünür bir zafer kazandı. Bununla birlikte, bir strateji olarak elden çıkarma hareketini eleştirenler, bunun gerçek dünyadaki etkisinin eksikliğine işaret ediyor. Kurumları elden çıkarmaya zorlamak, bir strateji olarak fosil yakıt şirketlerinin sermaye toplamasının önüne geçmeyi başaramadığı gibi, daha fazla petrol ve daha fazla sondaj beklentisiyle yanıp tutuşan insanlar yokmuşçasına ortak değerler etrafında birleşmiş bir toplumsal yapı varsaymaktadır. Ne kadar cuma günleri okulu asan çocuk varsa o kadar da enerji bağımsızlığı konusunda endişelenen soyutlama taraftarı ve motoru özgürlükle ilişkilendiren sürücü var. Bölünme iyice derinleştiğinde, ortak değerler varsayımı geçerliliğini yitirecektir – aslında, bu ortak değerlerin yokluğu tam da kapitalist demokrasileri kilitleyen ve devrimi gerekli olduğu kadar olası da kılan sorundur. Utanmaz politikacılar utandırılamaz; çünkü onların seçmenleri ne kapitalist sömürü ve eşitsizlikle ne de iklim değişikliğiyle ilgileniyor, diğer bir deyişle izole ve yalnız değiller.
Parenti 2011 yılında iklim değişikliğinin kapitalist demokrasiler için yarattığı siyasi sorunla yüzleşti:
İşin aslı, iklim meselesinde zaman tükenmiştir. Kapitalizm ya krizi çözer ya da uygarlığı yok eder. Kapitalizm ya krizle şimdi başa çıkmaya başlar ya da bu yüzyıldan itibaren uygarlığın çöküşüyle karşı karşıya kalırız. Sosyalist, komünist, anarşist ya da derin ekolojist olan neoprimitif bir devrimi bekleyemeyiz; ya da bazılarının ileri sürdüğü gibi sanayi öncesi Amerika’nın efsanevi küçük kasaba ekonomisine nostaljik bir yerelci dönüşümü de bekleyemeyiz.[10]
On yıl önce zamanımız tükenmişti. Ancak Parenti o zaman bile fazla iyimserdi. Parenti analizinde emperyalizmin, sömürgecilik ve militarizm tarafından içi boşaltılan ülkeler dizisinde iklim değişikliğinin ölümcül etkisini artırma yollarını detaylandırırken bile, nihayetinde devlet eylemine duyulan ihtiyacın altını çizerek ve karbon tutma konusundaki teknolojik ilerlemeleri takdir ederek[11], sıkışıp kaldığımız kapitalizmin bazı sorunları çözmeye yardımcı olabileceğini düşünüyor. Parenti, sanki kapitalizmin kendisi kültürlerin ve toplulukların yok edicisi değilmiş gibi, sanki devamı çöküşün itici gücü değilmiş gibi, kapitalizm ve uygarlık çöküşü arasında bir ya/ya da hali olduğunu ima ediyor. Zamanın tükendiği konusunda haklı. Devlete duyulan ihtiyacın altını çizdiği argümanında da haklı. Ve mevcut sistemin yeşil bir komünist geçişte kullanılabilecek ve kullanılması gereken unsurları olduğu konusunda da haklı. Parenti’nin yetersiz kaldığı nokta, devletin sosyalist bir şekilde ele geçirilmesi ve toplumun yeniden inşası projesinden kopmuş olmasıdır.
“Üretimde ve politikada değişiklik yapılmadığı sürece, tüketimde yapılacak gönüllülük esaslı değişikliklere odaklanan çabalar yetersiz kalacaktır.”
Kapitalizmin fosil yakıtlardan sözde “yenilenebilir enerji kaynaklarına” geçiş sürecini, milyonlarca insan ve insan dışındaki yaşam için ölüm ve felaket anlamına gelmeyecek şekilde yönetebileceğini düşünmek bir hayaldir. Net Sıfır için Küresel Finansal İttifakı (GFANZ), COP26’da, fosil yakıtlardan uzaklaşmanın finansmanı için 130 trilyon dolara kadar kaynak sağlamayı taahhüt etti.[12] Whitney Webb’in analizi, bu girişimin altında yatan emperyalist yağmayı ortaya koyuyor. Dünyanın en güçlü bankalarından oluşan GFANZ, belirli ülke projelerine büyük miktarlarda sermaye yatıracak “uluslararası bir finansal mimari” yaratıyor. Dünya Bankası gibi çok taraflı kalkınma bankaları (MDB’ler) bu yatırımların yönlendirilmesinde kritik bir rol oynayacaktır. Gelişmekte olan ülkeler borç batağına saplanacak, borçları onları “piyasaları (özellikle de finansal piyasaları) kuralsızlaştırmaya, devlet varlıklarını özelleştirmeye ve istenmeyen kemer sıkma politikalarını uygulamaya” zorlamak için kullanılacaktır.[13] İklim değişikliği, gelişmekte olan ülkelere, kamu sektörlerini tasfiye ederken ve halkları yoksullaştırırken sermayeye fayda sağlayan politikalar dayatmanın yeni gerekçelendirme yöntemidir. İklim değişikliğine verilen kapitalist yanıt, yoğunlaştırılmış yağmacı yeşil emperyalizmdir. Bu, uygarlığın çöküşünü getiren kapitalizmdir.
Fosil yakıt endüstrisi ve dünyanın en büyük petrol ve gaz üreticileri, üretimde gerçek bir kesintiye gidilmesine var güçleriyle direneceklerdir. Uluslararası anlaşmalar ve politika değişiklikleri şu ana kadar güç dengesini değiştirmek için çok az şey yaptı. COP26’dan hemen sonraki günlerde BP İcra Kurulu Başkanı Bernard Looney, net sıfıra ulaşmaya yönelik anlaşmalardan hiç etkilenmemiş görünüyordu. CNBC’ye verdiği demeçte, “Petrol ve gazın önümüzdeki on yıllar boyunca enerji sisteminde yer alacağını söylemek bugünlerde pek revaçta olmayabilir, ancak gerçek olan budur” diyordu.[14] Bir devrim olmadığı sürece, önümüzdeki birkaç on yıl, dünyanın giderek artan ve sürdürülemez enerji kullanımından daha fazla pay almak için yarışan rakip sermayeler – bir tarafta fosil sermaye, diğer tarafta “yeşil” sermaye ve her ikisinden de pay alan finans sermayesi – arasındaki mücadele ile anılacak. Enerji Bilgi İdaresi (EIA), küresel enerji tüketiminin 2050 yılına kadar yüzde 50 oranında artacağını öngörmektedir[15] ki bu da, küçülme çalışmalarının, daha büyük bir pay sözde yenilenebilir kaynaklardan gelse bile[16], atılan adımların yetersiz kalacağına dair söylemini doğrulamaktadır.
Bununla birlikte, en azından bir noktada, yenilenebilir enerji sistemlerine, yüksek verimli dikey çiftliklere, laboratuvar etlerine ve “büyümenin” (sermaye birikiminin) maddi üretimden ayrıştırılmasına sorunsuz bir geçiş hayal eden yeşil kapitalistler, teknoloji girişimcileri ve emperyalist dünya liderleriyle aynı fikirdeyiz: bir tür geçiş kaçınılmazdır. Bunu ne kadar söylesek azdır. Geçiş, hem kapitalizm için – birleşen ekolojik krizler sermayenin insani ve insan dışındaki gelişmeyle uyumluluğu kurgusunu kemirmeye başladıkça – hem de radikal hareketler ve devrimciler için zamanımızın sorusu haline gelmiştir.
GEÇİŞİN FARKLI ŞEKİLLERDE REDDİ
Geçiş sorunu, kapitalizm sonrası tahayyüllerin çoğalmasıyla kendini hissettiriyor. Hep birlikte Yeşil Yeni Anlaşmalar, küçülme, Kızıl Anlaşma, Küçük Çiftlik Geleceği, Tam Otomatik Lüks Komünizm, Yarım Dünya Sosyalizmi, sömürgesizleştirilmiş feminist ufuklar, agroekolojik matrisler ve daha buna benzer birçok gelecek hayal ettik. Ancak bunların her biri geçiş sorununu atlıyor, görmezden geliyor ya da geciktiriyor. Buradan, yanan bir dünyadan, oraya, yüzyıllardır süren şiddet, yağma ve sömürüden yavaş ama emin adımlarla yenilenen bir dünyaya nasıl ulaşacağız? Stratejimiz nedir? Acil taktiklerimiz nelerdir? Bu, görmezden gelinemeyecek bir sorundur.
Corona, Climate, Chronic Emergency kitabında Andreas Malm, ne anarşist yataycılığın ne de sosyal demokrasinin toplumu ekolojik çöküşün korkunç sonuçlarından kurtarabilecek hızda karbondan arındırabileceğini öne sürüyor. Bildik anarşizmin Marksist eleştirisini tekrarlayan Malm, bu geleneğin fazla adem-i merkeziyetçi olduğunu, programlara, disipline ve devletin devrimci geçiş aracı olma potansiyeline fazla cepheden karşı olduğunu düşünüyor. Sosyal demokrasi de hızlı ve kararlı hareket edememesi nedeniyle krize bir o kadar uygun değil. “Sosyal demokrasi,” diye yazıyor Malm, “zamanın bizden yana olduğu varsayımıyla çalışır. Bol bol zaman olmalı.” Fakat burada sorun, Malm’ın da haklı olarak altını çizdiği gibi, zamanın bizden yana olmaması. Bir sonraki seçim döngüsünde başka bir Bernie Sanders ya da Jeremy Corbyn’in ortaya çıkacağını ve bunların ezici bir çoğunlukla seçileceğini varsaysak bile, başında ilerici birinin bulunduğu bir sosyal demokrat sistemin ekolojik krize zamanında yanıt verebilmesi için kendisini aşması gerekecektir. Olağanüstü önlemler alması gerekecektir. Savaş koşulları dışında sosyal demokrasilerde görülmemiş türden bir acelecilikle hareket etmesi gerekecektir.
Eğer ne anarşizm ne de sosyal demokrasi bu göreve uygun değilse, o zaman elimizde ne kalır? Malm’ın buna kışkırtıcı bir cevabı var: eko-Leninizm ve savaş komünizmi. Devrimci Rusya’nın 1918-1921 yılları arasındaki kitlesel seferberliğinden ilham alan Malm, hızlı bir kamulaştırma, sınıf ve ayrıcalıkların tasfiyesi, toprak ve servetin yeniden dağıtımı projesini öneriyor. Malm’a göre Bolşevikler ve Rusya’nın köylüleri ve işçileri tüm bunları Birinci Dünya Savaşı sonrasında, temel kaynaklara erişimleri olmadan ve emperyalist bir karşı-devrimci işgal sırasında en elverişsiz koşullar altında başardılar. Benzer bir şey bugünün elverişsiz koşullarında ve kendi gerici güçlerimize karşı mümkün olabilir mi? Ekolojik çöküşe karşı savaş komünisti bir yanıt hayal edemez miyiz? Malm için savaş komünizmi, günümüzün anti-kapitalist hareketlerinin kaçınılmaz bir kargaşa, devrim ve karşı-devrim dünyasında kendilerini yönlendirmeleri için bir yol, bilişsel bir harita işlevi görüyor.
Bizim bakış açımıza göre Malm’ın önerisi devrimci geçiş sorununu es geçmektedir. Savaş komünizmi, devrimci bir hareket iktidarı ele geçirdikten sonra ya da toplumsal hareketler kapitalist devletleri eşgüdümlü bir kitlesel sivil itaatsizlik ve sabotaj kampanyası yoluyla harekete geçmeye ikna ettikten sonra (Malm’ın How to Blow Up a Pipeline’daki argümanının önerdiği gibi) ne olacağına dair bir plandır. İhtiyacımız olan şey, siyasi güçlerimizi ve kapasitelerimizi, yaklaşan felaketlerde kendimizi destekleyecek ve komünist bir geleceği kazanacak şekilde inşa etmenin bir yolunu bulmaktır. Savaş komünizminin içinde bulunduğumuz çıkmaza bir ayna tutması ve böylece kat etmemiz gereken mesafeyi göstermesi gerekiyor. Ancak aynadan daha fazlasına ihtiyacımız var; karşımıza çıkan maddi mücadele koşullarından hareket eden bir siyasete ihtiyacımız var, onlardan uzaklaşan bir siyasete değil. Devrimci bir geçiş siyasetine ihtiyacımız var.
Out of the Woods Collective‘in (OWC) “Felaket Komünizmi” başlıklı makalesi, gündelik hayatta kalma görevlerini bu siyaseti inşa etmenin araçlarına dönüştürüyor.[17] OWC, ekolojik çöküşün dağınık gerçekliği içine dalıyor. Kolektif, (The Collective) Rebecca Solnit’in Katrina kasırgası veya COVID-19 gibi sosyolojik-doğal felaketlerin ardından ortaya çıkan geçici karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma ilişkileri üzerine yaptığı “felaket toplulukları” çalışmasından ilham alıyor. Solnit’in çalışmaları, felaketlerin hemen ardından insanların farklılıkları ve kişisel çıkarları bir kenara bırakma ihtimalinin, Mad Max senaryolarına girme ihtimalinden daha yüksek olduğunu gösteriyor. Topluluk mutfakları, hediyeleşme, dayanışma fonları ve hayatta kalmak ve hayatı yeniden inşa etmek için gerekli eşyaların ödünç alınıp verilmesi gibi hareketler daha derin bir bütünlük ve toplumsallık duygusu yaratıyor.
Ancak felaket toplulukları geçici şeylerdir. Özel mülkiyetin, ücret biçiminin, ırk ve cinsiyet hiyerarşisinin korunmasına odaklanan kapitalist devlet, her zaman kendi düzenini yeniden dayatmak için devreye girerek öz-örgütlenme ve dayanışmaya saldırır. Dolayısıyla kolektifin sorusu, “bir yandan felaketleri bu kadar korkunç hale getiren, diğer yandan da ortaya çıkardıkları olağanüstü davranışları sıradanlaştıran toplumsal düzenlerin nasıl yıkılacağı” sorusuna dönüşmektedir.[18] Kalıcı bir “felaket komünizmi” gerçekleştirmek için geçici felaket topluluklarının ötesine nasıl geçebiliriz? Kolektif, felaket komünizmini teşvik etmek için daha fazla felakete ihtiyaç olduğunu öne sürmüyor; daha ziyade, OWC’nin iddiası, felaket topluluklarının kapitalizm için felakete dönüşebileceği yönünde. İhtiyaç duyulan şeyin, “bu mücadelelerden doğan kolektif dayanma ve gelişme kapasitemizi geliştirmeye yönelik devrimci bir süreç” olduğunu yazıyorlar. “Felaket komünizmi, süregelen kapitalist felaketin içinde, ona karşı ve onun ötesinde bir harekettir.”[19]
OWC’nin kapitalizm içinde kapitalizmin ötesinde bir alanın nasıl açılacağı sorusu üzerindeki ısrarı esastır. Bu, işçiler greve gitmeye hazırlandığında emek örgütçülerinin ortaya koyduğu sorudur: Hayatta kalabilmek bile tehlike içindeyken, rekabeti dayanışmaya nasıl dönüştürebiliriz? Öte yandan, kolektifin sunduğu pratik öneriler izlenimci kalmaktadır. “Toplumsal yeniden üretim araçlarını ele geçirme”, karşılıklı yardımlaşma, kolektif bir bütünlük ve toplumsal bolluk anlarını genişletme ve sürdürme çağrısında bulunuyorlar. “Felaket komünizminin komünizmi, ona dayatılan sınırları aşan ve dönüştürücü bir mobilizasyondur” diye yazıyorlar.[20] Ancak mobilizasyonu kimin, hangi örgütlenme biçimleriyle ve nasıl yapacağı soruları ele alınmıyor.
Bazıları bu tür sorulara yanıt beklemenin haksızlık olduğunu düşünebilir. İşçi sınıfının öz-örgütlülüğü bu sorulara mücadele içinde ve mücadele yoluyla yanıt verecektir. Yine de devrimin kendi mücadele biçimlerini ürettiği gerçeğine yönelik bu bildik saygı duruşu, devrimi bizden uzaklaştırıyor, sanki zamanımızın mücadelelerinin katılımcıları değil de gözlemcileriymişiz gibi bir hal ortaya koyuyor. Harekete geçmenin, taraf tutmanın, risk almanın, bugün devrimci geçişi gerçekleştirebilecek hareketleri, özneleri ve örgütsel biçimleri adlandırmanın bir şekilde bize bağlı olmadığını öne sürüyor. Sosyo-ekolojik felaketin her yanı sardığı bir döneminde bu bakış açısıyla yaklaşma lüksümüz yoktur.
Son yıllarda taban-inşası bu sorulara verilen bir başka popüler yanıt haline geldi.[21] Taban-inşası, geçiş sorununun üzerinden atlamanın sınırlarını doğru bir şekilde görüyor. Savunucuları, hayallerimizi çok uzak geleceklere yansıtmak yerine, “kapitalist devlete karşı ‘ikili bir güç’ inşa etmek için sanayi veya kiracı sendikaları, karşılıklı yardım dernekleri ve kooperatifler aracılığıyla sermayeye meydan okumamız, herhangi bir kapitalist siyasi partiden bağımsız kitle örgütlerinden oluşan bir işçi toplumu yaratmamız gerektiğini” savunuyor.[22] Malm ve OWC’nin geçiş hakkındaki düşüncelerindeki boşluk ortadan kalkıyor. Seferberliği kim yapacak? “Ortak bir sosyalizm ve taban-inşası fikrine sahip küçük, kararlı bir grup insan bir araya gelmeye ve kendilerini sosyalist taban-inşası işine adamaya istekli olmalıdır. “[23] Ne çeşit seferberliklere ihtiyaç vardır? Karşılıklı yardımlaşma, kiracı sendikaları, propaganda, gıda programları ve daha fazlası yoluyla “örgütsüzlerin örgütlenmesi” gereklidir.[24]
“Bir devrim olmadığı sürece, önümüzdeki birkaç on yıl, dünyanın giderek artan ve sürdürülemez enerji kullanımından daha fazla pay almak için yarışan rakip sermayeler – bir tarafta fosil sermaye, diğer tarafta “yeşil” sermaye ve her ikisinden de pay alan finans sermayesi – arasındaki mücadele ile anılacak.”
Ancak, bu çalışma ne kadar önemli olursa olsun, taban-inşacıları, kapitalizm içinde işçilerin ve toplulukların acil maddi ihtiyaçlarının karşılanmasının devrimci mücadeleye nasıl dönüşeceği konusunda kesinlikle net değildirler. Otuz yıllık neoliberal kemer sıkma politikalarının yarattığı yıkım göz önüne alındığında, insanların gerçek sorunlarını ele alma çabası, kapitalizmi altta yatan neden olarak kabul eden bir politikaya nasıl dönüşür?
Taban-inşacıları bunun farkında. Şu anda feshedilmiş olan Marksist Merkez’den Teresa Kalisz, Regeneration platformunda yazdığı yazıda, bir taktik olarak taban-inşasının özünde devrimci olmadığını; bunun “komünist, sosyalist ya da anarşist olsun, tüm sağlıklı siyasi örgütlerin üstlenmesi gereken stratejik bir görev olduğunu; liberal grupların bile sıklıkla taban-inşasına giriştiğini” belirtiyor.[25] Marksist sol, bu taktiklerin ötesine geçip onları siyasi bir vizyona bağlamayarak, kendini apolitik bir şekilde sunma ve örgütlenmeyi de apolitik bir şekilde gerçekleştirme riskini taşımaktadır. Geçiş erteleniyor, bitmek bilmeyen gündelik ihtiyaçların hiç bitmeyen talepleri arasında bir kenara itiliyor. “Hayırseverlik değil, dayanışma!” taban-inşacılarının toplanma çağrısıdır, ancak pratikte dayanışma ve hayırseverlik arasındaki çizgiyi tanımlamak her zaman kolay değildir ve bu nedenle taban-inşası bir yandan Malm ve OWC’ye karşı kazanırken, diğer yandan kaybeder. Geçiş sorununun üzerinden atlamanın sınırlarını kabul eder, ancak geçişin ters yönden ertelenmesiyle boğuşmak zorunda kalır.
SIÇRAMALAR VE KOPMALAR
Geçiş sürecinin, yani bulunduğumuz noktadan olması gerekene ulaşma sürecinin karşısında görmezden gelinemeyecek en büyük zorluk siyasi olandır. Christian Zeller’in ileri sürdüğü gibi, “biz” hali üretilmeli, oluşturulmalı, inşa edilmelidir.[26] Bu hareketlilik, bir felaketin ilk haftalarının ve aylarının ötesine geçmeli ve mahallelerin, kişisel ilişkilerin ve karşılıklı yardımlaşmaya katılan bir topluluğun üyelerinin ötesine uzanmalıdır (burada komün dilin özellikle sınıfsal bölünmeleri nasıl gizlediğini gözlemlemeliyiz – ev sahipleri ve mal sahiplerinin paylaşması gerekmez). İklim değişikliğine anti-emperyalist bir yaklaşım için, adil ve komünist bir geçiş için gerekli olan “biz”, kendisinin bir “biz” olduğunun bilincinde olmalıdır.
Dahası, bu bilinç, nerede olduğumuz ve nerede olmamız gerektiğine dair ortak bir anlayışla ve olmamız gereken yere ancak örgütlü, kolektif eylem yoluyla ulaşabileceğimizin kabulüyle bağlantılı olmalıdır. Bu “biz”, pratik bir birlik olarak kendisi ve diğerleri için anlaşılır olmalıdır. Son olarak, bu dayanıklılık, ölçek ve kolektif bilinç gerekliliklerine ek olarak, “biz” kolektif olarak hareket etmeye istekli ve muktedir olmalıdır. Bir bütün olarak bu gereklilikler, varsayılan “biz” durumunun üretimi için elzem olan şartlardır. Bir araya geliyoruz çünkü ancak bu şekilde kazanabiliriz. Ve kazanmak zorundayız – çünkü insanların ve gezegenin gelişmesi, adil bir geçiş zorluğunun üstesinden gelmemize bağlı.
Küresel iklim politikası ölçek ve koordinasyon sorunlarıyla karşı karşıyadır. Ölçek boyutunu görmek kolay: yerel halk meclisleri ve deneysel direniş topluluklarını aşan mücadele biçimlerine ihtiyacımız var. Ulusal ve uluslararası ölçekte faaliyet gösteren, ulusal ve uluslararası perspektif ve stratejileri benimseyebilen örgütsel yaklaşımlara ihtiyacımız var.
Peki ulusal ve uluslararası ölçekte stratejiler, taktikler ve öncelikler hakkında nasıl kararlar alıyoruz? Bu büyük ölçeklerde tasarılarımıza hangi varsayımlar rehberlik ediyor? İşte bu noktada paylaşılan değerler ve ortak ilkeler büyük önem taşımaktadır. Siyasetimiz sorusu da burada devreye giriyor: ortak çizgimiz, mücadele etmeye kararlı olduğumuz ilkeler nedir? Hepimiz biliyoruz ki iklim felaketi şiddetlendikçe etnik-milliyetçilikler de şiddetlenecektir. Şimdi iklim değişikliğinden en acil ve en ağır şekilde etkilenen bölge ve halklara öncelik veren, geri dönülmez bir anti-emperyalist uluslararası taahhüt oluşturmamız gerekiyor. Bu elbette iklim mültecilerine kucak açmayı ve adil bir gelenek için gerekli tüm maddi ve mali desteği sağlamayı da içeriyor.
Dolayısıyla, geçiş süreci bizi kalıcı, ölçekli, kolektif bilinci destekleyen ve eşgüdümlü eylemi mümkün kılan bir siyasi örgütlenme biçimine doğru itmektedir. Lenin’in teorisi ve pratiği böyle bir biçime işaret etmektedir: parti. Parti biçimi, belirli bir zorluğa, yani asla tam olarak öngörülemeyen ya da belirlenemeyen bir duruma hazırlanma zorunluluğuna verilen özel bir yanıttır. Sol, 2008’deki mali kriz ve Büyük Durgunluk için hazırlıksızdı. Sol, 2011’deki başarıları için hazırlıksızdı ve dolayısıyla bunları savunamadı ve genişletemedi. Hiçbir sol gücün inşa etme kapasitesine sahip olmadığı gezegensel bir ekolojik kriz olan COVID pandemisine hazırlıksızdı. Artık kendiliğindenlik lüksüne sahip değiliz. İklim değişikliği baskıyı yoğunlaştırmayacak ve yok oluşu hızlandırmayacaksa, geçiş dönemine uygun düşünmeye ve eylemeye meydan okuyacak uygun örgütler inşa etmek ve bunlara katılmak zorundayız.
Parti formunun zorunluluğu konjonktürümüzün analizinden doğar: nasıl dayanabilir, ölçeklendirebilir ve strateji geliştirebiliriz? Nasıl kazanabiliriz? Kitlesel gösterilerin, hükümetlerin adil bir geçiş için gerekli değişiklikleri yapmasını sağlamaya yetecek bir baskı oluşturmasını bekleyemeyiz. Gösteriler hükümetleri bir şeyler yapmaya zorlayabilir, ancak bu bir şeyler egemen sınıfların mülklerini ve karlarını koruyacak ve emperyalist güçlerin çıkarlarını destekleyecektir. Yangınların, sellerin, kuraklıkların, kıtlıkların ve kitlesel göçlerin kaçınılmazlığı göz önüne alındığında, hükümetlerin değişeceğini öngörmek durumundayız. Ayaklanmalar olacaktır. Devrim konusu masada tartışılmayı bekliyor. Devleti ele geçirmek ve enerji, üretim ve toplumun yeniden yapılandırılmasını yönlendirmek için bu fırsatları kullanabilecek örgütsel gücü inşa etmeliyiz. Her şey bir yana, Malm ve Zetkin Kolektifi önümüzdeki dönemin giderek yoğunlaşan bir kutuplaşma ve cepheleşme dönemi olacağını vurgularken haklıdırlar.[27] Aşırı sağın iklim karşıtı politikaları, fosil yakıtlardan bir tür sorunsuz ve makul geçişle vazgeçilebileceğine dair kalan tüm yanılsamaları yıkmalıdır. Bu çatışma gerçeği, kaotik, belirsiz ve devrimci bir geçişe hazırlıklı olmamız gerektiği anlamına geliyor.
Kasım 2021’deki Yokoluş İsyanı gösterisinde Kanadalı çevreci ve yayıncı David Suzuki, “liderlerimiz olan bitene dikkat etmezse boru hatları havaya uçacak” açıklamasında bulundu.[28] Haklı; uçacak. Ancak bu gerçek bir siyasetin adını koymuyor; bir siyasi çizgiye işaret etmiyor. Bu eylemlerin ardından devlet şiddetinin ve baskısının derhal tırmanmasından başka ne gelir? Vatandaşlar, gözlemciler, devletin güç kullanımının karşısında duracaklar mı yoksa onlarca yıldır süren terör karşıtı propagandanın etkisinde mi kalacaklar? Bazı insanlar bu taktiği taklit ederek ve hoşnutsuzluk yayarak karşılık verecek mi? Diğerleri meşru müdafaa adı altında kişisel silah cephaneliklerini açacak mı?
İklimsel Leninizm bize bu olaylara siyasi olarak hazırlanmamızı, bunları güç ilişkilerinin analizini takiben bir parti tarafından üstlenilen taktikler olarak düşünmemizi tembihler. Devrim perspektifi, araçların ve amaçların, stratejilerin ve taktiklerin değerlendirilmesi için bir bakış açısı olarak benimsenmelidir; bu değerlendirme, bunu gerçekleştirme kapasitesine sahip bir örgüt tarafından yapılmalıdır. Devrimin gerçekliğini kabul etmeli ve olası sonuçlarını planlamalıyız. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ne zaman ve nerede başlayacağını ve nasıl gelişeceğini bilemeyiz. Bununla birlikte, emperyalist güçlerin istihbarat örgütleri ve düşünce kuruluşları gibi biz de iklim değişikliğinin olağanüstü toplumsal çalkantılara yol açacağı gerçeğini hesaba katmak zorundayız. On yılı aşkın bir süredir devam eden mülteci krizleri ve kaynak savaşları durumun zaten öyle olduğunu gösteriyor.
Bu nedenle İklim Leninizmini, emperyalizm ve iklim acil durumu konjonktüründe ihtiyaç duyulan siyaseti adlandırmak için kullanıyoruz. Devrimci parti bu hareketin temel öncülüdür. Burada tanıdık bir itirazın geleceğini tahmin ediyoruz, o da devrimci bir parti inşa etmek – özellikle de yaygın anti-komünizm bağlamında – çok uzun süreceğidir (hayal kırıklığına uğramış herhangi bir partizanın size söyleyeceği gibi).
Bir yandan bu doğrudur. Milyonlara ihtiyaç varken katılımın çok yavaş olması sonucunda parti inşası yavaş bir iş olabilir. Öte yandan, değişim düzensiz şekilde gerçekleşir. Daniel Bensaid’in Lenin’e atıfta bulunarak söylediği gibi, tarih sıçramalar ve kırılmalarla ilerler.[29] 2019 yazından önce hiç kimse George Floyd’un öldürülmesinin ardndan ABD’nin şimdiye kadarki en büyük kitlesel protestoları (35 milyondan fazla insan) yaşayacağını tahmin edemezdi.
“Dolayısıyla, geçiş süreci bizi kalıcı, ölçekli, kolektif bilinci destekleyen ve eşgüdümlü eylemi mümkün kılan bir siyasi örgütlenme biçimine doğru itmektedir. Lenin’in teorisi ve pratiği böyle bir biçime işaret etmektedir: parti.”
Güçlü bir parti tabanı inşa edildiğinde ve siyasi çalkantıların yaşandığı bir dönemde büyüme hızlı ve dramatik olabilir. Bolşevikler 1917 Şubat ve Eylül ayları arasında on kat büyümüştür (20.000’den 200.000 üyeye). Siyasi zamanın doğrusal olmadığını bir kez kabul ettiğimizde, hareketin iniş çıkışlarını ve siyasi duraklama dönemlerini, inşa ve hazırlık süreçlerine, beceriler edinmeye ve hareket yükseldiğinde fırsatları yakalamamızı sağlayacak bağlantıları kurmaya odaklı çalışmalarda kullanabileceğimiz kavrarız. Bu kavrayış, İklim Leninizmini daha kesin bir şekilde, verili maddi koşullar dahilinde hazırlık artı doğrusal olmama, başka bir deyişle, iklim acil durumuna yanıt verme kapasitesine sahip bir kolektivitenin örgütlenmesi olarak formüle etmemizi sağlar.
O halde parti inşasını iklim felaketiyle nasıl ilişkilendirebiliriz ya da yukarıdaki tartışmamızın ışığında Malm, Out of the Woods Collective ve taban-inşacılarının en iyi içgörülerini nasıl bütünlüğe dönüştürebiliriz? Başka bir deyişle, parti inşası çalışması aynı zamanda iklim mücadelesi çalışmasını nasıl yapar ya da hareket pratiklerini iki cephede, parti inşası ve iklim militanlığında ilerlemeye nasıl dönüştürebiliriz?
Soruları formüle etmek bizi cevapların ortaya çıkacağı alanlara yönlendirir. Hareket aktörlerinin aşina olduğu taktikler dizisi – ablukalar, işgaller, yürüyüşler, mitingler – parti kadrolarını işe almak, tutarlı ittifaklar kurmak ve hareketler boyunca kızıl bir bağ kurmak için bir araç haline gelir. Aynı şekilde çiftçilik, kentsel bahçecilik ve benzeri hayatta kalma odaklı mikro girişimler de parti pratikleri repertuarına eklenebilir, beceri ve yoldaşlık geliştirme fırsatları olarak değerlendirilebilir. Her örnekte, daha önce birbirinden ayrı olan faaliyetler – bu faaliyetler bir bölgede abluka, diğerinde karşılıklı yardım düzenlemesi olabilir – adil bir geçişi gerçekleştirmek için gerekli gücü inşa etmeye yönelik daha büyük bir teori ve plana bilinçli bir şekilde entegre edilir.
Siyasi dönüşüm, ekonomik dönüşüm, enerji dönüşümü ve sosyal dönüşüm merkezi planlama gerektirir. Kapitalistler bu gerçeği kabul etmektedir. Örneğin Financial Times’taki bir başyazı, enerji, ulaşım, yapı, sanayi ve tarımda geçiş planlarını formüle edecek merkezi bir planlama organı çağrısında bulundu; çünkü “fiyat mekanizması bu ölçekteki hızlı dönüşümü koordine etmekte zorlanıyor.”[30] Anti-emperyalist ve ezilenlerin mücadelelerine yönelik adil bir geçiş daha da fazla koordinasyon ve planlama gerektiriyor: yenmemiz gereken bir kapitalist düşmanımız ve onun çözülmesi gereken bir hegemonyası var.
Bu nedenle örgütlü ve birbirine bağlı devrimci partiler vazgeçilmezdir. Bu tür partiler eğitim ve koordinasyonu kolaylaştırır; birbirimizden öğreniriz. Bu koordinasyon çalışması, iklim krizine yanıt vermek için gerekli olan çalışmayla aynıdır. Adil bir geçiş için mücadele edecek siyasi örgütler inşa etmek, bunu gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz kapasiteleri, insani ve örgütsel altyapıları inşa eder. İklim, ırkçılık karşıtı, anti-emperyalist ve buna benzer diğer mücadeleleri bir partide merkezileştirerek disiplinli şekilde yapılan analiz ve hazırlıklar, adil geçişin gerektirdiği önlemleri uygulama yolunda ihtiyaç duyulan planlamaları kurgulayabilecek bir temel oluşturur. Özetle parti, devrimin gerçekliğini kabul eden herhangi bir iklim değişikliği politikasının gereklilikleri olan uzun vadeli ittifaklar kurmak ve kadro yetiştirmek için bir formdur.
Taban-inşası ve hayatta kalma komünleri, odak noktaları yerel olduğu için ölçeklendirmede başarısız olurlar; yerel sorunları çözmek için çok çalışırlar. Bir parti – ve bir Enternasyonal – sorunlara, ulusal, bölgesel ve küresel olmak üzere daha geniş perspektiflerden bakar. Daha geniş olan bu perspektifler iklim krizinin bizi zorladığı perspektiflerdir. Ve bizi önümüzdeki zorluklara hazırlayacak bir siyasi mücadele yürütmek için hayati derecede gereklidirler.
EZİLENLERİN ULUSLARARASI KOALİSYONU
Devrimci bir parti çağrısı, kapitalist demokrasinin çıkmazlarına karşı çok tanıdık bir cevap gibi görünebilir. Ancak İklim Leninizmi, Lenin’in siyasi reçetelerini mekanik olarak uygulayamaz. İklim Leninizmi daha geniş bir anlama sahip olmalıdır. Kendisini Rus Devrimi’nin devamı olarak konumlandıran tüm devrimci düşünce ve mücadele geleneğinin içinde yer almalı ve ondan beslenmelidir. Fanon’un deyimiyle, Lenin’i ve devrimin derslerini “esnetmeleri”, kendi zamanları ve bağlamları için yeniden şekillendirmeleri gerektiğini keşfeden sömürge karşıtı devrimciler, Walter Rodney, Amilcar Cabral, Samir Amin, Jose Carlos Mariategui, Antonio Gramsci, A.M Babu, Harry Haywood, Sam Moyo ve Rossana Rossanda gibi entelektüeller ve örgütçüler de buna dahildir. Bunlar, Çin, Vietnam, Gine Bissau, Angola, İrlanda Adası, Burkina Faso, Küba ve daha birçok ülkedeki mücadeleleri içermektedir. Bu düşünürleri ve hareketleri farklılıklarına rağmen birleştiren şey, devrimin gerekliliği, devletin ele geçirilmesi ve köylülerin, işçilerin, kadınların ve ulusal azınlıkların rolü hakkındaki bilgileridir. Lenin’in deyimiyle, böyle bir “ezilenler koalisyonu” gelişmeseydi Rus Devrimi’nin kendisi de imkansız olurdu.
Bu koalisyonların kendiliğinden var olduğu farzedilemez. Ortak mücadeleler, dayanışma eylemleri ve parti inşası içinde ve bu hareketler aracılığıyla oluşturulmalıdırlar. İklim Leninizmi, ekolojik, ekonomik ve siyasi öneme sahip konularda Yerli halklar, Küresel Kuzey’deki işçiler, küçük toprak sahibi çiftçiler ve çobanlar, kadınlar, ırksallaştırılmış topluluklar ve diğer ezilen ve sömürülen gruplar arasında koalisyonlar kurulmasını gerektirir.
İklim Leninizmi bize – birçok Marksist’in yaptığı gibi – Küresel Kuzey’in sanayileşmiş, sendikalı işçilerini fetişleştiremeyeceğimizi ya da Küresel Güney’in toprakları ve emeği üzerindeki etkilerini dikkate almadan ulusal yeşil dönüşüm programlarını takip edemeyeceğimizi hatırlatıyor. Kısa süre önce yayınlanan bir rapor, yerli direnişinin ABD ve Kanada’nın öngörülen yıllık emisyonlarının yüzde 25’ini engellediğini, bunun da yaklaşık dört yüz yeni kömürlü termik santrale eşdeğer olduğunu ortaya koydu. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 5’ini oluşturan Yerli halkların, dünyadaki biyolojik çeşitliliğin yüzde 80’ini koruduğu tahmin edilmektedir. Perulu Leninist Jose Carlos Mariategui, Yerli halkların mücadelelerini ve devrim için önemini çok iyi anlamıştı. Ona göre yerli halklar, maruz kaldıkları baskıları ve topraklarının çalınmasını yasal reformlar ya da ahlaki çağrılarla telafi edemezlerdi. Sadece Yerli halkların yaşadığı “pratik sosyalizm” tarafından yönlendirilen toprak ve gıda sistemlerinin toptan toplumsallaştırılması yeterli olacaktır.[31]
Benzer şekilde, Küresel Güney’deki küçük çiftçiler ve çobanlar, sanayileşmiş tarıma kıyasla çok daha düşük fosil yakıt girdileri ve karbon emisyonlarıyla ve yaşam biçimlerini, pratik ekolojik bilgilerini ve arazilerini yok etmeyi amaçlayan onlarca yıllık ekonomik müdahalelere rağmen, dünyadaki gıdanın yaklaşık üçte birini üretmektedir. Thomas Sankara küçük çiftçilerin devrimci rolünün farkındaydı. Sankara iktidara geldikten hemen sonra Ulusal Devrim Konseyi’nin kurulduğunu ilan etti ve köylülerle işçileri Halk Komiteleri kurmaya çağırdı. Bunların ilki Burkina Faso’nun başkentindeki yoksul mahallelerde ortaya çıktı ve daha sonra diğer şehirlere ve kırsal mahallelere yayıldı. Parti ile yerel demokratik örgütler arasında bir hesap verebilirlik ve ortak mücadele ilişkisi kuruldu. Bir geçiş diyalektiği oluşturuldu. Emperyalizm Yangınlarımızın ve Savanalarımızın Kundakçısıdır (Imperialism is the Arsonist of our Fires and Savannas) başlığını taşıyan konuşmasında Sankara, anti-emperyalist mücadele ile ekolojik mücadelenin nasıl bir ve aynı olduğunu gösteriyor. Sankara’nın hükümeti bir aydan biraz fazla bir süre içinde 35.000’den fazla köylüye ekonomi ve çevre yönetimi konularında temel kurslar verdi. Ayrıca, Sankara’nın Burkina Faso’su çölleşme tehdidini geri püskürtmek için milyonlarca ağaç dikti, başarılı bir aşılama ve okuma yazma kampanyasını yönetti ve tarımsal verimlilik ve sulamada büyük artışlar sağladı. Tüm bunlar mümkün oldu çünkü parti ve halk devrimci bir dönüşümü gerçekleştirmek için geniş bir ölçekte çalıştı.
İklim Leninizmi bugün bu mücadelelerden ilham almalıdır. Cochabamba Halk Sözleşmesi’ni imzalayanlara kulak vermeli ve La Via Campesina ve Brezilya Topraksız İşçi Hareketi gibi köylü hareketlerinden gelen ekonomik ve gıda egemenliği çağrılarının yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki Yerli ve sömürgeleştirilmiş halklardan gelen ulusal kendi kaderini tayin ve Toprağa Geri Dönüş çağrılarıyla dayanışma içinde olmalıdır. Bu tür mücadeleler ve sermayenin küresel iş bölümünden ayrılma talepleri, Küresel Kuzey ve Güney’de radikal bir anti-kapitalist iklim politikasının çıkış noktası olmalıdır. Max Ajl ve Keston Perry gibi düşünürleri takip eden İklim Leninizmi, iklim tazminatları ve teknoloji transferlerini enternasyonalizminin merkezine koymalıdır.
Yakın tarihli bir Agrarian South Network araştırma bülteninde Paris Yeros, dünyadaki anti-kapitalist hareketlerin yeni bir Bandung konferansı için mücadele etmesini önerdi. Bu, “yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında dünya sosyalist geçişini yeniden başlatmayı ve güçlendirmeyi” hedefleyen “köylülerin, işçilerin ve halkların uluslararası bir dayanışma cephesi” olabilir. Amaç, “hareketler ve partiler arasında sistematik bir diyalog çerçevesi oluşturmak ve gelişmekte olan mücadelelere ideolojik, siyasi ve lojistik destek sağlamak” olabilir.[32] Yeros iddialı bir şekilde, “Bandung’daki Afro-Asya konferansının 70. yıldönümünü anmak üzere”, 2025 yılında mevcut sosyalist partilerin, ulusal kurtuluş hareketlerinin, köylülerin, işçilerin, yerli ve diğer geleneksel halkların toplumsal hareketlerinin temsilcilerinin katılacağı uluslararası bir toplantı çağrısında bulunmaktadır.
Bu acil bir çağrıdır. Bu çağrı, parti inşası, anti-emperyalizm ve ezilenlerin küresel koalisyonu başlıkları sebebiyle devrimci geçişin İklim Leninist teorisini içeriyor. Bu çağrı, anti-emperyalistler için bir COP26 özelliği taşıyor. Biçim aynı – gezegensel geçişler, gezegensel özlemler –, fakat farklı ve devrimci bir içerikle.
[1]Karl Marx and Friedrich Engels, The German Ideology, originally published 1932. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1845/german-ideology/
[2]Karl Marx, “Critique of the Gotha Program,” originally published 1890-91, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1875/gotha/ch04.htm
[3]https://endnotes.org.uk/issues/1/en/endnotes-bring-out-your-dead
[4]https://www.bbc.co.uk/news/science-environment-59220687
[5]https://www.un.org/en/climatechange/cop26-day-7-sticking-points-and-nature-based-solutions
[6]https://www.gov.uk/government/news/uk-leads-45-governments-in-new-pledges-to-protect-nature
[7]https://www.reuters.com/business/cop/world-track-24c-global-warming-after-latest-pledges-analysts-2021-11-09/
[8]Christian Parenti, Tropic of Chaos, Bold Type Books, 2012, 226.
[9]“COP26: Activists deflate tyres on ‘luxury’ cars in Glasgow,” BBCNews, 12 November 2021, https://www.bbc.co.uk/news/uk-scotland-glasgow-west-59254298
[10]Parenti, Tropic of Chaos, 241.
[11]Parenti, C, A Left Defence of Carbon Dioxide Removal: The State Must be Forced to Deploy Civilization-Saving Technology, Has It Come to This? Editors: J.P Sapinski, Holly Jean Buck, Andreas Malm, pp. 130-143.
[12]“COP26: ‘Not blah blah blah’, UN Special Envoy Carney presents watershed private sector commitment for climate finance,” U.N. News, 3 November 2021, https://news.un.org/en/story/2021/11/1104812.
[13]Whitney Webb, “UN-backed banker alliance announces ‘green’ plan to transform the global financial system,” MROnline, 12 November 2021, https://mronline.org/2021/11/12/un-backed-banker-alliance-announces-green-plan-to-transform-the-global-financial-system/
[14]Holly Ellyatt, “Oil and gas will be in the global energy system ‘for decades,’ BP chief says,” CNBC, 15 November 2021, https://www.cnbc.com/2021/11/15/bp-committed-to-tackling-climate-change-ceo-says.html.
[15]https://www.eia.gov/todayinenergy/detail.php?id=41433.
[16]https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0959378020307512.
[17]Out of the Woods Collective. ‘The Uses of Disaster’. Commune, 22 October 2018.
https://communemag.com/the-uses-of-disaster/.
[18]ibid.
[19]ibid.
[20]ibid.
[21]Bkz: Derek Wall, Climate Strike: The Practical Politics of the Climate Crisis (The Merlin Press, 2020).
[22]https://www.marxistcentre.org.uk/basebuilding.
[23]https://theleftwind.org/2018/03/16/its-all-about-that-base-a-dossier-on-the-base-building-trend/
[24] https://philadelphiapartisan.com/2017/07/20/base-building-activist-networking-or-organizing-the-unorganized-tim-horras/
[25]https://regenerationmag.org/everyday-ruptures-putting-basebuilding-on-a-revolutionary-path/.
[26]https://spectrejournal.com/revolutionary-strategies-on-a-heated-earth/.
[27]Zetkin Collective, White Skin, Black Fuel: On the Danger of Fossil Fascism, Verso, 2021, p. xvii.
[28] https://us2.campaign-archive.com/?e=8dbc2f8aa5&u=7c733794100bcc7e083a163f0&id=9f7daf877f
[29]Bensaïd, Daniel. ‘“Leaps! Leaps! Leaps!”’, in Budgen, ed. Lenin Reloaded: Toward a Politics of Truth, Sic Vii: 07. Translated by Fernbach. Durham: Duke University Press, 2007. Pp. 148 – 163.
[30]Max Krahe, “For Sustainable Finance to Work, We Will Need Central Planning, Financial Times, 11 July 2021, https://www.ft.com/content/54237547-4e83-471c-8dd1-8a8dcebc0382.
[31]https://www.marxists.org/archive/mariateg/works/7-interpretive-essays/essay02.htm ve https://www.marxists.org/archive/mariateg/works/7-interpretive-essays/essay03.htm.
[32]http://www.agrariansouth.org/2021/10/21/elements-of-a-new-bandung-by-paris-yeros/, pp. 11-12.