Bu yazı, 26-27 Haziran 2021 tarihlerinde çevrimiçi olarak düzenlenen Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu’nun Madenciliğin Politik Ekolojisi başlıklı 2. oturumunda yapılan sunumun gözden geçirilmiş halidir. Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu’ndaki oturumların tamamını izlemek için youtube’daki oynatma listesine ulaşabilirsiniz.
Halk Sağlığı kavramını 1923 yılında Wislow “organize edilmiş toplum faaliyetleri sonunda, çevre sağlık koşullarını düzelterek, kişilere sağlık bilgisi vererek, bulaşıcı hastalıkları önleyerek, hastalıkların erken teşhis ve tedavisini yapacak bir sağlık örgütünü kurarak, toplumsal faaliyetleri her kişiye sağlığını sürdürebilecek bir yaşam düzeyi sağlayacak şekilde geliştirerek hastalıklardan korumayı, yaşam sürelerini uzatmayı, beden sağlığı ile çalışma gücünün artırılmasını sağlamayı amaçlayan bir bilim ve sanattır” diye tanımlamıştır.
Tanımda da görüldüğü gibi Halk Sağlığı biliminde temel ilke korumak olarak belirtilmiştir. Bu da risklerin önceden belirlenmesini, olası ise risklerin tamamen ortadan kaldırılmasını, değilse en aza indirilmesini gerektirmektedir. Elbette burada önemli olan risklerin kaçınılmaz olmasıdır.
Madencilik “yer kabuğunda bulunan cevher, endüstriyel hammadde, mineral, kömür ve taş gibi her türlü madenlerin yeraltı ve yerüstü işletme yöntemleri ile çıkarıp endüstriye kazandırma işlemidir” şeklinde tanımlanmaktadır.
Bu iki kavramı tanımladıktan sonra dikkat çekilmesi gereken nokta madenciliğin ve maden işletmeciliğinin doğaya ve insana en az zarar verecek şekilde ve ülke gereksinimlerini karşılayacak kadar yapılması zorunluluğudur. Ayrıca madenin çıkarılması ve işlenmesi toplumsal gereksinimler açısından bir şekilde zorunlu olmalıdır.
Bu noktadan hemen ülkemizin maden ihracat ve ithalat verilerine bir göz atmakta yarar bulunmaktadır. Şekil 1’de görüldüğü gibi, Maden Teknik Arama Enstitüsünün (MTA) verileriyle, grafikteki son değerlendirme yılı olan 2020 yılında yaklaşık 4 milyar dolarlık ithalat, 5 milyar dolarlık ise ihracat gerçekleştirilmiştir.
MTA verileriyle Türkiye 2018 yılında (daha güncel veriye ulaşılamamıştır) 15.715.119 ton endüstriyel hammadde, 8.170.675 ton doğal taş, 5.455.195 ton metalik cevher, 134.212 ton ise enerji hammaddesi ihraç etmiştir. Yani madenler çıkarılmış ancak ürüne dönüştürülmeden başka ülkelere cevher olarak satılmış ve satıştan 4,3 milyar dolar gelir elde edilmiştir. Yine 2018 yılında toplamda 54.686.542 ton cevher ithal edilip karşılığında yaklaşık 6,7 milyar dolar ödenmiştir.
Yukarıda vurgulamak istediğim de tam bu noktadır. Madencilik ve maden işletmeciliğinin çevresel ve toplumsal maliyetlerinin yüksekliği ve yeraltındaki miktarlarının tükenmesi söz konusu olması nedeniyle “toplumsal gereksinim düzeyinde madencilik işlevlerinin gerçekleştirilmesi” ilkesiyle hareket edilmelidir. Elbette süs ve yatırım amacıyla çıkarılan değerli taş ve madenlerin bu değerlendirme dışında tutulması ve çıkarılmaması gerekliğine vurgu yaparak.
Madenlerin çıkarılması sürecine dair madenler özelinde bazı değişiklikler olabilse de Şekil 2’de görüldüğü gibi genel bir akış şeması sunulabilir.
Bir bölgede maden varlığı araştırmalarla bulunduktan sonra ekonomik olarak çıkarılabilir olduğuna rezerv belirlemek amacıyla yapılan sondajlarla karar verilir. Bugüne kadar yapılan gözlemler sonucu bu aşamada bile ekosisteme zarar verildiği, yeraltı su varlıklarımızın kirlendiği saptanmıştır.
Rezervin uygunluğu sonrasında (elbette gerekli izinler alınmış, ÇED uygun kararı çıkmış olmalı) sıyırma işlemi adı verilen yüzeydeki tüm yeşil örtünün kaldırılarak ekosistemin yok edilmesi aşamasına geçilir. Ardından da akış şemasındaki sıra ile bitkisel toprak kaldırılıp ruhsat alanında belirlenen bölgeye taşınır. Sonrasında cevhere ulaşmak için pasa adı verilen içinde ya hiç ya da ekonomik düzeyde cevher olmayan ve adına pasa denilen toprak kitlesi çıkarılıp yine ayrılan alana yığılır. Sıra cevherin bulunduğu katmanlara gelmiştir ve cevher çıkarılıp işletme alanına taşınır ve buradaki tesislerde cevherden maden elde edilir.
Cevherin çıkarılıp işletme alanına taşınmasına kadar olan süreçte karşımıza çıkan en önemli çevresel riskler; toz oluşumu, gürültü kirliliği, hava ve su kirliliğidir.
Şekil 3’de görüldüğü gibi madencilik ve maden işletmeciliği süreçlerinde (sıyırma işlemi, yığılan pasalar ve işletme süreci) flora ve fauna tahribi, bölgedeki endemik canlıların zarar görmesi ve buna bağlı doğadaki tür çeşitliliği kayıpları ve sonuçta ekolojik döngülerin zarar görmesi ile ekosistemin çöküşü gündeme gelecektir. Aynı zamanda ortaya çıkan çevre kirliliğinin insanlar dahil canlılara verdiği zararlarla hem çevresel hem de toplumsal maliyet oluşacaktır. Türkiye ve benzeri ülkelerde var olan mevzuatta işletmelerin oluşturdukları çevresel ve toplumsal maliyetleri ödemedikleri görülmektedir. Bu da işletme maliyetlerini çok azaltarak bu tür faaliyetler açısından ülkemizi çekici kılmaktadır.
Maden işletmeleri ve taş ocakları özellikleri ve mevzuattaki yerleri nedeniyle 1. Sınıf Gayrisıhhi Müessese konumundadırlar. Bunun anlamı çevre ve sağlık açısından verdikleri zararlar en üst düzeyde olduğudur. Bu nedenle yerleşim alanları dışında konuşlandırılmalı ve tanımlanan yer seçimi kurallarına uygun olmalıdırlar.
Yer seçim kuralları dendiğinde ise bu tesislerin yaşam alanlarından uzakta, tarım alanları dışında, hakim rüzgarların tozu yaşam alanlarına ve tarım alanlarına taşıyamayacağı bir yerde olmalı ve etrafında koruma bandı bulunmalıdır. Bugün uygulanan mevzuat çerçevesinde koruma bandının maden işletmelerinde en az 50 metre olması gerekmektedir.
Resim 1’de İzmir ili Bornova ilçesi Naldöken mahallesinde bulunan çimento fabrikası (küçük daire içinde) ve hammaddenin bir bölümünün sağlandığı taşocakları (büyük daire içinde) görülmektedir. Fotoğraftan da anlaşılacağı gibi çevre mevzuatına göre 1. Sınıf gayri sıhhi işletmeler grubuna giren fabrika ve taş ocakları yukarıda belirtilen yer seçim kurallarına uygun olmamakla beraber ve tüm toplumsal itirazlara karşın, Anayasa’nın 17. Ve 56. Maddeleri ve çevre mevzuatı hiçe sayılarak çalışmasını sürdürmektedir.
Bu konuya değinmişken dikkat çekmek istediğim bir nokta da Türkiye’nin çimento üretiminde dünya sıralamasında ilk 5’te yer almasıdır. Çevresel maliyeti çok yüksek ancak ekonomik girdisi oldukça düşük bir üründe böyle bir noktada olmak elbette sevinilecek bir durum değildir.
Resim 2’de Bergama-Ovacık Altın Madeni İşletmesi yer almaktadır. Resimde 1. Sınıf tarım arazisi niteliğindeki Bergama ovası üzerine konuşlandırılmış işletme alanı görülmektedir. Bu fotoğraftaki 1 ve 2 numara ile gösterilenler ilk iki atık baraj gölünü (işletme süreleri dolup kapatılmış), 3 numara ise işletmenin ilk cevher alınan ve cevher bittikten sonra ise oluşan çukurun atık barajı olarak kullanıldığı noktayı göstermektedir. İşletmenin hemen yakınında ise Ovacık yerleşimi bulunmaktadır. Bu işletmede de yukarıda belirtilen çevre mevzuatı kurallarının uygulanmadığı görülmektedir.
Asit-maden drenajı:
Resim 2 ile ilişkilendirerek özellikle altın madenciliğinde sık karşılaştığımız “asit-maden drenajı” adı verilen olaydan bahsetmek gerekir. Özellikle ekonomik değeri olmayan ve pasa adı verilen küçük taneli toprak ve kayalar içindeki sülfitler süreç içinde ışık nem ve sıcaklığın etkisiyle sülfrik asite dönüşmektedir. Altın madeninin bulunduğu cevher alanlarında bileşikler halindeki arsenik, antimon, cıva, kurşun, demir, nikel, krom, kobalt, çinko vb. ağır metaller sülfrik asit etkisiyle serbestleşerek toprak ve su kirliliğine, buradan hareketle de gıda kirliliğine neden olurlar. Bergama-Ovacık’ta pasa dağlarının 1. Sınıf tarım arazilerinin üzerine konuşlandırıldığı ve bu tarım arazilerinin altında akifer adı verilen yeraltı su varlıklarının bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda durumun ne denli ciddi olduğu anlaşılacaktır. Bu yörede iki içme suyu kaynağı örneğinde ilgili mevzuatta verilen limitin 23-25 katı ve üç artezyen suyu örneğide ise 9-13 katı arsenik bulunmuştur. Bu değerler de toplumsal ve çevresel risklerin büyüklüğünü göstermek açısından çok önemlidir.
Kazalar:
Madencilik ve maden işletmeleri hem iş sağlığı ve güvenliği anlamında hem de çevresel risk oluşturmak anlamında büyük önem taşımaktadır. Maden işletmelerinin atıklarının toplandığı baraj göllerinde baraj seddinin yıkılması bu kazalar içinde en sık rastlanılan türdür. Resim 3’te bu tür bir kaza örneği sonucunda neler olabileceği görülmektedir. Literatür incelendiğinde dünyada çok sayıda kazanın gerçekleştiği görülmektedir.
Ülkemizde Kütahya Gümüşköy’de bulunan gümüş madeni işletmesinde de 7.5.2011 tarihinde benzer şekilde atık baraj gölü çökmesi olayı yaşanmıştır. Her ne kadar resmi makamların yaptıkları açıklamalar sürecin kontrol edildiği yönünde olsa da yöredeki içme sularında önemli düzeyde kirlenmenin olduğundan bahsedilmektedir.
Kültürel değerlerin yok edilmesi:
Resim 4’de Latmos dağının bir fotoğrafı yer almaktadır. Burada jeolojik açıdan korunması gereken çok ilginç şekillerde kayalar çok yaygın olarak bulunmaktadır. Bu kayaların bir bölümünün altında ise 12 bin yıl öncesine tarihlenen resimler bulunmaktadır. Bu bölgede giderek yaygınlaşan kuvars işletmeleri korunması gereken jeolojik yapıları yok ederken altlarındaki kaya resimlerinin de yok olma tehlikesi giderek artmaktadır.
Sağlık etkileri
Madencilik ve maden işletmeciliği faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sağlık etkilerini ekolojik yıkım ve çevre kirliliği başlıkları üzerinden değerlendirdiğimizde aşağıdaki sağlık sorunları sayılabilir.
Şekil 4’de ekolojik döngülerdeki çöküşün göç, sel, toprak kayması, kuraklık, beslenme bozuklukları ve bulaşıcı hastalıklara (su kaynaklı ve vektörlerle bulaşan) neden olabileceğini göstermektedir.
Hava Kirliliği:
Solunum sistemi hastalıklarının ortaya çıkmasında ve hastaların ölüm hızında artış, Amfizem, Kronik bronşit, KOAH (kronik obstrüktif akciğer kastalığı), Pnömokonyozlar, Kriptojenik fibrotik alveolitis (hastalığın etiyolojisinde çevresel toza maruz kalış önemli bir etken olarak kabul edilmektedir).
Gürültü kirliliği:
1. İşitsel etkiler: Uzun erimli gürültüye maruziyet sonucu önce işitme eşiğinde düşüklük ve izleyen bir sorun olarak da sağırlık
2. Fizyolojik etkiler: Kalp atım hızında artış (taşikardi), kan basıncında artış (hipertansiyon), uyku bozukluğu ve uykudan yeterince yararlanamama
3. Psikolojik etkiler: Sinirlilikten başlayıp kişilik bozukluklarına kadar varabilen sağlık sorunları
4. Performans etkileri: Dikkat toplamada güçlük, kazalarda artış, günlük iş veriminde azalma ve iş kazalarında artma
Silika:
Kum kaya ve mineral kayaçlarının yapısında yer alan temel unsur olup yer kabuğunda ikinci en sık bulunan mineraldir. Kristal silikaya (insan karsinojeni) maruz kalma sonucunda Silikozis, Kronik bronşit, bazı bağ doku hastalıkları, Akciğer kanseri gibi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.
Ağır Metaller:
Farklı sistem ve organ kanserleri, solunum ve dolaşım sistemi hastalıkları, Anemi, Tiroid bezi hastalıkları, karaciğer ve böbrek işlevlerinde bozukluklar, sinir sistemi hastalıkları, hipertansiyon, düşükler, düşük doğum ağırlıklı bebekler.
Sorunlar ve çözüm önerileri
– Birçok bilimsel çalışmada madencilik etkinlikleri sonucunda üç alıcı ortam olan hava, su ve toprağın kirletildiğini göstermektedir. Ortaya çıkan çevre kirliliği ise bu alanların yakın çevresinde yapılan tarımsal üretimi olumsuz etkilemekte ve besin döngüsü sonucunda gıdalarımız da kirlenmektedir.
– Madencilik ve maden işletmeciliği süreçlerinde verilen izinler ve yapılanların etkin biçimde denetlenmemesi nedeniyle “Sağlık hakkı”, “Sağlıklı çevrede yaşama hakkı”, “Temiz hava soluma hakkı”, “Yeterli ve sağlıklı gıda ve suya erişim hakkı” engellenmektedir.
– Madencilik ve maden işletmeciliği süreçlerinin sağlık etkilerinin değerlendirilebilmesinin en geçerli yollarından birisi de Sağlık Bakanlığı tarafından toplanan hastalık ve ölüm verilerinin uzmanlar tarafından değerlendirilmesidir. Bu değerlendirmenin yapılabilmesi için “Sağlık verilerine erişim” engellenmemelidir. Ancak bugüne kadar bu amaçla yapılan girişimlere olumlu karşılık verilmemiştir.
– Ekolojik yıkımlar doğanın bir parçası olan insanın da sağlığını etkilediği için; Halk Sağlığı uzmanları hem ÇED hazırlık sürecinde, hem de olay hukuksal ortama taşındığında bilirkişi olarak yer almalıdır.
– Madencilik ve maden işletmeciliği süreçlerinde oluşan çevre kirliliğinin yarattığı toplumsal maliyetin değerlendirilebilmesi için ÇED sürecine Sağlık Etki değerlendirmesi (SED) eklenmelidir.