Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, doğal gaz tesisleri ve nükleer santrallere yapılan yatırımları, “belirli koşullar altında iklim dostu” olarak sınıflandırmaya karar verdi. AB Komisyonu 3 Ocak) oturumunda yoğun eleştirilere ve başta Almanya olmak üzere çok sayıda birlik ülkesinin karşı çıkmasına rağmen, hazırlanan taslağı kabul etti. Yeşil Rehber’e alınan fosil gaz ve nükleer projeler 2035 yılına kadar düşük karbonlu, hidrojen gibi gazlara veya yenilenebilir kaynaklara geçmeleri halinde onay damgası alabilecek ve bu santrallere yapılan yatırımlar 2030 yılına kadar “sürdürülebilir” sayılacak.
Böylece Biden ile başlayan yeni nükleer dalga AB’de de onay görmüş oldu. Biden da iş başına gelir gelmez kırk “dünya lideri”ni sanal ortamda toplayarak “iklim zirvesi” yapmış ve küçük modüler nükleer reaktörlerin kullanımını desteklemek için Dışişleri Bakanlığının, 5,3 milyon dolarlık ilk yatırımla Küçük Modüler Reaktör Teknolojisinin Sorumlu Kullanımı için Temel Altyapı (FIRST) Programını başlattığını açıklamıştı.
Kuşkusuz bunların arasında The Guardian’ın çevreci yazarı George Monbiot’ un başını çektiği bir grup yazar, düşünür vb. nükleer enerjiyi savunan açıklamalarını da es geçmemek gerekiyor. “Atom enerjisi, sabit bir elektrik temel yükü sağladığından, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen çıktıyı dengelemek için büyük bir potansiyele sahiptir ve güç kaynağının toplam karbondan arındırılmasına yardımcı olur. Nükleer enerjiyle ilgili tehlikeler, çoğu zaman hurda biliminin yardımıyla çılgınca abartıldı.” [1]
ABD ve AB’nin bu adımları Türkiye gibi, nükleer enerji çalışmalanrını, uzun vadede nükleer silahlara sahip olmanın bir adımı olarak gören ülkeleri hiç kuşkusuz daha da cesaretlendirecektir. Hali hazırda 2023’te ilk reaktörünü açmak için işçilerin en vahşi koşullarda çalıştırarak çalışmaları hızlandırılan Akkuyu NES’in yanında iktidar ekonomik krize rağmen nükleer projelerden vazgeçmediğini açıklamıştı. İktidarın bu yaklaşımının yanında, elektrik fiyatlarına yapılan astronomik zamlara karşı sokağa çıkan halkın taleplerine rağmen “ana muhalefet” partileri de, bütün canlı yaşam üzerinde yarattığı riskin yanında elektriğin daha da pahalılaşmasına neden olacak Akkuyu ve nükleer projeler karşısında da iktidardan farklı bir programa sahip değil.
İklim krizi bahane edilerek yapılan bu nükleer hamleler, bizi bir kez daha “iklim krizi” üzerine yürüyen ideolojik tartışmalara götürmektedir. Bir kez daha belirtmek gerekiyor ki, iklim krizi –sadece- bilimsel bir konu değildir, hatta daha fazla ekonomik, politik ve ideolojik bir konudur. Bu alanda “bilimin izinden” gidemeyiz; çünkü özellikle BM IPCC Raporları, özellikle de “Politikacılar için özet” kısımları oldukça politik ve tamamen ideolojiktir. Öncelikle küresel iklim değişikliğinin iklim krizi olarak adlandırılması, iklim krizinin nedeni olarak da karbon emisyonları gibi nicel/soyutlamaya indirgenmesi ve çözüm için de “Büyük Geçiş”in fosil yakıt kullanımından “yenilenebilir enerjiye geçiş” olarak tanımlanması bilimsel değil ideolojik bir manipülasyondur. Gerek BM gerek Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi onlarca, yüzlerce emperyalist kapitalist sistemin kurum, STK, üniversite vb. tarafından yayınlanan raporların dillerine doladıkları bu söylemler, bizzat kendisinin neden olduğu ekolojik yıkımı ve onun görüngülerinden biri olan küresel iklim değişikliğinin toplumsal sonuçlarını, küresel emperyalist kapitalist sistemin regülasyonu için fırsata çevirmenin ideolojik dünyasını oluşturmaktadır.
Emperyalistlerin ve onların çatı örgütlerinden biri olan BM’nin nükleerciliği sadece iklim krizi üzerine üretilen söylemlerle sınırlı olmadığını da belirtmek gerekir. “İşin aslı… Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) daha en başından nükleer yanlısıydı. İlk başkanı İsveçli Bert Bolin, İsveç’in hidroelektrik ve nükleer enerji üzerine kurulmuş enerji politikalarında aktif rol oynuyordu… İkinci IPCC başkanı, Dünya Bankası’nda Amazon yağmur ormanlarında barajlar kurulmasını aktif olarak teşvik etmesiyle nam salmış bir araştırma direktörü olan Robert Watson, diğer herkes için nükleer enerjiyi destekliyordu. Üçüncü iklim değişikliği aktivisti Wolf Hafele adında bir Almandı. Yeni tip bir nükleer reaktörün –son derece pahalı olan hızlı üretken reaktörü tipinin- geliştirilmesinde de önemli rol oynamıştı.” [2]
Kuşkusuz bu gibi bilgiler ve belli sermaye gruplarının, nükleer ve fosil lobilerinin kendi çıkarları doğrultusunda nedenleri ve sonuçları ile çözüm yolları üzerine yaptıkları ideolojik ve politik manipülasyonlar iklim değişikliğinin bir realite olduğunu ve milyonlarca yoksul ve sayısız başka canlı türü için yokoluş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Fakat iklim krizi konusunda gerçek bir hareket yaratmak için uyanık olmak gerektiğini gösterir.
Kriz söylemi yaratılan aciliyet hissi üzerinden “yeşil yeni düzen”, “büyük geçiş”, “adil geçiş”, “enerjide dönüşüm”, “sürdürülebilir kalkınma” gibi söylemler ve politikalar, dünya nüfusunun %99’unu felaketler içinde yaşamak zorunda bırak kapitalist uygarlığın sürdürülebilirliğini sağlamanın yeni yol ve yöntemlerini içerdiğini unutmamak gerekiyor. Bu yüzden acil olarak kapitalizmden kurtulmak için örgütlenmek gerekir, çünkü egemenlerin iklim değişikliğini de bizim yaşadığımız felaketi/kıyameti de önemsedikleri yok. Onlar için tek bir kural vardır: Kar oranlarının değişim yasası!
Ekoloji hareketi, “iklim krizi” tartışmasını bu sınıfsal konumlanışlar, politik ekonomi ve ideolojik yaklaşımlar yokmuş gibi BM ve diğer emperyalist kurumların, STK’ların ideolojik kavram setleri ile sürdürme tuzağına düşmemelidir. Bu tuzağa düşmek hiç kuşkusuz denize düşenin yılana sarılması olacaktır. Fakat o sermaye yılanı yine bizi sokacaktır.
Ekolojist olmanın ilk biçimi nükleer karşıtı olmaktır. Dünyada oluşan gündem ekoloji hareketinin yeni nükleer dalgaya ve iklim krizi üzerinden egemenler tarafından dayatılan yanlış çözümlere karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. Türkiye açısından ise, sosyal demokrat ve sosyalist parti ve örgütlerin nükleer enerji konusundaki tavır alması sağlanmalıdır. Ekoloji hareketleri ve sol-sosyalist güçler, enerji konusunda sadece “kamulaştırma”yı değil, 2023’te açılsa bile Akkuyu NES’in kapatılacağını, bunun için mücadele edeceğini yüksek sesle dile getirmelidir. Elektrik zamları üzerinden yükselen halk tepkisi, Akkuyu NES başta olmak üzere nükleer projelere karşı da bir duyarlılığın gelişmesi için değerlendirilebilir.
[1] https://www.theguardian.com/environment/2015/sep/18/we-are-pro-nuclear-but-hinkley-c-must-be-scrapped
[2] Kıyamet Makinesi –Dünyanın En Pahalı Yakıtı Nükleer Enerjinin Ağır Bedeli, M. Cohen, A. McKillop, İletişim Yayınları, s.69