Merhaba;
Şu seçim gündemli günlerde kim okuyacak böylesine uzunca bir yazıyı; tam yirmi sayfa ? Üstelik de çok dipnotlu!
Evet, görüşlerini iletme zahmetine katlanan açıksözlü kimi dostlarım böyle söylüyor:
“- Bu denli uzun ve de çok dipnotlu bir yazıyı kimse okumaz be ya… Doğrusu, ben yalnızca şöyle bir göz gezdiriyorum…”
Kimbilir, belki de haklılar: Özellikle günümüz koşullarında çoğu kişinin böyle yazılara ayırabilecek ne zamanları ne istekler ne de enerjileri var. Büyük depremlerin yol açtığı yıkımların yanı sıra içinde bulunduğumuz şu genel seçim, adaylık vb tartışmalar -dedikodular”?-, ekonomik yetersizlikler çoğu kişiyi canından bezdirdi. “- Öyleyse senin derdin ne be meslektaşım?” dediğinizi duyar gibiyim. Söyleyeyim: Okuyan ya da okumayan, kimseye herhangi bir zarar verdiğimi düşünmüyorum. Olsa olsa kimilerini kızdırıyorumdur. Kızsınlar, derdim bu değil. Derdim, içinde bulunduğumuz şu suskunlukların, bezginliklerin giderek yaygınlaşıp kalıcılaşması. Daha da yaygınlaşmasın istiyorum. Sanırım “ormanlarımızın” da isteği bu.
Umarım işinize yarar.
Selamlarımla.
Yücel Çağlar
Yücel Çağlar’ın “Ormanlarımız ve Ormancılık Üzerine “Sessiz” Tartışmalar” makalesinin 1. bölümü için tıklayın.
2.Bölüm
- 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı Orman Kanunu’na “tüy dikilmiştir!”
“… Orman Kanunu’ndaki değişiklikler ile orman köylülerimiz ve vatandaşlarımız için pek çok sorun çözüme kavuşturulmuş, bununla birlikte ormanlarımız ve ormancılığımız için de önemli kazanımlar elde edilmiştir.”
(OGM, “Orman Kanunu Resmi Gazete’de”, 15 Nisan 2023)
7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın 20 maddesi değiştirildi; 3 ek madde ve 1 geçici madde getirildi(1). Görünüşe bakılırsa yasa önerisi ve gerekçeleri tümüyle OGM tarafından hazırlanmış. Yasa önerisinde kimi ormancılık işlemlerinin daha etkin yapılabilmesi, bu kapsamda başta orman yangınlarının ve zararların en aza indirilmesi olmak üzere “orman koruma” önlemlerinin pekiştirilmesi vb. ilk bakışta olumlanabilecek değişikliklerin yapılması hedeflenmiş sanki. Ancak anlaşılan OGM yöneticilerinin,
- 2019 yılında Ege ile 2021 yılında Akdeniz Bölgesi’nde çıkan ve son 80 yılda görülmedik denli büyük yıkımlara yol açan orman yangınlarını söndürmekte sergiledikleri “asrın başarısızlığından” gereken dersleri çıkaramamış;
- Özellikle 6831 sayılı yasanın ormancılığımızda, dolayısıyla “ormanlarımızda” yol açtığı yıkımları önlemek ve onarmak gibi bir “dertleri” olmamış.;
- Genel seçimlerde siyasal iktidarın, daha doğru bir söyleyişle Cumhurbaşkanı adayının “şirinliğinin” artırılmasına katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
OGM’nin web sitesinde 5 Nisan 2023 günü yer verilen şu görselin altında yapılan açıklamalar böyle olasılıkları da akla getiriyor çünkü.(2) Açıklamada yapılan değerlendirmeler şu başlıklar altında sunulmuş; olduğu gibi aktarıyorum:
ORMAN KÖYLÜMÜZE DESTEK
Sigortalı Olma Teşviki
Ormanlarımızın bakımında çalışan köylülerimizden sigortalı olanlara ek ödeme yapılacak.
Ucuz yakacak odun ve kereste(3)
Orman köylümüz yakacak odunlarını ve ihtiyaç duydukları keresteyi %70 daha ucuza alacak.
Mülkiyet sorunlarının çözümü
Kadastro ile 2/B çalışmaları eş zamanlı ve tek elden yapılacak. Ayrıca pek çok kadastro problemi çözüme kavuşturulacak.
Üretimden pay verilmesi
Ormanlarımızda üretilen emvalin satışından elde edilen kârın %10’u çalışan orman köylümüze verilecek.
Şehitlik
Orman yangınları ile mücadele sırasında hayatını kaybeden Orman Teşkilatı mensupları, kamu çalışanları ve gönüllüler şehit sayılacak.
ORMANCILIK FAALİYETLERİ DÜZENLEMELERİ
Ormancılık Faaliyetleri kapsamında kanunlaşan içeriklerden bazıları şu şekilde:
Orman yangınları ile mücadele
Fiili olarak 7/24 yürütülen orman yangınları ile mücadele çalışmaları yasal olarak tüm yıla yayılacak. Orman yangınlarına sebep olanlara verilecek cezalar arttırılacak.
Ormancılıkta dijitalleşme
Kesilecek ağaçların belirlenmesinden, nakledilmesine kadar tüm iş ve işlemler dijitalleşecek.
Ormanların daha etkin korunması
Ormanlık alana hafriyat, çöp vb dökmek orman suçu haline gelecek. İşgal neticesinde inşa edilen tesisler idare tarafından yıkılabilecek. Ormanda işlenen suçlara anında müdahale edilerek ormanlarımız daha etkin şekilde korunacak.
Bu vesileyle belirteyim: Ben “başkaları gibi” siyasal iktidardan 6831 sayılı yasadaki, sözgelimi;
- “Devlet ormanı” sayılan yerlerde, bu kapsamda “devlet ormanları sınırları içindeki tohum meşcereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, verimli orman alanları, orman parkları, endemik ve korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda maden aranması ve işletilmesi” için izin verilmesi;
- “Ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, hava ayrıştırma, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların; devlete ait sağlık, eğitim, adli hizmet ve spor tesisleri ile ceza infaz kurumlarının ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılması”;
- “Devlet ormanı” sayılan yerlerdeki maki ve “bozuk” –“düşük kapalılıkta– sayılan orman ekosistemlerinin özel meyve bahçeleri ile “odun tarlalarına” dönüştürülmesi;
- “Devlet ormanı” sayılan yerlerin içinde ve bitişiğinde bulunan yaylalardaki kaçak yapılaşmaların yasal duruma getirilmesi;
- Orman kadastrosu çalışmalarını 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca “kadastro ekiplerinin” de yapabilmesi;
- Kesilebilecek ağaçların dikili durumdayken ihalelerle satılması;
- Başta orman amenajman planlarının yapımı olmak üzere temel ormancılık çalışmalarının özelleştirilmesi
vb uygulamalara dayanak olan kuralları yürürlükten kaldıracak değişiklikler yapmasını beklemiyordum kuşkusuz. Tamam, pek hayalciyimdir ama o denli de değil… Ayrıca, yapılan açıklamada yer verilen
“…Orman Kanunu’ndaki değişiklikler ile orman köylülerimiz ve vatandaşlarımız için pek çok sorun çözüme kavuşturulmuş, bununla birlikte ormanlarımız ve ormancılığımız için de önemli kazanımlar elde edilmiştir.” savını, bağışlayın lütfen, “yiyebilecek” denli saf da sayılmam.
Şimdi 7442 sayılı yasayla, başta 6831 sayılı yasa olmak üzere ilgili yasalarda yapılan değişiklikleri “tartışabiliriz” sanırım.
1- 6831 sayılı yasanın “Ormanların muhafazası” başlığı altında yer verilen 14. maddesi, “devlet ormanlarına” –neden yalnızca “devlet ormanlarına”?- zarar verebileceği düşünülen eylemler sayılmıştır. 7442 sayılı yasayla bunlara bir de “F” bendi olarak
“Nakil vasıtaları ile ormanlara yıkıntı veya inşaat artığı atmak” da eklenmiştir. Bu tam anlamıyla göstermelik düzenleme ile,
- 6831 sayılı yasanın 16. maddesindeki, ağaçlandırmaya uygun duruma getirilmesi (!) amacıyla da olsa belediyelere, yanı sıra, gerçek ve tüzel kişilere bedeli karşılığında izin verilebilmesi,
- 126 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2. maddesinin 13. bendindeki “Afet alanlarından çıkan yıkıntı atıklarının dökümü çevrenin korunmasına ilişkin önlemler alınmak kaydıyla ilgili valilikçe belirlenen alanlara…” yapılması yapılır.”
kuralları nasıl bağdaştırılabilecek?
2- 6831 sayılı yasanın 16. maddesindeki “Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile madencilik faaliyeti için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve altyapı tesisleri…” için izin verilebilecek yerler kapsamına “verimli orman alanları”(4) ile “orman parkları” da alındı; sanki daha önce izin verilmiyormuş gibi… Ne yasanın en son 2010 yılında değiştirilen 16. maddesinde ne de Orman Kanununun 16 ncı Maddesinin Uygulama Yönetmeliği’nde “verimli/verimsiz orman” ayrımı yapılıyordu. Anlaşılıyor ki, 16. Madde ile Yönetmeliğin uygulanması sürecinde namuslu yöneticiler “verimli orman” sayılan yerlerde madencilik yapılmaması için özen gösteriyor, belki de engellemeye kalkışıyordu (!) Artık bunu da yapamayacaklar. 7442 sayılı yasayla yapılan değişiklikle “yol” madencilerin ayaklarına takılabilecek bu türden engellemelerden de tümüyle temizlenmiştir çünkü.
Öte yandan, 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın 16. maddesine göre madencilik etkinliklerine izin verilebilecek yerler arasında “orman parkları”(5) da sayılmıştır. OGM’nin genel olarak benim de olumladığım bu uygulamasıyla en azından ödeme gücü olan yurttaşlarımız söz konusu yerlerden yararlanabiliyordu. 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın 16. maddesi yapılan değişiklikle bu gibi yerlerde de madencilik etkinliklerine izin verme uygulaması sürdürülmüştür. “İnsafınız kurusun”; başka ne söyleyebilirim ki?
3- 2010 yılında
“Madencilik faaliyetlerinin sona ermesi neticesinde idareye teslim edilen veya terk edilen doğal yapısı bozulmuş orman alanları rehabilite edilir. Rehabilite maksadı ile bu alanların orman yetiştirilmek üzere inşaat, yıkıntı ve hafriyat atıkları ile doldurularak ağaçlandırmaya hazır hale getirilmesi için büyükşehir mücavir alanlarında…”
yalnızca “büyükşehir belediyelerine, diğer yerlerde ise il ve ilçe belediyelerine bedeli karşılığında izin” verme olanağı getirilmişti. İlginçtir, bu düzenlemenin yol açabileceği ekolojik sorunlar da kamuoyunda gerektiğince tartışılmamıştı: Oysa madencilik etkinlikleriyle özel yapısal özelliklere sahip olan orman toprağı tümüyle kaldırılabiliyor. Oluşan çukurların “inşaat, yıkıntı ve hafriyat atıkları ile doldurularak ağaçlandırmaya hazır hale getirilebilmesi” olanaksız olmasa da, öncelikle ekolojik olarak son derece güçtür. Bu güçlük taşınacak “inşaat, yıkıntı ve hafriyat atıklarının” fiziksel ve kimyasal özelliklerinin yanı sıra “doldurma” işleminin gerektiğince yapılıp yapılmamasına bağlı olarak da- ha da artıp, olanaksızlığa dönüşebiliyor. Uygulama, artık belediyelere “bedeli karşılığında” izin verilmesinin yanı sıra “ihale” yöntemiyle de yaptırılabilecek. Bu uygulamanın sonucu ne olabilir; sözgelimi, bu düzenleme kayırmacı siyasal iktidarlarca nasıl kullanılabilir sizce? Bence orman ve maki ekosistemlerimizi parası olan daha çok kirletecektir; başka bir söyleyişle, böylesi alanlarda da “parası olan düdüğü kafasına göre çalabilecektir.”
Öte yandan, Sayıştay “Orman Genel Müdürlüğü’nün Denetim Raporlarında” sürekli olarak “rehabilitasyon” çalışmalarının gerektiğince yapılmadığını belirtiliyor. Örneğin:
“Mevzuatta yer alan rehabilitasyona ilişkin hükümlerin etkin bir şekilde uygulanmamasından ötürü yıllardır orman arazileri üzerinde rehabilitesi (çevre ile uyum çalışması) hiç yapılmamış veya kısmen yapılmış maden alanları bulunmaktadır… Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü muhasebe birimi hesabına yatırılan çevre ile uyum bedelinin (teminatın) şimdiye kadar Orman Genel Müdürlüğü tarafından anılan kurumdan talep edilmemesi de mevzuata uygun görülmemektedir.” (Kaynak: TC Sayıştay Başkanlığı Orman Genel Müdürlüğü 2021 Yılı Sayıştay Denetim Raporu, Eylül 2022, Ankara, Sayfa 21)
OGM ise, öncelikle “rehabilitasyon” çalışmalarının gerektiğince yapılması için çaba göstereceğine, üç-beş kuruş daha fazla kazanmak için böyle bir uygulamayı sürdürüyor; “ört ki ölem”!
4- Birisi kalkıp da “- Cumhuriyet dönemi ormancılığının en övünç verici başarımlarından biri nedir?” diye sorsa, duraksamaksızın;
“ –‘Devlet ormanı” sayılan yerlerin içinde ya da bitişiğinde yaşayan, çok uzun zamandır da “orman köylüsü” olarak anılan görece daha yoksul yurttaşlarımızın yaşama koşullarını dert edinmesidir!”
yanıtını verirdim. Bu uygulama o yurttaşlarımızın, deyim yerindeyse “kara kaşı gözü” için yapılmıyordu; daha çok “orman” sayılan yerler ile buralardaki orman ekosistemlerinin korunmasıydı. Gerçekten; henüz 1920 yılındayken 39 sayılı Baltalık Kanunu ile 1924 yılında 484 sayılı Devlet Ormanlarından Köylülerin İntifa Hakkı Kanunu çıkarılmış; 1937 yılında çıkarılan geniş kapsamlı 3116 ve 1956 yılında çıkarılan 6831 sayılı Orman Kanunları ile Anayasalarımızda bu yurttaşlarımıza yönelik çok sayıda kurallara yer verilmiş; ilgili bakanlıklarda özel birimler oluşturulmuş, azımsanmayacak boyutlarda kaynak aktarılmıştır. Artık giderek “orman köylüsü popülizmine” dönüşen bu çabaların “ormanlarımıza” yanı sıra, ormancılığımıza “getirileri” ile “götürülerinin” ne olduğunun sorgulanması gerektiğini düşünüyordum. Ancak 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın konuyla ilgili 31, 33 ile
34. maddeleri ile 6292 sayılı “Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve…” Kanunu’nun 10. maddesinde yapılan değişiklikleri, sözgelimi, Anayasanın 170. maddesindeki kuralların yaşama geçirilmesinin yine “bir başka bahara kaldığını” düşünüyorum. Peki şaşırdım mı; kesinlikle hayır, hiç şaşırmadım. OGM bu düzenlemesiyle de bir kez daha “asil azmaz, bal kokmaz, kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır” atasözünün ne denli gerçekçi olduğunu açıklıkla ortaya koydu çünkü. Neydi o “Orman köylüsünün korunması” başlıklı 170. maddesindeki kurallar, anımsadınız mı? Anımsatayım:
“Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirler (in)…” alınması;
“… bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına” çıkarılması…”;
“…orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi…”; “…anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi…”;
“… bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı tedbirler…” alması;
“…Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler(in), Devlet ormanı olarak derhal…” ağaçlandırılması…”
Bu kurallar, Anayasanın yürürlüğe girdiği 1982 yılından bu yana hiçbir siyasal iktidar tarafından yaşama geçirilmemiştir. 7442 sayılı yasayla gerek 6831 gerekse 6292 sayılı yasanın söz konusu maddelerinde yapılan değişiklikler kapsamında da bu doğrultuda herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Böyleyken, sözgelimi, “orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın varlık gerekçesi
“Orman köylüsünün yaşam koşullarını iyileştirmek, ekonomik ve sosyal yönden kalkınmalarını sağlamak…”
olarak açıklanan OR-KOOP (Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliği) vb örgütler bile bu doğrultuda etkin bir çaba içinde olmamış ya da olamamıştır.(6)
Devlet orman işletmelerinin vahidi fiyat düzeniyle –bir tür parça başına götürü bedel ödeme – yaptırdığı ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerinde onlarca yıldır gerçekten de “çağdışı” sayılabilecek ilişkiler yaşanıyor. Örneğin, bu bedel ödeme düzeninde
- İşi yapanların – işi “üstlenenlerin”- grevli, toplu sözleşmeli sendikalarda örgütlenmesi olanaksızlaşıyor; toplumsal güvence haklarından yoksun kalması kısıtlanıyor;
- Özellikle ağaç kesme, tomruklama ve taşıma çalışmaları sırasında orman ekosistemlerine onarılamayacak zararlar verilebiliyor.
Yapılması gereken bu düzenin değiştirilmesidir; benzetmek yerindeyse “ulufe dağıtırcasına” ödemeler yapılması değildir. Üstelik böylesi ödemeler çoğunlukla söz konusu işleri yapanların eline geçmiyor.
Kısacası, 7442 sayılı yasayla 6831 ile 6292 sayılı yasaların söz konusu maddelerinde yapılan düzenlemelerle, özellikle ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerini vahidi fiyat düzeniyle üstlenen “orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın temel sorunlarına hiçbir çözüm getirilmemiştir. Ayrıca,
OGM’nin web sitesinde “Orman köylüsüne destek” söylemi altında yer verilen
“Ormanlarımızda üretilen emvalin satışından elde edilen kârın %10’u çalışan orman köylümüze verilecek.”
açıklamasının da gerçekle herhangi bir ilişkisi yoktur; üstüne üstlük uygulanabilir de değildir. Sözgelimi; %10’u ödenecek “kâr”, işin yapıldığı orman işletmesinin mi yoksa OGM’nin “kârı”mıdır? Orman işletmelerinin ise çoğu zarar ediyor. Söz konusu uygulama bu işletmelerde nasıl yapılacaktır?
Bence bu düzenleme, OGM’nin, deyim yerindeyse “topu taca atma çabasıdır”! Yiyenler, yiyebilir ama ben yemiyorum.
5- 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 19, deyimin tam anlamıyla “minareye kılıf hazırlama” düzenlemesidir. Bu artık hiç de yadırganacak bir durum değildir. Şimdi yadırganacak olan ise OGM’nin de bu sürece katkıda bulunma çabasıdır. Durum özetle şöyle(7): Kocaeli’nin Kartepe ilçesindeki “turistik” Nusretiye Mahallesi’nde 1993 yılında orman kadastro çalışması yapılmış. Orman kadastro komisyonu söz konusu yerin yangın sonucu ormansızlaştığından ve böyle yerlerde “2B” uygulaması yapılmayacağından hareketle hukuksal olarak “orman” sayılması gereken yerlerden olduğu kararını vermiş ve karar kesinleşmiştir. Ancak 7442 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 19’a göre
“Kocaeli ili, Kartepe ilçesi, Nusretiye Mahallesinde 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybettiği belirlenen alanlarda bu Kanunun 2 nci maddesi (B) bendi uygulaması yeniden yapılır. Yapılacak uygulamada sınırları Orman Genel Müdürlüğünce tespit edilemeyen yanan orman alanlarına ilişkin değerlendirme yapılmaz.
Bu maddeye göre yapılacak kadastro çalışmaları ikinci kadastro sayılmaz.”
Neden sayılmazmış; deyim yerindeyse “bal gibi sayılır”! Orman Genel Müdürü’nün açıklamasına göreyse;
“…yapılan incelemede ne vatandaşlardan alınan bir bilgi ne de yazı kayıtlara geçmiş, burada orman yangını olduğuna dair hiçbir kayıt yok bilgi de yok… Yapılan araştırmada yazılı, sözlü hiç böyle bir bilgi olmadığı için bu köyde 2 -B çalışmasının yapılabilmesiyle ilgili bir düzenleme bu. Yani gidilip komisyon görevlendirilecek ve 2 -B tespiti yapılacak her köyde olduğu gibi…”
Görüşmelere katılan OMO (TMMOB Orman Mühendisleri Odası) Genel Başkanı da şöyle buyurmuş (!):
“… o zamanki Kadastro Komisyonumuzun mahalli bilirkişinin beyanı üzerinden yapmış olduğu hatalı bir işlemin ceremesini ödüyor vatandaş.”
Bu bağlamda Orman Genel Müdürü ile OMO Genel Başkanı’nın gözleri yaşartacak denli “vatandaş sevgisi” örneğicaçıklamalarının yanı sıra
- Nusretiye’de ve çevresinde arazi değerinin son derece yüksek olduğunun;
- 1993’te OGM de onayladığına göre orman kadastrosu iş ve işlemlerinde herhangi bir eksik- lik ya da yanlışlık bulunmadığının;
- 6831 sayılı yasanın 11. maddesi gereği olarak ne OGM’nin ne de yöre halkının süresi içinde komisyon kararına itiraz etmediğinin;
- Orman kadastro komisyonundaki bilirkişinin “burada orman yangını olmuştur” açıklamasının yanı sıra OGM’nin yöredeki orman yangınlarıyla ilgili kayıtlarının dikkate alınmadığının da,
anımsanması gerekiyor. Peki anımsanmış mıdır; hayır: Ne Orman Genel Müdürü ne OMO Genel Başkanı ne de muhalefet milletvekilleri bu gereği yerine getirmiştir. Öyle ki, TOD’un yasa önerisine ilişkin basın açıklamasında bile bu gerçekliklere herhangi bir gönderme yapılmamıştır.
Kısacası, 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 19;
- Kocaeli’nin Kartepe ilçesindeki Nusretiye Mahallesi’ndeki doğrudan ya da dolaylı işgalcilerin işgallerinin yasallaşmasına, yanı sıra,
- “Emsal olarak” örnek alınabileceğinden özellikle arazi değerinin yüksek olduğu başka yörelerde de kesinleşmiş kadastro kararlarıyla hukuksal olarak “orman” sayılmış yerlerin hukuksal olarak “orman” sayılmaması için baskılara
yol açabilecektir
6- 7442 sayılı yasanın Ek Madde 20’ye ilişkin gerekçesine belirtildiğine göre ülkemizde
“Sakarya, Trabzon, Kocaeli, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere yaklaşık 47 ilde 800 adet hususi orman mevcut olup alanı 25.400 hektardır. Bu ormanların 15.000 maliki bulunmaktadır ve yaklaşık 15.000 parsele bölündüğü tahmin edilmektedir…”(8)
Başta Denizli’nin Çal ilçesindekiler dışında bu “ormanların” neredeyse tümü doğal olarak oluşmuş; çeşitli tarihlerde de çeşitli yol ve yöntemlerle “mülk edinilmiştir.” “Mülk edinilmiş” de olsa bu “ormanların” geniş anlamda kamusal oluşumlar olarak değerlendirilmesi gerekir.
- Anayasanın 169. Maddesindeki “Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.” kuralı ile
- 6831 sayılı yasanın “hususi ormanlara” ilişkim 50-54. maddeleri
bile, en azından başlangıçta, bu gerek göz önünde bulundurularak düzenlenmiştir. 7442 sayılı yasa önerisini, bu kapsamda 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 20’yi hazırlayanların bu gereği yerine getirmek gibi bir “derdinin” olmadığı anlaşılıyor.
Öte yandan, 6831 sayılı yasanın 1987 yılında yeniden düzenlenen 52. maddesine göre;
“Ekim ve dikim suretiyle meydana getirilen hususi ormanlar hariç, hususi ormanlar 500 hektardan küçük parçalar teşkil edecek şekilde parçalanıp başkalarına temlik ve mirasçılar arasında ifrazen taksim edilemez.
Ancak, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerdeki hususi orman alanlarında bu Kanunun 17 nci maddesine göre izin almak ve yatay alanın yüzde altısını (% 6) geçmemek üzere imar planlamasına uygun inşaat yapılabilir. İnşaatların yapılmasında orman alanlarının tabii vasıflarının korunmasına özen gösterilir.
7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 20’ye göre ise
“… tesis edilen ve tapuda halen farklı malikler adına kayıtlı olan hususi ormanlar; orman bölge müdürlüğünün talebi ile Orman Genel Müdürlüğünce görevlendirilen orman kadastro komisyonlarınca… parsel bazında yeniden değerlendirilir. Bu parseller üzerinde evvelce hususi orman olarak sınırlandırılan alanlar, farklı malikler adına kayıtlı ve üç hektardan küçük ise orman sayılmayan yer, üç hektar veya daha büyük ise hususi orman olarak yeniden sınırlandırılarak 10 uncu maddeye göre ilan edilir…”
Bu, bence tam da “Eyvah eyvah…” denebilecek bir düzenlemedir! Düşünebiliyor musunuz; OGM, kendisinin bile kaç parsele bölünmüş olduğunu bilemediği ancak “tahmin edebildiği” özel “ormanların” yapılaşmasına yeni boyutlar kazandırabilecek bir düzenlemeyi gündeme getirebiliyor! Dahası, özel orman sahiplerine ya da mirasçılarına bir de yol gösterebiliyor: Diyor ki,
“- Eyyy orman sahipleri ormanınızı 3 hektardan küçük parsellere bölün ki, biz de o parselleri 6831 sayılı yasanın 1. Maddesinin “G” bendi uyarınca hukuksal olarak orman saymayalım; siz de oraları arsa olarak değerlendirin!”
Ek olarak belirteyim: Ek Madde 20’de parselleme için herhangi bir tarihsel sınır bile getirilmemiştir. OGM hiç olmazsa bunu akıl edebilseydi! Edememiş, daha doğrusu etmemiştir; böyle bir derdi olmamıştır çünkü. Yasa önerisinin Ek Madde 20’ye ilişkin gerekçesinde belirtildiğine göre;
“Düzenleme ile hususi orman statüsüne alınmaması gerekirken orman kadastrosu çalışmaları sonucunda hususi orman olarak sınırlandırılan veya hükmen hususi orman statüsüne kavuşan taşınmazların orman kadastro komisyonları marifetiyle yeniden incelenmesi neticesinde yaklaşık 12.000 kişinin mağduriyetinin giderilmesi sağlanacak olup, önemli bir ormancılık sorunu giderilerek ülke ekonomisine değer kazandırılması hedeflenmektedir.”
İşte OGM’nin derdi budur!
Çok merak ediyorum; “mağduriyeti giderilecek” olan 12 bin kişi arasında kimler var acaba? Söyleyeyim, ben yokum; peki siz var mısınız?
7- Belki anımsarsınız: 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4. maddesinin üçüncü fıkrası 2005 yılında değiştirilerek
“Çalışma alanında orman bulunması ve 6831 sayılı Orman Kanununa göre orman kadastrosuna başlanılmamış olması halinde, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti kadastro ekibi tarafından yapılır.”
kuralı getirilmişti. Böylece, hukuksal olarak “orman” sayılabilecek yerlerin sınırlarının belirlenmesi çalışmalarının ormancılık bilgisinin gerekleri doğrultusunda yapılabilmesi büyük ölçüde rastlantılara bırakılmıştı. OGM ya da 7442 sayılı yasa önerisini hazırlayanlar, 3402 sayılı yasanın 4. maddesinin üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırmak yerine durumu pekiştirilerek kalıcılaştırmak amacıyla 3402 sayılı yasaya da Ek Madde 7’yi getirmiştir.
8- 7442 sayılı yasayla 2012 yılında Anayasanın 170. maddesine çeşitli yönlerden aykırı olan 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi… Hakkında Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasına da aşağıdaki cümleler eklenmiştir.
“Orman köylülerinden ormancılık faaliyetlerinde vahidi fiyatla çalışanlara kendi mülki hudutları içerisinde istihsali yapılan oduna dayalı orman ürünlerinin satış gelirlerinden üretim giderleri düşüldükten sonra kalan tutarın yüzde onuna kadarı ayni veya nakdi olarak dağıtılır…”
Bu düzenleme uygulamada çeşitli sorunlara yol açabilecektir:
- Hangi “ormancılık faaliyetlerinde” vahidi fiyatla çalışanlara mı ödeme yapılacak;
- Söz konusu ödeme neden yalnızca vahidi fiyatla çalışanlara yapılacak;
- Ödemeye hak kazanabilmek için gereken çalışma süresi nedir;
- Ödenecek miktar neden yalnızca “oduna dayalı orman ürünlerinin satış gelirleri” üzerinden hesaplanacak;
- “Oduna dayalı orman ürünlerinin” hangi yöntemle –“açık artırmalı”, “tahsisli”, “pazarlık” vb– yapılacak satışlardan elde edilecek gelirleri temel alınacaktır?
Bu sorular OGM’nin hazırlayacağı genelgede –“tamimde”- ya da bildirgede de –“tebliğde”- yanıtlanabilir kuşkusuz. Ancak, düzenlemenin uygulamada bitmez tükenmez anlaşmazlıklara yol açabileceği açıktır.
Anlaşılan siyasal iktidar ya da OGM, Anayasanın söz konusu maddesindeki zorlu kurallarını yerine getirmek yerine, tam da seçimler öncesinde yine işin kolayına kaçmıştır. Oysa, en son 2020 yılında yeniden düzenlenen Orman Köylülerinin Kalkındırılmalarının Desteklenmesi Faaliyetlerine İlişkin Yönetmelik ile 6831 sayılı yasanın 7442 sayılı yasayla büyük ölçüde yeniden düzenlenen ve uygulanması 5 Ekim 2023’e ertelenen 34. maddesinde de benzer amaçlarla kullanılabilecek düzenlemelere yer verilmiştir.(9)
9- 7442 sayılı yasayla kimileri ormancılık yönünden olumlanabilecek düzenlemeler de yapılmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır:
- Gerektiğince caydırıcı olmasa da “orman suçu” sayılabilecek eylemlerde bulunanlara verilebilecek para cezaları “güncellenmiştir”.
- Orman yangınlarının daha çok söndürme önlemlerinin alınacağı “yangın mevsimi” dönemi kaldırılmış, önlemlerin tüm yıla yaygınlaştırılması kuralı getirilmiştir!
- Bilerek orman yangını çıkaranlara ilişkin “suçun” kapsamı, bir de
“Suçun, yangına müdahalenin geciktirilmesi veya yangının söndürülmesinin zorlaştırılması amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak yer, zaman veya şartlarda işlenmesi halinde faile verilecek ceza yarı oranında artırılır.” kuralı getirilerek genişletilmiştir!
- 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1. maddesinde değişiklik yapılarak yasanın amacına
“… orman yangınlarını söndürme çalışmalarında fiilen görevli olanlar ile yetkililerce kendilerine bu kapsamda görev verilen kamu görevlileri ve gönüllüler bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya engelli hâle gelmeleri hâlinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları hâlinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesi…” de eklenmiştir. Ayrıca, bu yasanın 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında
ı) Orman yangınlarını söndürme çalışmalarında Orman Genel Müdürlüğü tarafından fiilen görevlendirilen personel ve gönüllüler ile bu kapsamda görev verilen diğer kamu görevlileri…” de sayılmıştır. Ayrıca, yasaya Geçici Madde 5 eklenerek orman yangınlarıyla mücadele” çalışmalarında görevlendirilen “gönüllülere” de belirli durumlarda tazminat ödenmesi sağlanmıştır.
***
6831 sayılı yasada 7441 sayılı yasayla yapılan bu değişiklikler son değildir. Böyle giderse 6831 sayılı yasada daha pek çok değişiklik yapılabilecektir. Yine “böyle giderse”, yapılabilecek değişikliklerin geniş anlamda kamusal yararı en çoklayabilecek doğrultuda olması, deyim yerindeyse “balığın kavağa çıkması” denli olanaksızdır; en iyimser söylemle de rastlantısaldır.
Yineleme pahasına bir kez daha söylüyorum: Ülkemizdeki egemen sınıflar,
- Kolaycıdır –“beleşçidir”?-, fırsatçıdır, kapkaççıdır;
- Devleti işine geldiği gibi örgütleyebilmiştir;
- Kamusal varsıllıklar ile hizmet alanlarını tüketme pahasına kullanabilmede uzmanlaşmıştır;
- Hiçbir zaman demokrat olamamıştır; gerek gördüklerinde her türlü baskıcı yöntemi uygulayabilecek siyasal iktidarların açık ya da gizli destekçisi olabilmiş; siyasal kültürü ve kurumları bu doğrultuda biçimlendirmiştir;
- Özellikle 1940’dan sonra yabancı sermayeyle de işbirliği yaparak doğal süreç, ortam ve varlıkları, bu kapsamda “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki her türlü varsıllık ile insanlarının emeğini olabildiğince kolay yoldan sömürme çabası içinde olmuştur;
Ülkemizde de her alanda uzunca bir zamandır, özellikle de 2000’li yıllarda egemen olan yaklaşım sizce de aşağıdaki görsellerin yansıttığı gibi değil midir?
Buna karşılık, bu düzene “muhalefet etmesi” gerekenlerin –“beklenenlerin”?-
- çoğunluğu, sudaki balıklar örneği içinde yaşadıkları bu toplumsal ve siyasal düzeneklerin – “mekanizmaların”- ayırdına varamamış;
- kimileri bu düzeneklere canları pahasına direnmeyi göze alabilmiş ancak çeşitli nedenlerle gerektiğince etkili olamamış;
- kimileri deyimin tam anlamıyla “arazi olmayı” yeğlemiş;
- kimileri de gerektiğince bilgilenmek yerine internetten derlediği son derece yüzeysel bilgilerle yetinip ahkam kesmeyi yeterli görmüştür.
Bu nedenledir ki, genel olarak ormancılığımızda olup bitenlere de “fena halde” kızıyor ama artık hiç şaşırmıyorum.
Adım gibi biliyorum; buraya değin gelebilmiş kimi okurlar
“- Tüm bunların 6831 sayılı yasayla, “ormanlar” ve ormancılıkla, son olarak da 7442 sayılı ya- sayla yapılan düzenlemelerle ne ilgisi var?”
diyebilecektir. Aşılması gereken birisi de bu türden düşüncelerdir. “- Peki, aşılabilir mi?” derseniz, evet, zor da olsa kesinlikle aşılabilir bence.
Artık yapılması gereken…
“Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa aslolan dünyayı değiştirmektir.”
“Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa aslolan dünyayı değiştirmektir.”
(Karl Marks, 1845, “Feuerbach Üzerine Tezler”)
Karl Marks’a kesinlikle katılıyorum ve diyorum ki; artık ülkemizdeki ormancılık düzeninin de tümüyle değiştirilmesi gerekiyor. Ülkemizdeki felsefecileri bilmiyorum ama teknokratların, bilim insanlarının çoğunun yaptığı olup bitenleri sergilemek, yanı sıra, yorumlamaktan öteye geçemiyor ne yazık ki. Sergileme çabalarını anlayabiliyorum da yorumlar nasıl, daha doğrusu neye göre yapılabiliyorlar acaba? Yorumlama, bir durumu herhangi bir görüşten, anlayıştan –“bakış açısından”- hareketle yapılan bilgi –“haber” değil!- temelli bir açıklama eylemidir çünkü. Bu eylemin doğru ya da en azından yorumlayanın amaçladığı biçimde anlaşılabilmesi için hareket edilen görüşün, anlayışın göz önünde bulundurulması gerekiyor. Ne var ki çoğu yorum çabasında bu gereğin yerine getirilmesine katkıda bulunabilecek bir açıklık yapılmıyor.
Öte yandan; “sorun” sayılan oluşumlar çoğu durumda ancak “yumurta kapıya dayanınca”, çoğunlukla da sergilemek ya da sorumlusunu eleştirmek için gündeme alınıyor. Peki alınıp da ne yapılıyor? Çoğunlukla ya kızılıyor ya da övülüyor yahut nesnel – “bilimsel” – davranma “ayağına”, deyim yerindeyse “ne şiş ne de kebap yansın” vb havalara giriliyor. Kimi okurlar kızacak ama yine çok açık olarak söyleyeceğim: Çoğunluğu gerektiğince bilgili değil, dolayısıyla uygun çözümleme yöntem ve tekniklerden yararlanma ve öngörebilme yetisinden yoksun çünkü. Bu nedenle de, benzetmek gibi olmasın, Portekizli yazar Jose Saramago’nun “Körlük” başlıklı ünlü romanında betimlediği türden “bembeyaz” bir görmezlik evreninde yaşıyoruz sanki. Bu, kesinlikle içinden çıkılması gereken bir durum bence. Bunun için emek vermek, yeterince bilgilenmek, gerektiğinde özveriyi de göze almak zorunlu. Bu zorunluluğun yerine getirilmesi için yeterince özen ve çaba gösterildiği söylenebilir mi sizce? Söylenebilirse eğer, tüm bu yaşadıklarımız nedendir?
Ben ormancılığımızda olup bitenler, bu kapsamda başta 6831 sayılı yasa olmak üzere ilgili hukuksal düzenlemelerde yapılan değişiklikler tartışılırken de çoğunlukla böylesi tutumlara girildiğini düşünüyorum. Düşünme dizgemizde –“sistemimizde”- bir yetmezlik sorunu ya da gizil amaçlar mı var acaba; yoksa korkuluyor ya da çekiniliyor mu? Baksanıza, üniversitelerde bile “korku dağları bekliyor”. Yine de ben diyorum ki olup bitenlerin tüm boyutlarıyla tartışılması gerekiyor. Çok açık: “Tartışılması gerekiyor” derken “sen, ben bir de bizim çocuk” deyimi anımsatacak denli dar birlikteliklerde yapılan rastlantısal söyleşilerden söz etmiyorum(10). Bu bağlamda özünü ettiğim
- Konusu,
- Amacı,
- Yöntemi,
- Katılımcıları,
- Zamanlaması
önceden belirlenmiş, örgütlü demokratik tartışmalar… “- Peki böylesi tartışmalar kime ne yarar sağlayacak?” diyecek olursanız verebileceğim kısa yanıt “- Ortak aklın oluşmasına ve varsıllaşmasına katkı” olacaktır. Bununsa ormancılığımızın, dolayısıyla “ormanlarımızın” içinde bulunduğu olumsuzlukların aşılmasının öncelikle koşullarından birisinin de bu olduğunu düşünüyorum. TOD, bu zorlu “işin” üstesinden gelinebilmesine katkıda bulunabilecek donanıma sahip görünüyor. Yeter ki TOD’da bu tarihsel sorumluluğun ayırdına varılsın; bu sorumluluğunun gereğini yapmak yerine
- İşin kolayına kaçıp güncele, “orman popülizmine” teslim olunmasın;
- Sorumluluk tekil gelişmelerle ilgili kamuoyu açıklamalarına, uzmanlık yazanaklarının –“raporlarının”- yayımlamasına indirgenmesin;
- “Üzerine vazife olmayan” etkinliklerle avunulmasın
- Gerektiğince demokratik katılımcı –“katılmacı” değil !- olunabilsin
Peki, neyin tartışılması gerekiyor ?
Çok açık: Ormancılığımızda ne yapılmalı ?
Çünkü, ormancılığımız, dolayısıyla “ormanlarımız” da hızla dönüştürülüyor ve bu dönüştürüm kesinlikle geniş anlamda kamusal yararı en çoklama doğrultusunda değil çünkü. Bu gerçeklik karşısında ülkemizdeki ekolojik koşulların üretkenliğine teşekkür etmemiz gerekiyor.
Bir kez daha yineliyorum; çokça göz ardı ediliyor çünkü: Emeği, yanı sıra, doğal süreç, ortam ve varlıklar ile değerleri ve ülkeleri sömürmek, kapitalizmin doğası gereğidir! Ülkemizdeyse egemen sınıflar daha çok kendi ülkesinin her türden varsıllığını tüketme pahasına sömüren işgalcilere dönüşmüş durumda. Ormancılığımızda, dolayısıyla “ormanlarımızda” olup bitenler ise bu sürecin önemli boyutlarından birisidir. Cumhuriyet döneminin ilk kapsamlı ormancılık –bence “orman” değil!- yasası olarak 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu, “kerim devlet” yaklaşımının egemenliğinde hazırlanmış; “ormancıca” sayılabilecek bir yasaydı. 6831 sayılı Orman Kanunu ise, 1956 yılında, Demokrat Parti gibi görece “liberal” sayılabilecek bir siyasal parti tarafından, ormancı teknokratların da dönemin “havasına” uygun katkılarıyla hazırlanıp yürürlüğe konulmuştur. Kimi dönemlerde gündeme gelen “orman köylüsü”, “ağaçlandırma”, en son olarak da “doğa” popülizmi esintileri 6831 sayılı yasanın bu temel özelliklerini değiştirememiştir. Özellikle Temmuz 2003-Nisan 2023 döneminde yapılan otuz değişiklik, 6831 sayılı yasayı, siyasal iktidarın popülist yönelimlerinin yanı sıra “devlet ormanı rantını” egemen sınıflara aktarmanın çok daha kolay ve “maliyetsiz” araçlarından birine dönüştürülmüştür. Ormancılık ideolojisinin metalaştırıcı ve özelleştirmeci doğrultuda dönüşmesi –“dönüştürülmesi”?- ise bu süreci büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. Bu gerçeklik karşısında tüm zorluğuna karşın yapılması gereken, geniş anlamda kamusalcı bir ormancılığın tasarlanması, bu tasarımın yaşama geçirilmesine yönelik örgütlü ve ısrarlı çabalara girilmesidir. Bu kapsamda Anayasanın ilgili maddelerinin, dolayısıyla ilgili tüm hukuksal dü- zenlemelerin bu doğrultuda tümüyle yeni düzenlenmesidir. Doğaldır ki, bu süreçte, 6831 sayılı yasanın yerine yine geniş anlamda kamusalcı bir ormancılık yasası –“orman yasası” değil !- hazırlanması da gerekecektir.
Açıktır ki böylesi bir dönüştürüm, temelde, siyasaldır –“ideolojiktir”- Ancak, görünüşe bakılırsa, böylesi dönüştürümleri göze alabilecek herhangi bir siyasal oluşum da, en azından günümüzde yoktur ne yazık ki. Bence çok daha kötüsü, en duyarlı kamuoyunda bile böylesi bir istem oluşmamıştır. Genel seçimler öncesinde siyasal partilerin, “ittifakların” yayımladıkları “seçim bildirgeleri”, yanı sıra, çevre/doğa korumacısı kişiler ile kuruluşların, ilgili meslek örgütlerinin bu bildirgeler karşısında sergiledikleri edilgenlikler bu gerçekliği açıklıkla orta koyuyor. Yine de yapılması gereken, yürürlükteki çöktürülmüş ormancılık düzeninin tümüyle değiştirilmesine yönelik bir toplumsal istem oluşturmak için örgütlü, yaratıcı –“ezber bozucu”?-, kararlı ve etkili bir çabaya girilmesidir. “- Peki, girilebilir mi?” derseniz, evet, bence girilebilir!
Ne denli düşsel –“ütopik”- önermeler değil mi? Evet, son derece düşsel! Ne ki, Ernesto Che Guevara’nın sıkça aktardığım ünlü önermesini dönüştürerek söyleyeyim: “Gerçekçi olup olanaksızın istenmesi” gereken günlerden geçtiğimizin ayrımındayım çünkü. Ancak, Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerini şimdilerde değil de ne zaman anımsayacağız:
“Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”
“Hayal ettim, hayalimin önündeki manileri tespit ettim. Manileri kaldırdığımda, hayalim kendiliğinden gerçekleşti.” “Benim kahramanlarım hayallerini hiçbir şeye satmayan kişilerdir”
“Eğer ülkeni kurtaracak bir lider beklemekteysen, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir.”
Böylesi önermeleri, sözleri şimdilerde de anımsamayacak, daha da önemlisi gereğini yapmaktan kaçınacak mıyız? Artık önümüzde aşağıdaki gibi bir orkestraya katılmak ya da katkıda bulunmak yahut bu orkestrayı izlemek dışında bir seçeneğimiz kalmadı çünkü:
(1) 14, 16, 17, 27, 41, 31, 33, 34, 42, 54, 71, 75, 89, 94, 97, 100, 105, 109, 110, Ek Madde 6, Ek Madde 18, Ek Madde 19, Ek Madde 20, Geçici Madde 13. Bunlardan 31, 33 ile 34. maddelerdeki değişikliklerin uygulanması ise 5 Ekim 2023 tarihinden sonrasına bırakıldı. Nedeni açıklanmamıştır.
(2) Görsel ve açıklama: OGM “Orman Kanunu Resmi Gazete’de”) 7 Nisan 2023.
(3) Neden “orman ürünleri hasadında” çalışanlar da değil? Sonra, ne “kerestesi” ya? Yapılan düzenlemelerin hiçbir yerinde “keresteden” söz edilmiyor ki; “yapacak emval”, “kerestelik emval”, “endüstriyel emval”den söz ediliyor. Özensizliğin, işbilmezliğin “daniskası” bu olsa gerek.
(4) İlginç mi gülünç mü, bilemedim: Ormancılığımızda uzunca bir zamandır “verimli orman” yerine artık “normal kapalı orman” terimi kullanılıyor. Başta “orman envanteri” olmak üzere pek çok veri bu ad altında üretilerek kamuoyuna sunuluyor.
(5) Daha önce uzun yıllar “orman içi dinlenme yerleri”, daha sonra “mesire yerleri” olarak anılan yerlere belki de “fiyakalı” olduğu (!) düşünülen “orman parkı” adı verilmiştir. 2022 yılında yürürlüğe konulan Orman Parkları Yönetmeliği’nin 3. maddesine göre “orman parkları” da;
“Devlet ormanlarında, toplumun çeşitli dinlenme, eğlenme ve spor ihtiyaçlarını karşılamak, yurdun güzelliğine katkı sağlamak ve turistik hareketlere imkân vermek maksadıyla kullanıma ayrılan…”
yerlerdir. Nisan 2023 itibariyle ülkemizde 1842 alan “orman parkı” olarak ayrılmıştır. OGM’nin benzer amaçlarla bir de “şehir ormanları” uygulaması olduğunu anımsatayım. Ek olarak, böylesi uygulamaların artık “devlet ormanı” sayılan yerlerden yararlanmanın ticarileştirilmesine yönelik olduğunu belirteyim
(6) Örneğin OR-KOOP’un kuruluş amacı “…orman ürünlerinin üretim, değerlendirme ve pazarlama konularındaki müşterek menfaatlerini korumak, bu hususta iktisadi faaliyetlerde bulunmak…” olarak belirlenmiştir (Anasözleşme Madde 2). Yasa önerisinin TBMM Tarım, Orman ve Köy İşleri Komisyonu’nda görüşmeler sırasın ise örgütün üst düzey yöneticisinin tek somut talebi, “isteyenin bir yüzü kara…” yaklaşımıyla; “…kooperatiflerin şimdiye kadar aldıkları yüzde 25 emval yerine öngörülen yüzde 10 istihkakın, fazla olarak verilen yüzde 10’un artırılması gerektiğini düşünüyorum.” olmuştur. O öyle düşüne dursun, yasa önerisindeki düzenleme, TBMM Genel Kurulunda da onaylanmıştır. Ayrıca, bu vesileyle belirteyim: Orman Genel Müdürü ise verdiği yanıtta, gerçekte OR-KOOP ve bağlı birlikler ile kooperatifler için çok vahim bir suçlama olarak da değerlendirilebilecek bir sav da öne sürmüştür:
“…mevcut hâlinde kooperatif başkanları bu ürünleri sattığında maalesef bu üreten köylünün cebine aynen yansımıyor.”
Ne yazık ki bu sava bile karşı çıkılmamıştır. Kaldı ki, “açık itiraf” niteliğindeki bu sav doğruysa eğer bundan OGM de sorumludur.
(7) Bu bağlamdaki bilgileri Yasa Önerisi TBMM’nin ilgili Komisyonunda 9 Mart 2023 günü görüşülürken Orman Genel Müdürü’nün yaptığı açıklamalardan aldım
(8) OGM, 5000 hektarın yapılaştığını ancak “tahmin edebiliyor” ama “mağduriyeti giderileceklerin” sayısını verebiliyor; “Ört ki ölem”!
(9) Bir kez daha anımsatayım: 34. maddede, şöyle bir kurala da yer verilmişti:
“Devlet ormanlarında üretim işlerinin vahidi fiyat usulü ile orman idaresince yaptırılması durumunda; üretim işinde çalışan gerçek kişilerin kesip, satış istif yerine taşıdıkları endüstriyel ve yakacak emvale ait istihkak tutarı yüzde on, orman köylerini kalkındırma kooperatiflerine ise yüzde yirmi fazlasıyla ödenir.”
(10) Nasıl edebilirim ki; aksine, yaşadığımız günlerde bu türden birlikteliklerin öneminin giderek artığını düşünüyor, böylesi söyleşileri özlüyorum.