Pandemi kapitalizmin varoluş krizine yeni bir boyut kazandırdı. Toplumsal üretimden siyasal yönetim biçimi ve gündelik yaşama, toplumsal yaşamı bir bütün olarak etkisi altına aldı, almayı sürdürüyor. Pandemi sürdükçe bundan kaçınmak mümkün değil. Kapitalizm varoluş krizinde çırpındıkça, bu tür sonuçlarla karşılaşmaya devam edeceğiz. İki senedir devam eden bu büyük toplumsal kriz dördüncü evreye girdi. Peki, dördüncü evrede tam olarak neyle karşı karşıyayız?
Öte yandan, her şey gibi antikapitalist mücadele de pandemi ve onun evreleriyle etkileşimli bir seyir izledi. Peki, dördüncü evre, antikapitalist mücadele için işçilere, ezilenlere, insanlığa ne söylüyor? Makalede son dönem çokça tartışılan bu iki sorunun yanıtını arayacağız. Ama önce, pandeminin gelişimi ve antikapitalist mücadelenin seyri bağlamında şimdiye kadarki gelişmeleri inceleyelim.
İlk evrede, G8 ülkelerinin bile aylarca yeterli sayıda maske ve test kiti temin edememesi, yoğun bakım üniteleri ve sağlık çalışanlarının yetersizliği kapitalizmin hazırlıksızlığını ortaya koymuştu. Milyonları insani olmayan koşullarda, iç içe yaşamaya zorlayan kentleşmenin pandemi karşısında çaresiz kaldığı ayyuka çıkmıştı. Bununla birlikte, virüsün insan eliyle, laboratuvar ortamında yaratıldığı, biyolojik savaş aracı olarak kullanmak için yayılmasına göz yumulduğuna ilişkin şüpheler doğmuştu. Bu şüpheler özel savaş konseptlerinin bir anda devreye konmasıyla güçlendi ve salgını küresel pandemiye dönüştüren ana etken ABD-Çin merkezli kapitalist rekabet olarak görüldü.1
Antikapitalist mücadele de bu temelde gelişti. Pandeminin gelişimi, bir bütün olarak kapitalizme güvensizliği doruğa taşıdı. Öncelikle çoğunluğu sosyal medyada olmak üzere küresel protestolara yol açtı. Burjuvazinin “evde kal”, “sosyal mesafe” gibi çağrılarına halkların itimat etmemesi burjuvaziye karşı güvensizliğin kendiliğinden, fakat güçlü bir yansımasıydı. “Fiziksel mesafe” karşı argümanıyla bilinçli tepkiye dönüştü. Nitekim toplumsal yaşamı tamamen parçalayıp denetimini güçlendirmek isteyen kapitalist devletlerin sosyal mesafe politikasına karşı çok çeşitli dayanışma pratikleri sergilendi. Yine, İngiltere’de denenen, dezavantajlı grupları ölüme iten “sürü bağışıklığı” gibi faşist yöntemlere karşı çıkıldı. Pandeminin insanlığın tamamını etkileyen bir sorun olduğu gerçeği dayatıldı. Ve dezavantajlı gruplar başta olmak üzere, herkesi pandemiden koruma görevi devletlerin önüne kondu. Özetle, ilk evrede antikapitalist mücadele, kendiliğinden tepkiyi devletlere baskı uygulama noktasına taşıdı. Bu, kendiliğinden bilincin örgütlenme süreci olarak da görülebilir. Sürecin zayıflığı mücadelenin doğrudan kapitalizme yöneltilememesi, büyük ölçüde protesto ve dayanışma faaliyetleriyle sınırlı kalmasıdır. Fakat yine de ortaya konan pandemiyi aşma çabası-bilinci, burjuvazinin bazı anlamsız çabalarını, faşist girişimlerini, hak gasplarını ve özel savaş planlarını sınırlayan bir etkide bulunmuştur.
İkinci evre; devletlerin sözde sert kapanma önlemleri almalarına rağmen, burjuvazinin üretimi devlet desteğiyle sürdürmesi ile gelişti. Covid’in en çok yayıldığı, can aldığı dönem hiçbir önlemin olmadan işçilerin zorla çalıştırıldığı bu evredir. Devletler, birbiri peşi sıra işçiye çalışma zorunluluğu, burjuvaziye destek paketleri getiren yasalar çıkardı. Pandemiyle mücadele adına burjuvaziye daha fazla refah getirilirken, emekçiye yaşamak bile çok görüldü. Bu gelişmeler, kapitalist devletlerin ikiyüzlülüğünü gözler önüne serdi. Ve antikapitalist mücadelenin ise adeta pik noktasına ulaşmasına yol açtı.
Antikapitalist mücadelede ikinci evre, birinci evrenin eksik bıraktığı yerden önemli gelişmelere sahne oldu. Hindistan’da yüz milyonların katıldığı grev, ABD’de ırkçılığa karşı seri ayaklanmaların ardından gelişen öz savunma deneyimi bu dönem gerçekleşti. İlk evrede geri çekilen mücadele, kapitalizmin ikiyüzlülüğünün açığa çıkmasıyla yeniden her yerde grevler, direnişler örgütledi. Bir anda dünyanın dört yanını saran antikapitalist mücadele karşısında neye uğradığını şaşıran burjuvazi imdadına aşıları çağırdı. Seri üretime geçişin 2022’yi bulacağı söylenen aşılar birbiri peşi sıra denenmeye başlandı. Ve ‘olağanüstü hâl’in geçici olduğu beklentisi örgütlendi. Ve dünya genelinde sağ popülizm yerine sosyal demokrat söylemlere yönelmeye başladı. Bu üçü yükselen mücadeleyi yatıştırmakta etkiliydi. Ancak açığa çıkan irade; Trump, Netenyahu gibi neo-faşistlerin yenilgisinde önemli bir pay sahibi oldu. Sonuçta, yükselen ve burjuva iktidarları yerinden etmeye başlayan antikapitalist mücadele, sistemin politik seyrini etkileyip, tekelci burjuvazinin fırsatçılığını sınırladı. Fakat sistemi değiştiren bir etkide bulunamadı. Pandemiye karşı mücadelede inisiyatif, kat kat örgütlü olan burjuvazi ve kapitalist devletlerde kaldı. Ve pandeminin yayılması engellen(e)medi. Bu zeminde üçüncü evreye girdik.
Üçüncü evre aşılanma sürecinde açığa çıktı. Antikapitalist mücadele karşısında sıkışan burjuvazi, aşıyı cankurtaran misali imdada çağırdı. Önce DSÖ ve kapitalist devletler aşıyı tek çare diye pazarladı. Doğal, kalıcı yollarla bağışıklık kazanmayı amaçlayan çalışmaları desteklemedi. Herkesin yeterli beslenme hakkının güvencelenmesi gibi taleplerin yanından bile geçmedi. Aşıda da tekelleşen şirketlerle hareket etmeyen çalışmalar desteklenmedi. Böylece tekellerin önü sonuna kadar açıldı. Tekeller de aşıyı, aşı pazarı yaratma sorunu olarak gördü.2 Pazarın büyümesi için pandeminin yayılması beklendi, aylarca aşı bulun(a)madı. (B. Gates’e kalsa bir sene daha bulunamayacaktı…3) DSÖ güvencesiz aşılara patent verirken, daha az riskli ama tekellerin üretmediği aşılara patent vermedi. Küba gibi ülkelerde üretilen aşının dağıtılması ambargoyla engellendi. Patentli aşıya da güvence veril(e)medi. Uluslararası sözleşmelere rağmen şirketler aşıyı, aşı üretemeyen ülkeler üzerinde egemenlik aracı olarak kullandı.4 Aşı yapılan ülkelerde burjuvaziyi önceleyen adaletsiz aşı politikaları uygulandı. Aşı olanlara yan etkilerin sorumluluğunu kendi üzerine almaları dayatıldı. Toplum da aşıya her piyasa ürününe gösterdiği doğal tepkiyle; güvensizlikle yaklaştı. Ve küresel bir arzla piyasaya sürülen aşılar tekellerin beklediği talebi görmedi. Her piyasa ürününün karşılaştığı şeyle karşılaştı: Talep arzı karşılamadı. Nitekim aşılanma oranları çok düşük düzeyde kaldı. Kapanma dönemi büyük ölçüde müdahalesizlikle geçti, etkili bir tedbir geliştiril(e)medi. Üstüne bir de yeniden açılma üçüncü evreye yol açtı.
Bu gelişmelere paralel olarak, antikapitalist mücadelenin eksenini de aşı politikaları belirledi. Patent terörüne ve tekelleşmeye karşı mücadeleler gerçekleştirildi.5 Küba’ya uygulanan ambargoyu kırmak için kampanyalar örgütlendi.6 Aşının mümkün olduğu yerlerde, aşılara herkesin adil biçimde erişme hakkının kazanılması için mücadeleler yürütüldü. Bazı kazanımlar elde edildi. Öyle ki patent terörünün en azılı savunucusu olan Bill&Malinda Gates Vakfı, bu çizgiyi reddetmek ve aşı formülünün her ülkeye dağılmasını savunmak zorunda kaldı. Aynı kaderi BioNTech’in kurucu ortakları Özlem Türeci ve Uğur Şahin de paylaştı.7 Ayrıca, açılma süreci tüm antikapitalist mücadele dinamiklerini pandemi öncesi gündemler etrafında mücadeleye çekti. Ve bu süre zarfında gerçekleşen yeni orman yangınları, seller, kuraklık, savaş gibi geniş kesimleri kapitalizm karşıtlığında buluşturan gelişmeler olarak mücadelenin gündemi arasında yer aldı. Ancak, kapitalizmin politik bir manevrası olan; sağ popülizmden uzaklaşma görüntüsü ve “olağanüstü hal bitecek” söylemi toplumsal mücadele dinamiklerinde etkili eylemleri erteleme, yer yer beklentiye kapılma ve rehavete yol açtı. Doğrudan sisteme yönelimi ise zayıflattı. Sonuçta antikapitalist mücadele açısından üçüncü evre; yatayda genişleme; dikeyde ise geri çekilme ve güç biriktirme dönemi oldu.
Pandemide Dördüncü Evre
Bu uzunca özetten sonra dördüncü evrede insanlığı, işçi sınıfı ve ezilenleri nelerin beklediğini görelim.
Dördüncü evrenin gelişim sebepleri ve toplumsal yaşama yansımaları üçüncü evreden farksız. Tek fark; dünyanın üçte biri, gelişmiş ülkelerin neredeyse tamamı aşılanmasına rağmen, pandeminin hız kaybetmediğinin görülmesi oldu. Öyle ki Wikipedia verileriyle 21 Temmuz’da 489.925 yeni vaka, 19.845 ölüm bildirimi yapıldı.8 19.825 ölüm, bu zamana kadarki en yüksek bildirim. (Ertesi gün ölüm sayısının bir anda 8.720’ye düş(ürül)mesi ayrı bir tartışma konusu) Üstelik aynı tarihlerde dünyanın üçte biri, gelişmiş ülkelerin büyük birçoğunun aşılandığı açıklanmaktaydı. Bu tablo, mevcut aşıların Covid’in ilk varyantına karşı etkili olmakla birlikte, yeni varyantlara karşı mücadelede başarısızlığını yansıtıyor. Vaka-ölümlerde Covid varyantları belirgin bir hâl alıyor. Bu defa, yeni aşı çalışmalarına başlandığı duyuruldu. Ve aynı kapitalist döngünün içine çekilerek üçüncü evrenin başına döndük. Bu sıra, kapitalist aşı politikasının başarısızlığı ise milyonlarca insanın yaşamıyla test edilerek ispatlandı.
Üçüncü evrede sistem, antikapitalist mücadelenin karşısına; pandeminin geçici olduğunu ve piyasaya sürmeye başladığı aşılarla çözüm yolunu açtığını koymuştu. Fakat dünyanın üçte bir aşılanmasına ve yaz ayların hafifletici etkisine rağmen 21 Temmuz’da bu zamana kadarki en yüksek ölüm bildirimi yapıldı. Yani; piyasa ürünü olmaya devam ettikçe, aşı -kısmi etkisi olmakla birlikte- pandemiye tek başına çare olamıyor. Çare olmadığı için ilaç tekellerini zengin etmekten başka işe yaramıyor. Demek ki iki sene boyunca allanıp pullanan aşılanma, toplumsal gereklilik nesnesi olmaktan çıkarılıp piyasa ürününe dönüştürülünce, kapitalizmin demirden yasaları işlemeye devam etti. İnsan sağlığı önemini yitirdi. Yola çıkarken, asıl amaç olan pandemiyi bitirme hedefi ise unutuldu.
Tüm bu gelişmelerin karşısında, DSÖ ancak 1 Temmuzda dördüncü evre uyarısı yaptı. Oysa iyimser yorumların yapıldığı Mayıs-Haziran döneminde vaka-ölüm sayısı birinci evrenin üzerindeydi. Buna paralel olarak Almanya, çok geç bir tarih olan 29 Temmuz’da dördüncü evreyi tanıdı. Birçok ülke ise Eylül itibariyle, dördüncü evreyi görmezden gelmeyi sürdürüyor. Ancak dördüncü evre, can alıcılığıyla insanlığın, başta da işçi sınıfı ve ezilenlerin karşısında durmaya devam ediyor. Bu gelişmelere paralel olarak, pandeminin ikinci evresinde geliştirilen mücadeleyle kazanılan kira yardımı, işten çıkarılmama hakkı, pandemi ödeneği gibi kimi kazanımlar da gasp edilmeye başlandı. Öyle ki ücretsiz aşı ve test uygulamasının da kaldırılması gündemde! Başka bir anlatımla; kapitalist-emperyalist aşı politikalarını sürdürerek pandemiyi aşmayı uman kapitalist propaganda kof çıktı. Bu politikada ısrar, insanlık için salgın kaynaklı ölümlerin, pandemi halinin, bunun dolaylı-dolaysız sonuçlarının devam etmesi demek.
Sonuçta sistemin toplumsal rıza üreten iki argümanı da çöktü. Pandeminin geçici olacağına dair bir emare yok. Pandemiyi kalıcılaştıran yapısal politikalar ise önümüzde. Dolayısıyla, burjuva aşılanma politikasıyla pandemiyi aşmak bir olasılık olarak dahi mümkün değil.
Sistemin, onun çürümüş kurumlarının bu olasılıksızlığı fırsata çevirme temelli gizli ajandaları olduğu, esasen bunun için çaba harcadığı aşikâr! Fakat şimdiye kadarkinin aksine, dördüncü evrede insanlığın karşısına başarısızlığı kanıtlanan piyasacılıktan başka somut öneriyle çıkmıyor. Bir farkla: Üçüncü evre insanları kendi rızasıyla aşıya -sömürge ülkeleri aşı satın almaya- ‘ikna’ etmeyi esas alıyordu. Şimdi ise piyasacı aşı politikası dayatılıyor. Bu temelde adımlar atılmaya başlandı.9 Yani sistem rıza üret(e)miyor. Sosyal demokrasi maskesi ise bir çırpıda atıldı. Üçüncü evreden bir fark da bu: Artık kral çıplak!
Bu evre pandeminin en yaygınlaştığı ve önümüzdeki kış ayları göz önünde bulundurulduğunda en çok kayba yol açabilecek evre olarak ifade ediliyor. Piyasacı aşıyla pandemiyi aşma politikasının çökmesi, şimdiye dek sessizliğini koruyan birçok kesimin piyasacı aşı politikalarına isyana teşvik etti. Sistemin pandemiyi çözemediği ve çözemeyeceğini yüksek dille seslendirilmeye başlandı. Burjuvazi yine atak davrandı. Kendine karşı geliştirilen her itirazı “aşı karşıtlığı”yla suçlayıp, ağır biçimde cezalandırmaya yöneldi. Ve aşı zorunluluğunu dayatan, geri kalanları toplumdan tamamen dışlayan yasalar birbirinin peşi sıra geldi. Ancak, antikapitalist hareket de savunmadan saldırıya geçişin ilk sinyallerini veriyor. Fransa’da aşı karşıtlığı diye marjinalize edilmeye çalışılsa da kapitalizmin pandemi çözümsüzlüğünün teşhir edildiği, temel hak-özgürlüklerin savunulduğu protestolar antikapitalist mücadelenin dördüncü evredeki işaret fişeği oldu. Yüzbinlerin günlerce meydanları zapt ettiği Fransa’da işçi sınıfı ve ezilenler kapitalistlere ve burjuvaziye dördüncü evrede antikapitalistlerin ilk sözünü söyledi: “Özgürlük”, “Macron defol”, “Çalışanların onuru, güzel bir dünya ve güzel bir gelecek için buradayız”10 Fransa’da kıvılcımı çakılan faşist pandemi yasalarına karşı mücadele kararlılığı dünyanın dört yanına yayılıyor.
Sonuçlar
1- Burjuvazinin sözde planlarının çökmesi, pandeminin öngörülemez bir süre daha toplumsal yaşamı ve mücadeleyi belirleyen bir etken olarak varlığını koruyacağını gösteriyor. Öte taraftan, burjuvazinin sosyal demokrat maskeleri daha takamadan düştü. Neoliberalizm çare üretmiyor. Başka her konuda olduğu gibi pandemiyle mücadelele da burjuva içi kliklerin birbirinden farklı olmadığı birbirinin peşi sıra çıkarılan faşist, despotik yasalarla görülüyor. Dolayısıyla, sonu gelmez pandemi hali tıpkı orman yangınlarında, ekonomik krizlerde olduğu gibi kapitalizmin varoluş krizinin sonuçlarından biri artık. Geri dönüşü yok. İnsanlığın da yalnızca yaşamak için, kapitalist sistemi ve onu sürekli üreten burjuva iktidarları yıkıp, geliştireceği toplumsal sistem ve yöntemlerle pandemiyi aşmaktan başka çaresi yok.
Bu gelişme, her şeyi olduğu gibi antikapitalist mücadeleyi de etkisi altına alacaktır. Ekonomik kriz, orman yangınları, küresel ısınma, ırkçılık, patriyarka karşısında yürütülen sistematik ve istikrarlı mücadele pandemiyle mücadelede de antikapitalist mücadelenin temel niteliklerinden biri olacaktır. Dahası, toplumun maskeyle gezmeye zorlandığı, neredeyse sokağa çıkamadığı, burjuva çözüm yollarının da tükendiği bir ortamda kapitalizmle mücadele istikrarlı bir gelişimle pandemiyle mücadele şeklinde gerçekleşebilir. Bunu atlamak antikapitalist mücadelenin gövdesinden koparabilir.
2- Dördüncü evrede kendini gösteren kapitalizmin çözümsüzlüğünün dışa vurması göz önüne alınırsa, şimdiye kadar emek-sermayenin birbirini sınadığı söylenebilir. Esas çarpışma ise şimdi; sistemin hiçbir toplumsal fayda ve rıza üretmeden; yalnızca zor araçlarıyla pandemiyi dayatmasıyla başlıyor. “Aşı karşıtlığı”, çağ dışılık”, “cehalet” gibi karalama çabaları ise tutmuyor. Aşı fiyaskosunun sonuçlarıyla yüzbinler; ezici çoğunluğu işçi sınıfı ve ezilenler olmak üzere yüzleşti, sonuçlarını yaşamlarıyla ödedi. Şimdi kapitalizm ve burjuvazi yüzleşecek. Hile ve yalanlarının sonuçlarına katlanacak.
Çarpışmanın nereden ve nasıl başlayacağı, nasıl bir seyir izleyeceği için köşeli tespitler yapmak için erken. Ancak, dünya genelinde pandemiyi fırsata çeviren faşist yasalara karşı mücadele, sömürge ülkelerde aşıya erişimi sağlama ve kolaylaştırma mücadelesi antikapitalist mücadelenin köşe taşları olacaktır. Sistemin tıkanıklığına karşı, toplumun kendi yolunu açmaya çalıştığı, virüse karşı alternatif yol arayışı mücadele gündemlerinde yerini alabilir. Ayrıca, pandemi öncesine dönüşün veya sistem içi çıkışın olmadığı görüldükçe, ertelenen tüm mücadele dinamikleri bugünü kazanmaya odaklanacaktır.
3- Sistemin yönetememe krizi, burjuvazinin iç çelişkileri ve doğan siyasal boşluk gün geçtikçe büyüyor. Bunun üzerine binen pandemi çözümsüzlüğü sistemin üretim tarzı, sömürgecilik, kapitalist kentleşme gibi yapısal çelişkilerini açığa çıkarıp, pandemiyi kapitalizmin siyasal krizine dönüştürecektir.
Bu yönüyle pandemi krizinin sürmesi 2008’den bugüne kadarki “resesyon dönemi”ni sona erdirip, kapitalist çöküş ve sosyalist devrimler çağını tetikleyen bir etken olabilir. Bu yalnız günümüze özgü bir süreç değil. Kentlerin kurulmasıyla gelişen Hepatit-C salgınının herkesin tuvaletini birbirine bağlayan kentsel altyapıyı – buna izin veren demokratik üstyapıyı- gerektirmesiyle köleciliğin aşılması. Feodalizmde sıtma, kızamık, kabakulak gibi salgınların kapitalizme geçiş sürecinde bulunmaya başlanan gelişmiş aşı yöntemleriyle kontrol altına alınması örnek olarak görülebilir.
4- Antikapitalist hareket içerisinde şimdiye dek, pandemiyi istisnai ara dönem olarak görme eğilimi güçlü idi. Ona karşı mücadele de –doğal olarak- bu bakış açısıyla sınırlanıyordu. Fakat tüm gelişmeler, pandeminin kapitalizmin yeni normali10 olduğunu gösteriyor. Dördüncü evre; piyasacı, emperyalist politikalarla pandemiyi aşamazsınız diyor. Bu çıplak gerçek, pandemiye karşı en etkin mücadeleyi veren ülkeler de dahil olmak üzere, kapitalizmin egemen olduğu her yerde ayyuka çıkmaya başlıyor.
Dolayısıyla antikapitalist harekette etkili olan burjuvaziye yedeklenme taktiğinin yenilgisini de görmek gerekiyor. İstisnai ara dönem beklentisi dehşetli bir yanılgıdan ibaret. Neoliberal aşılanma savunuları geçerliliğini yitiriyor. Bu tablo burjuva politikayı kapitalizm lehine sadeleştirip, antikapitalist hareket içerisinde ideolojik mücadeleyi yükseltecektir. antikapitalist hareketin önünde tek yol var: Sistemin bu ‘yeni’ normalini kanıksamayarak, pandemiyle mücadeleyi sistemi aşma mücadelesine evriltmek!
Pandemiyi yepyeni bir dönem olarak görmek de yanıltıcı. Koronavirüs yaklaşık yirmi sene önce, SARS virüsü adıyla karşımıza çıkmıştı. Arada benzer nitelikte(Kuş gribi, domuz gribi) iki salgın daha atlattık. İki sene önce COVİD19 adıyla yeniden yaşamımıza girdi. Şimdi de giderek çeşitlenen varyantlarıyla… Süre gittikçe kısalıyor. Etki düzeyi artıyor. Salgın hali ise kalkmıyor. Nasıl ki sistem ekonomik krizleri, küresel ısınmayı, açlığı aşamıyorsa; salgınları da aşamıyor. Bu durum kapitalizmin varoluş krizinin bir başka yansıması. Kontrol altına alınamayan salgın olarak pandemiyi; iki kutuplu emperyalist sistemin yıkılıp, neoliberalizmin atağa geçtiği 20.yy’ın sonu-21.yy’ın başıyla ilişkilendirmek daha isabetlidir.
5- Yalnızca aşıyla pandemiyi aşmanın somut bir seçenek olma özelliğini yitirmesine refleks olarak, aşı karşıtlığı gelişiyor. Fransa’daki eylemler sırasında kimi gruplar aşı merkezlerini kundakladı. Bu yönüyle aşı karşıtlığını da değerlendirmek gerekiyor.
Sistemin aşı politikaları pandemiyi aşamadığı doğru. Fakat bu, üretilen aşıları yapma gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Çünkü kendimizi artık sistemin normuna dönüşen koronavirüsten sakınma bir zorunluluk olarak karşımızda durmaya devam ediyor. Kapitalist egemenliğin sürdüğü, milyarlarca insanın iç içe yaşadığı ve kendimizi bundan sakınma imkânı bulamadığımız koşullarda, nasıl ki GDO’lu besinleri yemek zorunda kalıyorsak, aşıyı da yapmak zorundayız. Bu yönüyle aşı karşıtlığı, kapitalizmin başında, makineleşme yüzünden işlerinden öldüğünü düşünerek makineleri kıran Ludist işçilerin yaptığına benziyor. Aşı karşıtlığı doğru bir refleks değil. Üstelik bu, aşıları devlete yapma zorunluluğu getiren kazanılmış hakkın da elimizden alınmasını tetikleyebilecek bir refleks. Tepkiyi pandemiye karşı yeterince etkili olamayan aşılara değil; onu üreten sisteme, burjuva iktidarlara yöneltmek gerekiyor.
1“…Çin’de WHO’nun değişen yaklaşımına karşı tepki gelişirken, 100 ülkeden 300 temsilcinin imzaladığı bir metin 31 Temmuz’da yayınlandı. WHO’nun virüsün kaynağına ilişkin araştırmayı politikleştirdiğinin savunulduğu bu metinde, virüsün kaynağına ilişkin araştırmanın Çin’le sınırlandırılmasına karşı çıkılıyor, araştırmanın küresel bir kapsam kazanması gerektiği vurgulanıyor. İnternet ortamında dolaşıma giren bir başka metin yine Çin kaynaklı ve kısa zamanda 25 milyon imzaya ulaşmış durumda. Bu metin, WHO’dan virüsün kaynağına ilişkin araştırmayı ABD’de Pentagon’un kötü ünlü biyolojik araştırma laboratuvarı Fort Detrick’e genişletmesini talep ediyor. Çin’in önde gelen bilim insanlarından epidemelog Xeng Guang konuyla ilgili açıklamasında, ABD’nin kendi biyolojik laboratuvarlarında araştırılma yapılmasını engellediğini ancak WHO’nun Wuhan’daki enstitüde olduğu gibi burada da araştırma yapılması için ciddi adımlar atması gerektiğini belirtiyor. “Fort Detrick kötü ünlü ve Fort Detrick’teki faaliyetler Çinli bilim insanları tarafından değil, ABD’nin tanınmış araştırmacı-yazarlarından Stephen Kinzer tarafından ciddi olarak sorgulanıyor. Kinzer salgının başlangıcından beri Fort Detrick’in “sırları” hakkında yazıyor ve son yazısında, ABD’nin Wuhan hakkında çok konuştuğunu ancak öncelikle “kendi virüs sırları” üzerinde durması gerektiğini belirtirken Fort Detrick’e işaret ediyor. (America has its own virus secrets, Boston Globe, 29 July)…” (Aktaran: https://umutgazetesi32.org/arsivler/59255)
3https://www.ntv.com.tr/galeri/teknoloji/bill-gatesten-corona-virus-aciklamasi,i1r6BfmkJUWrxQmvN_9kCQ/NK-c9rSD5Uqw67i5dm2RoQ
5https://www.evrensel.net/haber/439713/asi-sirketleri-kazandikca-kazaniyor-ama-asilar-milyonlarca-insana-ulasmiyor
6https://www.birgun.net/haber/meksika-da-la-jornada-gazetesinden-kuba-ya-20-milyon-siringa-kampanyasi-346463__cf_chl_managed_tk__=pmd_yg6FECzqa3grzJNkKotwtiPhYZuciXDJTrRG.0X.up0-1629712904-0-gqNtZGzNA1CjcnBszQh9
7https://www.indyturk.com/node/357581/sa%C4%9Flik/patentlerin-kald%C4%B1r%C4%B1lmas%C4%B1-a%C5%9F%C4%B1-e%C5%9Fitsizli%C4%9Fine-%C3%A7are-olur-mu
9 İlk hamle Fransa’dan geldi. 5 Ağustosta jet hızıyla onaylanan yasayla sağlık ruhsatı uygulamasına geçildi. Yasa; etkinlik ve mekânlara girişte, Covid-19 aşısı olduğunu belgelemeyi, son 48 saatte yapılmış negatif PCR testi sonucunu göstermeyi ya da son 6 ayda hastalığa yakalanıp iyileştiğini kanıtlamayı gerektiriyor. Konser gibi geniş katılımlı etkinliklerin yanı sıra; kafe, restoran, toplu taşıma ve 50 kişiden fazla kapasiteli kapalı mekânlar ve eğlence parklarında zorunlu hale getiriliyor. AVM’ler ise yasa kapsamının dışında. Ayrıca iş yeri sahiplerine, ruhsat göstermeyen işçinin maaşını kesme veya işten atma imkânı tanıyor. Fransa’nın ardından benzer yasalar pek çok ülkede peşi sıra uygulanmaya başlandı, başlanmak isteniyor…