“Suya dokun/Yola çık!/Korkma!/ Susma!”
Müslüm Yücel, Su Masalı
Kapitalizmde lobiler ve siyasi oluşumları finanse etme konusu, su endüstrisinin ticarileştirilmesinde rol oynuyor; şirketler doğal varlıkları tüketene kadar istedikleri ölçüde
kullanabiliyorlar.
Su krizi her yıl yaklaşık 2,8 milyar insanı etkiliyor. Halklar suyun yaşam olduğunu biliyor ve
suyu kirleterek yok eden kâr odaklı politika yapıcılardan korumak için hayatlarını tehlikeye
atıyorlar. Kapitalistler için ise satılması için bir şişeye zerk edilene dek su ise değersiz olarak
görülüyor. Sermaye dört başlıkta suyu kirletiyor.
1)Boru Hatları
Petrol ve gaz, su için en büyük tehdittir. Yağ, suyun yüzeyini kaplar ve orada yaşayan canlıları zehirler. Sıklıkla sızan boru hatlarından su yollarına akar ve zarar verir.
2)Fraking
Hidrofraktür (fracking) petrol veya doğal gaz içeren yeraltı çatlaklarına yüksek basınç altında büyük miktarlarda su, kum ve kimyasalların enjekte edilmesi anlamına gelir. Fracking, çatlakları genişleterek gazın veya yağın çıkarılmasına neden olur. Kuyuları çevreleyen bölgelerdeki canlılar yaşamını yitirir. Genellikle Asya veya Avrupa’ya satıldığı için boru hatlarıyla taşınır.
3)Derin Deniz Sondajı
Okyanusun altındaki kilometrelerce uzunlukta çıkarma borularının sızıntıları kolayca
onarılamadığından derin deniz petrolünü çıkarmak son derece tehlikelidir. Ancak bu durum
fosil yakıt şirketlerini durdurmuyor.
4)Endüstriyel Su Kirliliği
Şirketler suyu petrol ve gaz dışındaki ürünlerle de kirletiyor. Madenler, kimyasal üretim
tesisleri, tekstil üretimi, ağır sanayi üretimi, enerji santralleri vb milyonlarca canlının suyunu zehirliyor. Sudaki plastik balıkları, deniz memelilerini ve deniz kaplumbağalarını öldürüyor.
Kapitalist sistemin doğal bir varlığı metalaştırmaya yönelik kapsamlı çabaları sonucunda
canlılar su haklarından mahrum bırakılıyor. Su döngüsü ile yaşam döngüsünün bir olduğunu
unutuyorlar. Su kıtlığının tanımları var:
Fiziksel kıtlık, talebi karşılamak için yeterli su olmadığında ortaya çıkar; belirtileri arasında ciddi çevresel bozulma, azalan yeraltı suyu ve eşit olmayan su dağılımı yer alır.
Ekonomik su kıtlığı, mevcut su kaynaklarını kullanmak için mali imkanı olmayan insanların talebini karşılayacak yönetim eksikliği olduğunda ortaya çıkar; bu durumdaki semptomlar normalde zayıf altyapıyı içerir.
Su kıtlığını ölçmek için bir popülasyonun büyüklüğünü mevcut su miktarıyla karşılaştırıyoruz. Bir bölgenin yıllık su varlığı kişi başına 1700 metreküpün altına düştüğünde su stresi yaşanıyor. Bir bölgenin su varlığı kişi başına 1000 metreküpün altına düştüğünde su kıtlığı ile karşı karşıya olduğu ve su varlığı yılda 500 metreküpün altına düştüğünde mutlak su kıtlığı söz konusu oluyor. Mevcut eğilimler devam ederse, 2025 yılına kadar 1,8 milyar insan mutlak su kıtlığı ile karşı karşıya kalacak ve dünya insanlarının neredeyse yarısı su sorunu yaşayacak. Yaklaşık 1,2 milyar insan, yani dünyanın neredeyse beşte biri, fiziksel su kıtlığı yaşayan bölgelerde yaşarken, 1,6 milyar insan da ekonomik su kıtlığı olarak adlandırılabilecek bir durumla karşı karşıya.
Türkiye’deki Kuraklığın Görüngüsü
Sermaye tarafından kirletici yoğun faaliyetlerde sınırsız olarak kullanımına izin verilen su
varlıklarının içerisinde olduğu stres durumu, mevcut su yönetim sistemlerinin küresel ısınmanın değiştirdiği koşullar için uygun olmadığını gösteriyor. Esasen su, iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybı arasındaki bağlantıyı anlamak ve suyu küresel bir doğal varlığa uygun şekilde yönetmek gerekmekte. Su kullanımı kısıtlamaları, elektrik kesintileri ve diğer geçici önlemler amaca uygun değil.
2030 yılına kadar ülke nüfusunun 100 milyona ulaşması durumunda kişi başına kullanılabilir
su miktarı 1000 m³’e düşecektir. Bu koşulda Türkiye’de Trakya, İç Anadolu ve Batı Anadolu
gibi bazı bölgelerde su sıkıntısı görülecektir. 500-1000 m3 /kişi/yıl aralığında kıtlık sorunu
yaşayan havzalar arasında; Susurluk, Kuzey Ege, Sakarya ve Asi havzaları bulunmaktadır. Bu havzalarda nüfusun artmasıyla kesin kıtlık sorunu beklenmektedir. 25 havzanın 7 tanesinin su sıkıntısı altında gözükmektedir. Bu 7 havza arasında Kızılırmak ve Yeşilırmak havzaları gibi iki büyük akarsu havzası bulunmaktadır. Bu havzalar arasında bulunan bazı havzaların, diğer havzalar gibi nüfus artışı sonucu yakın gelecekte “Su Kıtlığı” seviyesine gelmeleri olasıdır. 1 Ekim – 1 Aralık 2022 döneminde Türkiye genelinde kümülatif yağışlar ortalamasında yüzde 28,6’dır. 2022 su yılına göre de yüzde 2 azalış görülmüştür.
Pek çok yaşam alanında seller, kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve yangınlar iki temel gerçeğin altını çiziyor. İlk olarak, tatlı su kaynaklarına verilen zarar, ekonomik, sosyal ve politik istikrar için geniş kapsamlı sonuçlarla birlikte, canlıları ve özellikle de insanlar içerisinde yoksulları giderek daha fazla zorlamaktadır. İkincisi, su varlıklarının kirletilmesine politika yapıcılarca izin veriliyor olması su kalitesini etkilemekte.
Barajlardaki doluluk oranlarına bakıldığında ise ortalamanın yüzde 28,6 altında kurak bir
sonbahar gerçekleşmektedir. İstanbul’un aktif doluluk oranının geçen yıl aynı tarihten yüzde 7 daha az olduğu tespit edilirken, barajlara hiç su gelmemesi halinde ilin yaklaşık 4 aylık içme suyu ihtiyacının karşılanabilme kapasitesi bulunuyor. Ankara’nın aktif doluluk oranının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 12,1 daha fazla olduğu belirlendi. Barajlara hiç su gelmemesi halinde Ankara’da yaklaşık 8 aylık içme suyu ihtiyacının karşılanabilme kapasitesi var. İzmir’in aktif doluluk oranı ise geçen yıl aynı tarihten yüzde 2,4 daha az seviyede bulunuyor. Barajların yanında yeraltı suyu kuyuları ile içme suyuna takviye yapılıyor. Şehrin, barajlara hiç su gelmemesi halinde 7 aydan fazla içme suyunu karşılayabilme kapasitesi bulunuyor.
Su, doğanın en önemli haklarından birisidir; bu yüzden su yönetim politikaları ekolojik
olarak sürdürülebilir olmalıdır. Sorunu tam olarak tanımlamayan, küçümseyen, üzerini
örtmeyi amaçlayan ya da kısa vadeli ve günü kurtarmaya yönelik politikalar krizi derinleştirir ve çok uzun olmayan bir vadede Türkiye’yi kendini beslemekten uzak, gıda ve su krizleriyle ekonomik krizlerin birbirini kovaladığı bir ülke haline getirebilir.
Kapitalist sistemin etkisini arttırdığı iklim krizi ile kuraklık arasındaki yakın bağlantıyı öncelikli olarak göz önünde tutmak ve kuraklık konusunda yapılması gerekenleri sistematik bir politika haline getirmek en önemlisi.
Kuraklığın; gıda güvenliği, su temini gibi toplum ve ekonomi açısından vazgeçilmez alanlarda büyük riskler oluşturduğu görülmektedir.
Su kullanımı; su kalitesini iyileştirmeye, su ekosistemlerini korumaya ve içme suyu varlıklarını korumaya yardımcı olarak çevre sağlığı etkinliği oluşturur. Suyu daha verimli kullanarak su stresi etkilerini azaltmak mümkündür. Aksi durumda su ile ilgili sağlıksızlık hali, ekosistemlerin üzerinde baskılayıcı etkisi olan gıda ve enerji güvensizliğine, ekolojik yıkıma, uluslararası ilişkilerin değişmesine ve toplumsal savunmasızlığa yol açabilir.
Dünyadaki Kuraklığın Görüngüsü
Doğu Afrika’da, dört yıl süren yıkıcı bir kuraklık milyonlarca geçim kaynağını yok etti ve 20
milyondan fazla insanı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Pakistan’da son zamanlarda
meydana gelen sel ülkenin üçte birini sular altında bırakarak şimdiye kadar en az 1.500 kişiyi öldürdü ve bu yılki mahsulün %45’ini yok etti. Çin’de benzeri görülmemiş bir sıcak hava dalgası, ülkenin pirinç üretiminin üçte birini oluşturan bölgelerde şiddetli su kıtlığına neden oldu.
Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’daki kuraklık ve yangınlar ile Hindistan’daki
şiddetli seller ve kuraklıklar, küresel tahıl verimini ve gıda ihracatını düşürerek, gıda
üretimimizin ne ölçüde büyük ve istikrarlı su hacimlerine bağlı olduğunu ortaya koyuyor.
Buna Ukrayna’daki savaşın tahıl ve gübre tedariki üzerindeki etkisini de eklediğinizde,
bugünün küresel gıda krizinin devam etmesi gibi önemli bir risk var.
Bölgesel olarak neredeyse tüm Arap ülkeleri su kıtlığı yaşıyor ve su tüketimi toplam
yenilenebilir kaynakları önemli ölçüde aşıyor. Afrika’nın yaklaşık yüzde 66’sı kurak veya yarı
kuraktır ve Sahra-altı Afrika’da 300 milyondan fazla insan her biri 1.000 metreküpten az su
kaynağıyla yaşıyor. Asya-Pasifik bölgesi dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ını bulunduruyor ve küresel su varlığının yalnızca yüzde 36’sına sahip. Kuzey Çin, Hindistan ve Pakistan’ın bazı bölgeleri hem fiziksel hem de ekonomik kıtlık çekiyor. Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kişi başına sırasıyla yaklaşık 9888 metreküp su varlığı bulunurken Avrupa’da yaklaşık 4741 metreküp su bulunmaktadır. Bu bölgelerdeki insanlar aynı zamanda önemli miktarda “sanal su” da tüketirler; bu su, ürünlerin, özellikle de tahıl gibi daha sonra alınıp satılabilen tarımsal ürünlerin üretiminde kullanılır. Avrupa’da ithal gıdalarda günde en az 3 metreküp sanal su tüketilirken, Asya’da günde 1,4 metreküp ve Asya’da günde 1,1 metreküp tüketilir.
Küresel düzeyde su çekiminin yüzde 70’i tarımda yüzde 11’i evsel ve yüzde 19’u endüstriyel
kaynaklıdır. Çiftçiler özellikle kuraklık eğilimli bölgelerde yerel koşullara uygun çeşitli
mahsuller yetiştirmek, güçlü kök sistemleri oluşturmak ve toprak erozyonunu azaltmak,
toprak nemini korumak için organik gübre uygulayarak ve ya örtü bitkileri ile desteklemek ve suyu doğrudan bitkilerin köklerine ileten sulama sistemlerinde politika yapıcılardan destek görmelidir.
Su için eriyen karlara ve yüksek dağ buzullarına dayanan geniş araziler, akış modellerindeki
değişikliklerden etkilenirken yüksek nüfuslu deltalar, azalan akışların birleşiminden dolayı risk altındadır. Artan tuzluluk ve yükselen deniz seviyeleri bu bölgelerde sorun oluşturacaktır. Yükselen sıcaklıklar, her yerde artan ekin suyu talebine dönüşecektir.
En geç 2025 yılında dünya nüfusunun yaklaşık yarısı su kıtlığı olan bölgelerde yaşıyor olabilir. 2030 yılına kadar 700 milyon insanın yoğun su kıtlığı stresi nedeniyle yerinden olması muhtemeldir. 2040 yılına kadar dünyadaki her 4 çocuktan yaklaşık 1’i şiddetli su kıtlığı olan bölgelerde yaşıyor olacak. İklim krizinin etkileriyle mücadele etmek için küresel ölçekte su döngüsünün doğasını ve içindeki dengeleri yönetmenin önemini kabul eden, önemini vurgulayan ve doğası gereği uyarlanabilir olan entegre su yönetimi yaklaşımının izlenmesi için çaba göstermeliyiz.
Gıda güvenliği açısından sadece 7,2 milyar olan mevcut insan nüfusunu veya aslında yüzyılın ortalarında tahmin edilen 9 veya 10 milyar insanı sürdürmek için yeterli gıdanın üretilip üretilemeyeceği değil gezegenin biyosferini yok etmeden beslenip beslenemeyeceği konusu öncelikli olmalıdır.
Bütün ülkeler kuraklıkla mücadele için öncelikle iklim değişikliğiyle mücadele konusunda aktif ve somut adımlar atmalı, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Sera gazı
emisyonları azaltılmalı, bu amaçla fosil yakıt tüketimi durdurulmalı, ormanların korunması,
kuraklığa uyum için yapılan çalışmalarda ekolojik kurallar çerçevesinde davranılmalı, doğayı
ve ekosistemleri tahrip eden büyük ölçekli girişimlerden uzak durulmalı, su yönetiminin dev
barajlar gibi büyük su yapıları yapmaktan ibaret olduğu anlayışı terk edilmelidir. Bunun
yerine akarsuları, gölleri ve sulak alanları doğal ortamında koruyan, bozulan yerlerde
ekosistemi restore eden, su kullanımını sürdürülebilir bir anlayışla ele alan, suyu tasarruflu ve gerektiği kadar kullanmayı sağlayacak sulama sistemleri kuran, su kullanımında önceliği yerel halka, tarımsal ve evsel kullanıma veren, suların sanayi ve atıklarla kirletilmesinin önüne geçen ekolojik bir yaklaşım benimsenmelidir.