Türkiye’de tarım politikaları, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, ülke sınırları içindeki tarımsal üretimin yapısı ve özellikleri göz ardı edilerek hayata geçirilmiştir. Yapısal sorunların asıl kaynağı cumhuriyetin kuruluş kodlarındaki (Kürt halkının hiçbir hakkının tanınmaması ile birlikte) toprak ve tarıma ilişkin politik eksikliktir. Güncel duruma ilişkin yazacağımız bu yazının temeli bu olgularla çerçevelidir.
Osmanlı Devleti’nin toprağa bağlı devlet örgütlenmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından, köylülerin toprakla olan geri bağları ve sömürülen konumları biçiminde devralınmıştır. Kuruluş döneminde tarıma yönelik bir dizi önemli hamle de yapılmıştır. Fakat bunlar, en başından itibaren gıda hakkı başta olmak üzere tarımsal üretimin getirdiği haklar doğrultusunda değil; yeni kurulan devletin sermaye ve sermayedar oluşturma ihtiyacı/ hedefi doğrultusunda yapılan hamlelerdir. Yaklaşık yüz yıllık süreçte de bu bakış açısı değişmemiştir. Tersine ülkenin politik durumundaki değişikliklere paralel olarak, tarımda hep bir geriye gidiş söz konusu olmuştur.
Yakın zamanda ise, ülke tarihindeki en yoğun çiftçi eylemleri sürecine tanık olduk. Hasat dönemi başlangıcından beri yaş sebze meyve üreticisinden hububat üretenlere, hayvancılık yapandan traktörüne haciz konulanlara kadar üretimin her alanındaki üretici sorunlarını göstermek için eylemler yaptılar. Eylemler üretim alanlarında yapıldığı için doğal olarak tüm ülkeye yayıldı. Türkiye’de tarım üreticisinin en büyük sorunu girdi maliyeti ve destekten (sübvansiyon) mahrum kalmaktır.
Girdide dövize endeksli dışa bağımlılık hakimdir. Ekonomik ve politik bağımsızlığa sahip olmayan bir ülkede böyle olması kaçınılmazdır. Diğer üretim kollarında da aynı bağımlılık söz konusudur ve belirleyicidir. Yine de tarımın; ticaret, endüstri, turizm, hizmet, bilişim gibi diğer üretim kollarından ayrı ele alınması gerekmektedir. Çünkü pek çoğumuzun bildiği gibi tarımsal üretim zorunludur. Bir ülkenin kendi kendine yeterli olabilmesinin, evrensel hakların o ülkede de kullanılabilmesinin temel koşullarından biridir. Gıda (beslenme, çocuk gelişimi), giyim (tekstil), sağlık (ilaç, aşı, medikal malzeme), ekolojik tüm haklar gibi hakların bunlara ihtiyacı olanlara koşulsuz ulaştırılmasının temeli tarımsal üretime dayanmaktadır.
Özellikle destekler konusunda günübirlik, popülist yaklaşımlar, desteklerin üreticiler dışında kullanılması (İktidar medyasından Hande Fırat’a verilen küçükbaş desteği kredisi gibi…), ödemelerin dönem başında yapılmaması ve hasat sonrasında yapılan geriye dönük ödemelerin giderlerdeki farklar dahil edilmeden yapılması, ağır vergiler (ÖTV, KDV) gibi sorunlar üreticiyi desteğe erişemez hale getirmiştir.
Bugüne baktığımızda tablo içler acısıdır. Bitkisel veya hayvansal üretimle geçimini sağlamak, üretime devam edebilmek için ihtiyacı olan sermaye daha üretime başlarken borç olarak çiftçinin hanesine yazılmaktadır. Desteklerin ve alımdaki kamu iradesinin azalması, ithal ürün kalemlerinin gitgide çoğalması gibi etkenlerle birlikte çiftçi adeta üretim yapamaz hale getirilmiştir.
Elbette bu durumu yaratan siyasal sebepleri tahmin edebiliyoruz. Fakat yeni tarım yasası adı ile bilinen son düzenlemeler tahminde bulunmayı boşa çıkaran, bu politikalardaki amacı aşikar eden bir içeriğe sahiptir: 22 Ağustos 2024 tarih ve 32640 sayı ile Resmî Gazetede yayımlanan “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” aynı gün yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik, 2005 tarihli 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa dayandırılmaktadır. Aynı tarihlerde, tarımsal üretim için gereken desteklerin içeriğine yönelik bazı düzenlemeler de ilan edilmiştir.
Anlamı, zorla kiralamadır. Zoru uygulamaya talip olan devlettir. Yapılan zorbalık, bu projeyi isteyen emperyalist ve yerli işbirlikçisi sermaye çevreleri adına yapılacaktır. Üstelik bu zorla yapma konusu hiç de yeni değildir. Daha önce de çeşitli projelerle zorunlu tarımsal üretim planlaması, zorunlu sözleşmeli üreticilik gibi uygulamalar yapılmıştır. Bugün bunların birçoğu da devam etmektedir fakat sahada karşılığı olamayan, kağıt üzerindeki kalan projelerdir. Buna rağmen yeni yeni projelerle tarımsal üretime yönelik hamleler sermayenin istek ve ihtiyaçlarının sonucudur. Bakanlığın, proje geliştirme arşivleri bu tür projelerden oluşan bir çöplüğe dönmüştür. Son düzenlemenin akıbetini hep birlikte izleyeceğiz.
Yönetmelikte, düzenlemenin amacı, üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerinin Bakanlıkça kiraya verilerek tarımsal üretime kazandırılması olarak belirtilmiştir. Hazine ve devlete ait alanlar dışında, mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait araziler bu yönetmelik kapsamında olacaktır. ÇKS kaydı olan ve ekmeyeceğini beyan eden üreticinin arazisi de kiralamaya dahildir. Md 4/s’de yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüğü kiralama için ölçü alınacak özellikler arasında yer almaktadır. Md 5/ 15. fıkrada, sisteme kayıtlı kiracıların ilgili desteklerden yararlandırılacağı belirtilmiştir.
Tarım politikasında destek olmazsa olmazdır. Üretim yapabilmek için üreticinin olanaklarının yetmediği yerde tamamlayıcı işlev görmelidir. Devletin sorumluluğundadır. Yasal olarak da GSMH’nin %1’i destek olarak üreticiye verilmek zorundadır. Fakat, tüm eksiklerine rağmen, yapılmış olması yine de olumlu sayılan 2006 tarihli ve şu anda da geçerli olan Tarım Kanunu sonrasında bile bu düzeyde bir destek ödemesi bugüne kadar yapılmamıştır. Hayati öneminin anlaşılması ve bir fikir vermesi açısından bazı destek kalemlerini şöyle sayabiliriz: ölçek bazlı destek, toprak analizi desteği, gübre desteği, mazot desteği, ürüne göre destek, prim destekleri, fark ödemeleri vb.
Desteklerle ilgili bu süreçte de yapılan bazı düzenlemeler olduğunu belirtmiştik. Fakat desteklerin üreticinin yaşamını ve koşullarını kolaylaştıran hiçbir yanı yoktur. Üretici açısından yerine getirilmesi zor şartlara bağlanmıştır. Bu haliyle destek, destek olmamak, üreticiyi yalnız ve çaresiz bırakmak anlamına gelmektedir.
Bu tablo içinde, çiftçi eylemleri ve enflasyon üzerinden üretici ve tüketicinin durumuna biraz daha ayrıntılı bakalım. Çiftçi eylemlerinde gün yüzüne çıkan ve üreticinin farklı platformlarda sık sık dile getirdiği temel sorunlardan biri de üretime başlarken yaşanan belirsizliklerdir. Ağustos ayı sonunda yapılan düzenlemelerin reklamı, bu sorunların çözümüymüş gibi sunulmuştur. Destekler önceden açıklanacak denmiş ve üç yıllık bir planlama yapılmıştır. Uygulamada olan ekonomik programla da (OVP) bütünleşmiş halde, enflasyonu baz alan bir planlama söz konusudur. Enflasyon karşısında erimeye mahkûm bir destektir bu. Yine enflasyon nedeniyle gıdaya erişmekte güçlük çeken tüketiciye yönelik söylemde de tarımda yapılan bu düzenlemelerle ülkenin gıdada kendi kendine yeter hale getirileceği iddia edilmiştir. Tablo bunun böyle olmayacağını, gıdaya erişimde ve arzın karşılanmasında daha da geriye düşüleceğini göstermektedir.
Tam burada hayati bir bilgiyi daha paylaşmamız gerekiyor: Tarım politikası bütünlüklü yapılmalıdır ve kalıcılaşmış sorunların çözümü günlük projelerle değil, devamlılığı olan bir planlama ile mümkündür.
Üretimin yapısal sorunları öncelikli ölçü olarak konulmalı ve politikalar buna göre yapılmalıdır. Nedir bu sorunlar? Türkiye’de tarımsal üretimin özellikleridir bunun cevabı. İşletme biçimi, küçük ölçekli aile işletmeleridir. İşletme başı, ortalama işlenen arazi 60 dönümdür, bu da genellikle parçalı haldedir. Üretici yaşı 55-60 arasındadır, geçime yetmediği için genç üretici sahada yoktur. Mevzuat yönündense hem çok başlı, hem de yetersiz, altyapısı ol(uşturul)madan yazılmış, hayatta karşılığı olmayan yasalar söz konusudur. Var olan çiftçi örgütleri üreticiyi ve gelirini gözetmeyen, işlevsiz haldeki örgütlerdir. Sermaye, kaynak, kredi gibi konularda çiftçinin doğrudan faydalanabileceği bir kurum yoktur. Ürün satışı konusunda da birçok engel ve yetersizlik vardır.
Açıktır; en özet haliyle anlatmaya çalıştığımız güncel durum bu sorunların hiçbirinin çözümünü içermemektedir. Çiftçi eylemleri de göstermiştir ki üretimden kopan, ekemeyen, yetiştiremeyen çiftçi sayısı daha da artacaktır. Bu projeler; üretimden kopan üreticinin başka sektörlerde işçi haline gelmesi, üretim yapılmayan tarım arazilerininse endüstriyel tarıma, bunun yanında maden şirketlerinin talanına, imara ve yapılaşmaya, enerji gerekçeli (baraj, HES, JES, RES) talana, OSB’lere bizzat bakanlığın verdiği izinlerle peşkeş çekilmesi içindir.
Yapılan düzenlemeler üretici açısından belirsizliği derinleştiren ve topraktan kopuşu devlet eliyle yaratan bir içeriktedir. Ziraat Bankası’nın borçlu çiftçilere haciz gönderme kararı (ki yasal olarak üreticinin üretim aracına haciz konulamaz!), su kullanımına yönelik fahiş fiyat politikası ve ek kısıtlar, tarımsal yayım, alet-makine, üretici ve ürün sağlığı konularındaki istihdam yetersizliği sorunları kangrene dönüştüren diğer faktörlerdir.
Son düzenlemede “zorla el koymanın” uygulanacağı ve âtıl diye nitelendirilen arazi 2 milyon hektardır. Fakat bu yine bakanlığa ait farklı projelerde de farklı ifade edilen bir sayısal veridir. Tüketiciyi yani Türkiye halklarını da gıdaya erişememe biçiminde ortaya çıkan gıda enflasyonu karşısında daha da ezdirmek anlamına gelmektedir. Endüstriyel tarımın hegemonyasının yasal olarak da art(tırıl)masıdır.
Sonuç olarak, tarımda ve ona bağlı olarak gıdada güncel durum tam bir ekolojik ve ekonomik yıkımdır.
Tarımsal üretim ve sonuçları açısından temel sorun örgütlenme ve politika eksikliğidir.
Çiftçi-üretici gibi tüketicinin de hak mücadelesi vermesi ve bunun yokluğunun büyük bir boşluk oluşturduğu açıktır. Ülke koşullarında hak mücadelesi yürütmek adeta bir zorunluluk haline gelmiştir. Fakat bunun olup olmaması devletin gıda hakkı, çalışma hakkı gibi temel hakları sağlaması zorunluluğunu ortadan kaldırmaz.
Tarım politikasının tarladan tabağa bir bütünlük içinde ele alınması öncelikli olmalıdır.
Üreticinin toprakta kalmasını sağlayacak Toprak Reformu ve üretimin koşullarını yaratacak Tarım Reformu, ilgili bakanlığın ve paydaş sorumluların gündemine alınmalıdır.
Havza bazlı tarımsal üretim, üretim için gereken toprak-su-iklim konularında bütünlüklü politikalar, agroekolojinin hayata geçirileceği kooperatif örgütlenmeleri ve üretici ve tüketiciyi aynı anda gözeten kısa tedarik zincirlerinin oluşturulması tarımdaki güncel sorunların çözümü için acil ve gereklidir.