Ankara’ya, altın madenciliğine karşı bir kampanya başlatmak üzere buluşacağımız çalıştaya giderken aklıma takılan yaşamsal bir soru/sorun vardı, tam yanıtını bulamadığım. Bilen varsa beni aydınlatsın. “Genlerimizi geleceğe kusarak, ölümsüzlüğü aramak” der Niçe çocuk yapmakla ilgili. Evet, Niçe aykırı bir filozof olabilir lakin bana ne oluyordu ki? Madem çocuk yapmamıştım neden öyleyse gelecek kuşakların ve dünyanın geleceği bende bu kadar yaşamsal kaygıya yol açıyordu? Ruhun başka bir boyutta yaşar kalacağına mı inanıyordum.
Yeni doğmuş bebeklerin canından para kazananların olduğu kan emici bir sistem ve metaya tapan insansı yaratıkların yaşadığı bu ülkede yanıtlanması o kadar da zor olmasa gerek! Bu cellatlardan olmayacaksak dünyada canlı hayatın devamını istemek insan kalabilmenin ahlaki-düşünsel kanıtı değil midir? Elbette, eko-anksiyetemiz bir gerçekti lakin bu, durumu tam anlatamaz. Çünkü insan kalabilmek bir ömür ile açıklanamaz. Bu nedenle dünyayı her türden kirliliğe, yağmaya boğan, tanrısı para olan, doğanın canisi bir kapitalistin insanlığı sorgulanmalı. Elbet buna icraatlarıyla payanda olan, göz yuman burjuva siyasetçilerin gözlerini oymalı. Çünkü bunlar henüz doğmamış çocukların da cellatlarıdır. Gelecek nesiller, bebekler, çocuklar demişken Marx’a dönelim zira bütün nesillerin hayatını o da konu yapmış.
İnsanlık için yaşamını adayan o büyük erdemli filozofa kulak verelim… Kapitalistler ve onların ideologları ekonomik büyümenin sonsuz olduğunu savunagelmiştir. Oysa doğal kaynaklar ve toprak sınırsız değildir. Kendinden önceki klasik iktisatçıların kullandığı kapitalistlere “doğanın ücretsiz bahşettiği hediye”1 olarak doğa anlayışını bilimsel analizinin acımasız silahıyla eleştiren Marx, bu sosyal-ekolojik ilişkinin önemini vurgular. Yaşamı mümkün kılan enerji ve malzemeleri sağladığı için insanlar doğaya bağımlıdır. İnsan doğanın bir parçasıdır, insanın tarihi doğa tarihinin bir parçasıdır. Marx, kendinden önceki klasik iktisatçılardan kopuşunu politik ekonominin eleştirisiyle yaparken eserlerinde insan-doğa ilişkisine dair felsefesini de çok sarih bir şekilde ortaya koyar.
Kapitalistler, mübadele değerine ve kısa vadeli kazançlara odaklanırken Marx, dünyanın/doğanın tüm maddi zenginliklerin nihai kaynağı olduğunu ve “birbirini izleyen nesiller” için sürdürülmesi gerektiğini açıklar. Doğanın sürekli ve artarak sömürülmesini gerektiren sonsuz sermaye arayışı için “doğanın fethi”ne girişen kapitalist üretim tarzı ve onun şekillendirdiği kapitalist toplumsal yapı, doğal döngüleri ve süreçleri bozuyor, ekosistemleri baltalıyor ve insanın doğayla kurduğu metabolizmada metabolik bir yarığa neden oluyordu. Marx’ın can dostu Friedrich Engels de bu tür insan eylemlerinin yeryüzünde belli bir “iz” bıraktığı ve bunun doğanın kesin bir “intikamı”na yol açacağı konusunda uyarıyordu.2
Özellikle gelecek kuşakların hayatını tehdit eden nükleer tesislerin tartışıldığı, doğaya ve insanlığa getireceği felaketlerin konuşulduğu bir konferansta bir genç şöyle demişti: “Ben öldükten sonra yaşanacak felaketler beni ilgilendirmiyor! Nasılsa ben o zaman geldiğinde dünyada olmayacağım!” Benmerkezciliğin doruk noktasıydı söylenenler. Nasıl böyle düşünebilirdi bu genç? Bu gencin dünyada böyle pervasızca, vurdumduymaz yaşaması nasıl bir sürecin sonucuydu?
***
İki günlük çalıştayımız başarılı bir biçimde sonuçlandı. Aslında çalıştay bir başlangıç oldu. Katılımcıların birbirini tanımasına vesile oldu. Çalıştaydaki ilginç önerilerden biri de Kırşehir’den gelen katılımcının madenlerle yurdun talan edilmesine karşı “Kuran kurslarında çocuklara bu yönlü eğitim verilmesi” önerisi oldu. Hiç de mantıksız değildi. Yurdumun, Kırşehir gibi İç Anadolu kentlerinin şu anki toplumsal dokusuna uyan bir fikirdi. Bize çok yabancı bir hayat, kabul edelim. Bunları yazan o dinsel tedrisattan geçen bir arkadaşınız olsa bile.
Yerküremiz, nüfusun yalnızca yüzde 1’inin toplam zenginliğinin yarısından fazlasını elde tuttuğu ve nüfusun diğer yarısınınsa bu zenginliğin yüzde 1’ine bile sahip olmadığı korkunç bir eşitsizlik ve adaletsiz sistemle bir sakatlanmış durumundadır!
Peki bu adaletsizliklerin en âlâsının yaşandığı taşrada bir gazeteci olan Hüseyin Özgün bunları biliyor mudur? Biliyorsa eğer kalbi insanlık için atıyor mudur? Yaptığı haber-yorum yazısındaki değerlendirmeleri memleketinin dağlarına, ormanlarına baktığında soluyacağı havanın, içeceği suyun üreticisini değil; geleceğe bırakacağı mirası değil; kısa ömründe kazanacağı paranın derdine düşmüş birinin düşüncelerini çağrıştırıyor.3 Tıpkı bahsettiğimiz yağmayı, talanı yaparak adaletsizliğin küfesini dolduran tarafında bulunan şirketler gibi.
İnsanlığı ve ülkeyi bırakalım bir tarafa, Gümüşhane insanları ve orada yaşayacak olan nesiller için kalbi çarpıyor mudur böyle düşünenlerin? Biz başka diyarlardan, şehirlerden bir gün döneceğiz memleketimize ve o zaman işte suyu, toprağı ve havası siyanürle zehirlenmemiş bir memleket bulabilecek miyiz? Bundan emin değilim!
Yeni biriyle tanıştığınızda Gümüşhaneliyim dediğinizde karşılaştığınız tepkilerin çoğu buruk ve olumsuzdur. Bu durum ne yazık ki Gümüşhaneli olan bazı insanlarda da var. Memleketini sevmiyor, oralı hissetmiyor. Halk sağ partilere oy veriyor diye bir insan öz yuvasını sevmez mi? Gümüşhane’yi siyanür havzasına çevirip insansızlaştırmak isteyen iktidar gibi bu bahsettiğim Gümüşhanelilerde memleketlerini gözden çıkarmış gibidir. Hep yurdun başka cephelerinde ter dökerler. Her iki odağa da söyleyecek sözlerimiz var…Yağma yok! Gümüşhane sahipsiz değil. Başka şehirlerde yaşasak da orası bizim ata yurdumuz ve bir gün döneceğiz! Sadece yazları değil, karın her çeşidinin yağdığı, muhteşem tabloyu andıran kışlarında da kalacağız memleketimizde. Ruhumuz köklerimizdedir.
Bu yazıyı yazmaya devam ederken arkadaş-yoldaş çevremden iyi haberler geliyor. Bir süredir çağrısını yaptığım gibi onlar da düğünlerde hediye olarak altın almayıp yerine para takmaya başlamışlar.4 Sevinçli haberlerin bütün topluma yayılması umuduyla altından uzak duranlara selam olsun!
***
Nerede kalmıştık? Evet, Gümüşkoza haber sitesinden sevgili Hüseyin Özgün arkadaşımıza sesleniyorum:
Maden şirketleri ve onları destekleyen hükümetler, sanki toprağın altındaki mineraller hiç tükenmeyecekmiş gibi bir an önce bunları çıkarıp, paraya çevirmekle ilgileniyorlar. İşçi-emekçi hakkını alamaz ve iş kazası denen cinayetlerde ya ölür ya sakat bırakılır. Erzincan-İliç’teki felaketi hatırla. Hüseyin kardeşim bunları bil istedim. Bu maden şirketlerine göre doğa bitmez tükenmez ve onlara göre sürekli felaketlerle boğuşan, yaşamına sahip çıkan yerel halk bir sorun. Yani, şirketler diyor ki insani sınırlar aşılabilir, insanları yerinden etmek, öldürmek normaldir. Normal midir kardeşim?
Ülkemizdeki doğayı ve yaşam alanlarını savunan yerel halk önce parayla iş vaadiyle kandırılmaya çalışılır, sonuç alınmazsa kolluk gücüyle baskı ve şiddete maruz bırakılır. Çevre mücadelesi verenler marjinalleştirilir. Hüseyin kardeşim bir gazeteci olarak bunları bilmiyor olamazsınız? Oysa durum buyken “toplumsal olaylar”dan bahsediyorsun. Bir ormanın yok edilmesinden daha büyük bir toplumsal olay var mı Hüseyin kardeşim?
Bu uluslararası düzende ülkelere emperyalist-kapitalist iş bölümü gereği odaklar bir görev-ödev verir. Bu işbölümünde Türkiye’ye biçilen rollerden biri gelişmiş ülkelerin hammadde tedarikçisi olarak sermaye birikimini desteklemek ve ucuz emek, ucuz doğa sayesinde yeraltı varlıklarını düşük fiyattan küresel pazarlara sunmaktır. Ortalığı karıştıran çevreciler mi, yoksa Türkiye gibi ülkeleri yağmalayan ve halklara saldıran bu düzen mi?
2-3 Kasım’da Ankara’da “Yaşam altından değerlidir” çalıştayında belirlenen kampanyanın amaçları şöyle idi:
Ekolojik ve sosyal sakatlanmaları ortadan kaldırmak için;
1- Altın madeni işletmeleri ve projeleriyle mücadeleyi, Türkiye’de altın madenciliğinin ve siyanürle yapılan madenciliğin yasaklanmasına çalışacağız,
2- Emekçilerin haklarını gözeteceğiz, sömürüye ve halka dayatılan yoksulluğa karşı mücadele vereceğiz,
3- Yaşam alanları ve geçimlik ekonomileri ellerinden alınan köylülerin yanında yer alacağız, geçim ekonomisini ve paraya indirgenmeyen çoğulcu değerleri savunacağız,
4- Kültürel mirasa, yerel halkların yaşam bilgilerine sahip çıkacağız,
5- Ekolojik emperyalizmin hedefindeki ülkelerde, madenciliğe direnen örgüt ve platformlarla bir araya gelerek uluslararası dayanışmayı öreceğiz,
6- Ruhsatlarla bölünüp parçalanan, sermayeleştirilen doğa tanımını reddederek ekosistemin bütünlüğünü tüm canlı türleriyle birlikte korumaya çalışacağız.
Ben bu amaçlara bakınca yurdunu seven insanların bir araya geldiğini ve bugün, yarın, gelecek için bir arada durmakta ısrar ettiğini görüyorum. Tüm canlılara tek bir nazardan bakanlar için yaşam altından değerlidir!