Tarihi günlerden geçiyoruz her anlamda. Koronavirüsü ile başlayan küresel olağanüstü durum esasında, uzun süredir çok farklı görünümleriyle kendini hissettiren kapitalizmin, kapitalist toplumun sürdürülemezliğinin krizinin, “değişim çanları”nın sesini yükselten güncel bir safhası. Bu kaosun içinde geleceğe giden yol arayışı herkesin ana gündemi olsa da yeninin henüz doğamadığı koşullarda çekilen sancı, bu hegemonya krizi, düzenin devamı için insanlığı savaşlarla katliamlara uğratmanın yanı sıra gezegendeki canlı yaşamını büyük bir yok oluşa sürüklemekten geri durmayan kapitalist egemen sınıflar kadar, bu düzene alternatif arayışında olanlar için de bir güç biriktirme, krizden daha güçlü çıkma süreci anlamına geliyor aynı zamanda. Farklı cephelerde saflar sıklaşıyor.
Bu arayışlardan biri Eylül’de salgın koşulları uygun olduğu takdirde İzlanda’da kuruluşunu ilan edecek İlerici Enternasyonal (İE) oluşumu. Yunanistan maliye eski bakanı Yanis Varoufakis’in kendi partisi MeRA251 ile kurucu olarak dahil olduğu kıtasal bir parti olan DiEM252 ve ABD başkanlık yarışında iki kez Demokrat Parti’nin kurumsal yapısını aşamayan, ancak kitlelerin beklentisine rağmen bağımsız aday olmayı da düşünmeyen Bernie Sanders’ın öncülüğünü yaptığı Sanders Enstitüsü’nün Aralık 2018’de dünyada yükselen otoriterizme karşı ortak bir cephe çağrısıyla gündeme getirdikleri İlerici Enternasyonal, 2 yıllık hazırlık çalışmasının ardından 11 Mayıs’ta 31 ülkeden politikacı, aktivist ve düşünürlerden oluşan 64 kişilik danışma konseyi3, 6 kişilik yürütme kurulu ve 3 ayrı çalışma grubundan oluşan sekreteryasıyla çalışma planını duyurdu. 2019’daki isyan dalgasının böyle bir cephe için koşulları olgunlaştırdığını belirten ilk basın açıklamalarında 2020’nin “eylemcileri ve örgütleyicileri, sendikaları ve çiftçi birliklerini, siyasal partiler ve toplumsal hareketleri, ortaklaşacağımız bir demokrasi, dayanışma ve sürdürülebilirlik vizyonu etrafında bir araya getirerek bu birbirinden bağımsız protestoları bir İlerici Enternasyonal’de birleştirme yılı olacağı”2 belirtiliyor.
Eylül’e kadar sürecek inşa çalışmalarını, 15 Mayıs’ta tüm dünyada aynı anda izlenebilen ilk çevrimiçi yayın ile başlatan İE, danışma konsey üyeleri ile yayını takip edenler arasında anlık ve canlı bir etkileşim yarattı. Bu etkinlikte Varoufakis’in detaylıca ve marksist terminolojiye dayanarak yaptığı düzen eleştirisi sunumunda da belirttiği üzere İE, kapitalizmin krizine karşı bir çare arayışının, bir çıkış programı arayışının ifadesi ve bu, bugün ancak enternasyonal düzeyde gerçekleşebilir. Yürütme kurulu direktörü David Adler’in ifadesiyle koltuğuna kurulmuş entelektüellerin temennilerinin ötesine geçen, kökleri gerçekten taban hareketlerine dayanan kalıcı bir yapının oluşturulmasını hedefliyorlar. Şu an için “Enternasyonal Yeşil Yeni Düzen/Anlaşma4”, “Borçları İptal Et” ve “Covid-19 sürecinde kiracı dayanışması inşası” kampanyalarını öne çıkarıyorlar.
Tarihi denk gelmiş olacak, 15 Mayıs’ta bir önemli çağrı da “Krizden çıkış manifestosu” adıyla, yine pek çok tanınmış ismin içinde yer aldığı 3 binden fazla araştırmacının imzacı olduğu bildiri metniyle yapıldı. İE gibi kalıcı bir yapının inşası amacını taşımayan bu manifesto girişimi, 5 kıtadan 29 ülkede Türkiye’den Cumhuriyet gazetesinin de dahil olduğu 33 önemli medya kuruluşunda eş zamanlı yayınlandı. Sürdürülebilir bir ekonomi için ekonomik sistemin kurallarının yeniden yazılması çağrısıyla daha çok bir niyet beyanı, bir pozisyon alış olarak bu girişim de içinden geçtiğimiz krizin dünyada kalıcı değişimlere gebe olacağı öngörüsüyle hareket ediyor.
Kadın akademisyenler5 tarafından kaleme alınan ve bilim insanlarınca imzalanan metin, bilimsel yaklaşımın yeni bir geleceği hazırlamada yol göstereceğini belirtiyor; ancak belirtilen bilimsel yaklaşımın mevcut sistemde nasıl bir işlev gördüğüne dair bir yorum yapmıyor. Manifesto, emek rejimiyle ilgili işçilerin iş yeri karar süreçlerine katılımı ve herkese istihdam, iki somut önerisini öne çıkarıyor. AB’nin tam istihdamı bir Yeşil Anlaşma ile sağlayabileceği kaydediliyor. İşçilerin bu salgın sürecinde kıymetinin görüldüğünü ve bu yüzden iş yerlerini demokratikleştirmenin, yönetim yetkileriyle donatılmış işçi konseylerinin gerekliliğini belirtiyor. İşi meta olmaktan çıkarmak şeklinde tanımlanan öneride ise “bazı” sektörlerin piyasa mantığından kurtarılması gerektiği açıklanıyor. Çevrenin sürdürülebilirliği kısmında, 2008 krizinde devletin üstlendiği şirket borçlarının kamu borçluluğunu artırdığı ama bunun krizin çözümü için bir işe yaramadığı, bu kez finansal sektöre sağlanacak kaynağın yeşil dönüşüme, yenilenebilir enerjiye gitmesinin şart koşulması gerektiği savunuluyor. Yani, ilginç bir şekilde tam istihdam ve işçi denetimini de içeren bu dönüşümü yine piyasa güçlerine bırakmayı – ama bu kez devletin daha sıkı bir denetiminde – savunarak devletin sınıfsal karakteri ve işleviyle ilgili içinde bulundukları yanılsamayı sürdürüyorlar.
Küresel ekolojik krize çözüm öneren politik hatlardan birini de müşterekler-küçülme ekolü oluşturuyor. Bu ekolün önemli örgütlerinden Uluslararası Küçülme Hareketi, 13 Mayıs’ta yine 60 ülkeden 1100’den fazla akademisyen ve aydın ile 70’den fazla kuruluşun imzasını taşıyan bir açık mektupla Covid-19 sonrası dünyası için tahayyüllerini paylaştı. Ekonominin düzelmesi ve adil bir toplumun temelinin atılması için 5 ilke sunan mektup, esasında küçülme ekolünün genel ilkelerinin de bir özeti niteliğinde. Buna göre toplumun demokratikleştirilerek temel ihtiyaçların belirlenmesi ve üretimin bu temel ihtiyaçlar temelinde yaşamı merkezine alarak örgütlenmesiyle bir nevi planlı bir ekonomi sayesinde ekonomik ve dolayısıyla ekolojik ayak izi açısından da küçülmeye gidilmesi bu programın temelini oluşturuyor.6 Büyük çoğunluğu akademisyenlerden oluşan hareket, 29 Mayıs-1 Haziran’da internet üzerinden bir sempozyum ve 6 Haziran’da Küresel Küçülme Günü’nü kutlayarak Covid-19 krizi ile birlikte etkisini artırmak isteyen akımlar arasında kendine yer bulmayı planlıyor.
Covid-19 krizi, zaten arayış içindeki politik-ideolojik kümelenmeleri çalışmalarını somutlama konusunda tetiklemiş görünüyor. Bu üç örneğin dışında atılan adımlar da var ve yazının sonunda buna tekrar döneceğiz. Ama önce bunlar içinde en çok öne çıkan eğilimle bir yüzleşmek gerek, en azından bir tartışma başlatmak gerek. John Bellamy Foster tarafından incelikli bir şekilde karşılaştırılan biçimleriyle önce AB’de Yeşil partiler tarafından hazırlanan Avrupa için olan versiyonu, sonra 2018’de ABD’de iki kongre temsilcisi Alexandria Ocasio-Cortez ve Edward Markey tarafınan kongreye sunulan yasa taslağı, ABD Yeşil Partili Jill Stein’ın sunduğu daha radikal hali ve ABD başkanlık yarışında Demokrat Parti adaylığı sürecinde Bernie Sanders’ın sunduğu yine radikal ve oldukça detaylandırılmış versiyonu ve şimdi de İlerici Enternasyonal tarafından ilan edilen haliyle somut bir politik program, gidilecek bir yol, daha iyi bir gezegen ve insan yaşamı için bir olası gelecek olarak Yeşil Yeni Anlaşma’lara birkaç soru yönelterek başlayalım.
1) Yeşil Yeni Anlaşma’yı uygulamaya sokmak için seçimlerle iktidara gelme dışında bir strateji mevcut mu? Sanders ve Corbyn deneyimleri ne gösteriyor?
Öncelikle bu programın uygulanması için İE’nin önerdiği strateji esasen ABD’de gelişen gençlik iklim hareketi Sunrise Movement’ın (Gündoğumu Hareketi) hazırladığı taslağa dayanıyor. Buna göre tarihsel olarak kitle hareketlerinin ülke nüfusunun %3,5’ine erişmesi, istenilen değişimi elde etmek için önemli bir eşik. Bu, ABD için yaklaşık 11 milyonluk bir nüfusa tekabül ediyor. Bu kitlesellikte bir mobilizasyona dayanan şiddet içermeyen, barışçıl sivil itaatsizlik eylemleri ve örgütlenen yerel meclisler hem halk iktidarının inşasının bir parçası olacak hem de önce yerellerde bazı temsilcilerin parlamentolara girerek karar alma süreçlerine etki edeceği ve nihayetinde başkanlık seçimlerinde Yeşil Yeni Anlaşma’yı destekleyecek bir adayın kazanması ile programın uygulanması için zeminin oluşacağı öngörülüyor. Elbette bu tek yol değil, geçen yıl yayınlanan UNCTAD raporu üzerine yapılan tartışmalarda, artık dünyada genel kabul görerek aynı adla anılan programın nasıl uygulanabileceği üzerine ilkeler de öne sürülmüştü.7
Kitleleri kazanmak ve tabandan gelişen bir dinamikle siyaset yapmak köklü bir değişim için olmazsa olmaz olsa da bu tür bir doğrusal gelişim senaryosu hem iklim krizi dahilinde vurgulanan aciliyet sorununa yanıt olmuyor hem de kapitalizmin kriziyle her yerde yükselen yeni faşizmin sınıfsal karakteri ve bir zor aygıtı olarak devletin kapasitesi göz ardı ediliyor. Bu hareketin uyandırdığı büyük heyecan ile esasen iklim krizi karşısında en “gerçekçi” çözümün etrafında toparlanan kitleler esasında ilk ciddi deneyimlerini Sanders ve Corbyn’in seçim süreçleriyle yaşadılar. Tam da tarif edildiği şekliyle ciddi taban mobilizasyonuyla düzenin klasik burjuva politikacı adayları ve klasik düzen içi çözümleri karşısına hareketin güçlendirdiği bir aday ve Yeşil Yeni Anlaşma programı ile çıkıldı. Ancak ister “sağ popülizm”, ister “post-truth” diyelim, günün acil sorunları karşısında kutuplaşmanın karşı tarafı alt edilemedi. Karşıda kapitalizmin çarklarının daha azgınca döndürülmesini açıkça savunmasına rağmen “oy vermede” kitleleri ikna eden ve sınırsız kaynağa sahip adaylar varken bu sonuçlar, programın gerçekçiliği ya da yanlışlığıyla ilgili çok bir şey söylemez, fakat pratikten kopuk bir teorinin de tarih tarafından bu şekilde yargılanacağını gösterir bir kez daha bizlere.
Sanders ve Corbyn’in popülerliğiyle belki sosyalizm kelimesi emperyalist merkezlerde birer tabu olmaktan çıktı, fakat sosyalizme gitmek için “devrim” yerine Yeşil Yeni Anlaşma gibi “geçiş” programlarının yeterli olacağı yanılsamasıyla kitlelerin devrimci potansiyellerinin budanması pahasına oldu bu. Nihayetinde Yeşil Yeni Anlaşma’yı savunanlar ekososyalistlerden burjuva liberallere bir yelpazeyi oluşturarak merkezine ekolojik krizi çözmeyi alsa da baskın çıkan ekonomik yapının nasıl en az hasara uğrayacağına dair hassasiyetler oldu. Sistem karşıtlığı retorik düzeyde kaldı.
2) Yeşil Yeni Anlaşma’nın pazar mekanizmalarına yaklaşımı nedir? “Borçların iptali” kampanyası ekonomik kriz koşullarında ne gibi sonuçlar doğurur?
Programın biraz daha içeriğine baktığımızda devletin planlaması ve finansal öncülüğünde başta enerji altyapısı olmak üzere endüstriyel üretim süreçlerinde kapsamlı bir karbonsuzlaştırma (yenilenebilir enerjiye geçiş, enerji verimliliği, üretim süreçlerinin karbon ayak izlerinin düşürülmesi, vb.) öngörülüyor. Yeni Keynesçi bir ekonomik program olarak iktisatçıların kapitalizmin 2008-09’dan bu yana aşamadığı ekonomik bunalımına farklı nüanslarıyla alternatif olarak en sık önerilen şema bu.
Eleştiriler birkaç noktada yoğunlaşıyor. Özellikle de emperyalist kapitalizmin üretimi küresel çapta örgütlemesine ve buna bağlı olarak mali-ekonomik sömürgecilik ilişkilerine dair tutuk kalışında. Küresel Güney olarak ifade edilen ülkelere ciddi bir enerji altyapı yatırımı öngörülüyor; fakat bunu yaparken gerekli ham madenin temini için yine bu ülkelerdeki emek sömürüsü ve doğa talanına yol açmasının önüne nasıl geçileceğine dair net bir şey söylenmiyor. Programın diğer bir önemli noktası olan askeri-sınai kompleksin sınırlandırılması ve küresel Güney’in borçlarının silinmesine bu açıdan yaklaşılabilir; ancak o zaman yenilenebilir enerji altyapısı için doğrudan dış sermaye yatırımları tam da bugünün sömürgecilik biçimi olan mali sömürgeciliği derinleştirecek demektir bu. Borçların karşılıksız iptali ise yine politik ve askeri dengeler değişmediği sürece başka bazı politik tavizlere bağlı olacaktır.
Tüm bu dönüşüm, finans tekellerinin ve dünya tekellerinin devletin yasal gücü yoluyla ikna edilmesine bağlanıyor. Devletin yasal gücünün alttan gelen baskı ile bu ikna için yeteceği varsayılıyor olsa gerek. Devletin planlamasının özellikle dönüşümü organize etmekle sınırlandırılıp başta enerji olmak üzere neyin, ne kadar üretileceğine dair bir planlamaya doğru genişletilmemesinin, ilk anda bu iknanın daha kolay olmasını sağlayacağı da bu varsayımın içinde olmalı. Yani, fosil sermayesinden alınıp bir başka sektörün temsilcilerine, yani fosil olmayan sermayeye geçecek üstünlükte şu dayatılıyor: düzenin krizde; bu işe girişmen hem senin lehine hem de bu dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların; üretim güçleri senin elinde, hadi bu işe girişiver. Yeşil Yeni Anlaşma, adil geçiş ile işçilere özellikle yenilenebilir enerji alanında oluşacak, ne kadar yeterli olacağı meçhul istihdam olanaklarını sunarken, özellikle temel ihtiyaç sektörlerinde kimi kamulaştırmalara gidilecek olsa da kapitalizmden yeni bir sisteme geçişin yine pazar mekanizmaları dolayısıyla ve piyasa güçleri inisiyatifinde gerçekleşeceğini ortaya koyuyor.
3) Yeşil Yeni Anlaşma, emperyalist küreselleşme karşıtı bir program mı?
Ekolojik krizin küresel bir kriz olduğu ve çıkışın da bu çapta bir eylem gerektirdiği İE açılış etkinliği sunumunda Varoufakis’in de üstünde durduğu konulardan biriydi. Gerçekten öyle. Bütünleşmiş dünya pazarının işleyişinde Covid-19 öncesinde çeşitli ekonomik krizler yaşansa da meta tedarik zincirlerinin bu kadar büyük bir aksamaya uğradığı hiç görülmemişti.
Tam anlamıyla aşılamayan 2008 bunalımıyla salgın süreci birleşince bir süredir Trump’ın “ticaret savaşları” üzerinden gündeme gelen küreselleşme süreci geriye mi sarıyor tartışmaları yeniden yükseldi. Macron’un Çin’den fabrikaları geri getirme çağrısı8, Erdoğan’ın ve diğerlerinin Çin’den kayacak olası üretimden pay kapma telaşını dile getirmesi bu varsayıma olumlu yaklaşanların elini güçlendiren cinsten. Elbette burada her devletin kendi burjuvazisinin çıkarlarının temsilcisi olarak hamleler atmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bu anlamda dünya tekellerinin isteği bunun aksine olsa da oluşan kriz ortamında küreselleşme karşıtı politikaların popülerlik kazanması olağan. Bu eğilimi besleyecek şekilde, dünya tekellerinin kâr oranları ne kadar düşse ya da finansal balonlar patlasa da “batamayacak kadar büyük” olmasıyla “olağan” yollardan değişmesi zor görünen ekonomik bağımlılık ilişkileri ve bir dünya savaşının ön görünümleri gibi olan Suriye’den Venezuela’ya, Ukrayna’dan Güney Çin Denizi’ne, Libya’dan Yemen’e, Keşmir’e askeri gerilimlerin yaygınlaşması emperyalist küreselleşmenin tıkandığına işaret ediyor.
Kapitalizmde her bir kriz, bir değersizleşme süreci ve sermayenin daha merkezileşmiş ve genişlemiş yeniden üretim döngüsünün bir parçası olsa da emperyalist küreselleşme aşamasındaki bu uzun süreli kriz böyle bir döngüye imkân vermemektedir. Mevcut kriz, kapitalizmin varoluşsal krizi olarak belirdikçe, özellikle de küresel ekolojik krizin derinliği anlaşıldıkça, dünya tekelleri arasındaki rekabetin, emperyalist bloklar arasında savaş yoluyla dünyanın bir yeniden paylaşımı üzerinden çözülmesi ihtimali beliriyor. Savaş böyle bir döngüyü yeniden sağlayacak sermaye kıyımını, bir tür “yaratıcı yıkımı” sağlayabilir, dahası küresel ekolojik krizin görünümlerini derinleştirip bununla birleşerek bildiğimiz anlamdaki yaşamın, insani yaşam tarzının sonunu getirebilir.
Küreselleşme eğer geri saracaksa bu şu anlama gelir: Küresel çapta büyük bir kronik işsizlik ve yoksulluk dalgasıyla karşı karşıya olan işçi sınıfı ve ezilenler, Yeşil Yeni Anlaşma’nın büyük altyapı dönüşümü olsun ya da olmasın iş istiyorlarsa, fabrikaların Çin’den geri getirilmesini istiyorlarsa, Çin’deki kölece çalışma koşullarını kabul etmekten başka çareleri yok. Çin’de devlet kontrolünde gelişen kendine has neoliberal kapitalizmin tüm dünyaya yayılması anlamına gelir bu. Her bir parçası en şiddetli talana maruz bırakılan doğa da kendine düşen payı alacaktır tabi ki. Covid-19 sonrası yeni Keynesçi bir programın uygulanmasını dünya tekellerinin kabul etmesinin öncelikli koşulu işte bu olacaktır. Emeğin ve doğanın daha büyük bir sömürüsü. Yeşil Yeni Anlaşma tam da bu nedenle eğer barışçıl eylem ve doğrusal ilerleyişe bağlı kalınarak uygulanması düşünülen bir program olacaksa, her ne kadar, çok kesimli bir kitle hareketi olarak gelişen yeni sınıf mücadelesi atılımına dayanırsa dayansın kendi “yeşil” hedefleriyle çelişecektir. Bu nedenle, Yeşil Yeni Anlaşma, emperyalist küreselleşmeden başka bir aşamaya ya da sisteme geçiş için yetmeyecektir.
4) Eldeki en popüler enternasyonal program Yeşil Yeni Anlaşma, daha radikal bir dönüşüm için kitleleri hazırlayacak bir araç/kampanya olarak görülebilir mi?
Tüm dünyada kapitalist düzen bir süredir kolektif bir şekilde sorgulanıyordu ve 2019’da dünyanın farklı köşelerinden ayaklanma sesleri yükseldi. Halklar yoksulluğa, açlığa, ekolojik yıkım karşısında yaşadıkları felaketlere karşı devlete isyan ettiler. Sokaklar aylarca kalkmayan barikatların sıcaklığıyla ısındı. Belki de en son 70’lerde görülen çapta yaygın militan bir sınıf mücadelesi mayalandı ilk kez bu süreçte ve şu an yine söylemde devrim olarak dile gelen ama somut bir biçime, net bir hedefe yönelmeyen, kopuk ve kendiliğinden bir arayış içinde olan bu sınıfsal dinamikler yeniden kendini devrimci harekete yakınlaştırıyor. Halk isyanları ve ayaklanmalarla sıçramalı bir gelişimin kanallarını zorluyor. Zaten büyük bedeller ödeyen ve kaybedecek bir şeyleri kalmayan kitleler en radikal mücadele araçlarına sarıldılar, devletin şiddet tekelini kırarak düzeni değiştirmek için politik özneleşme sürecinde sıçrayarak geliştiler. Bu öngörülemez değildi, ki bu ayaklanma dalgası tamamen geri çekilmiş ve bitmiş de değil. Salgınla daha da sarsılan toplumsal yaşam yenilerine gebe. Sistemin acımasız yüzüyle doğrudan yüzleşen dünya işçi sınıfı, dağınık ve önderlikten yoksun da olsa devrim sloganlarını artık kendiliğinden yükseltmiş, sosyalizm yolunu kendiliğinden açmanın mücadelesine girişmiş durumda.
Hal böyleyken, sadece en kötü ekonomik koşullardaki ülkelerde değil artık, emperyalist merkezlerde de işçi sınıfı ve ezilenler, mücadele okulunda kendi deneyimleriyle bilinç sıçramaları yaşarken Yeşil Yeni Anlaşma’nın akla seslenen gerçekçiliği ve ekolojik krize karşı bir “acil plan” niteliği önemini yitirmektedir. Bir mücadele aracı olmaktan çok, mücadelenin önünde burjuva ideolojik bir bulanıklık yaratmaktadır. İlerici Enternasyonal içinde pek çok mücadeleci yapı, sosyalizm iddialı hareket ve kişiler de bulunmaktadır ve bu kesimler için bu bulanıklık daha büyük ve güçlü bir emperyalizm karşıtı cephe yaratmak için katlanılabilir. Ancak tarih, bu tür ehven-i şer ittifakların başarısızlığıyla doludur ve güncel kapitalizm doğru temellerde bir analize tabi tutulmadığında çıkılacak yol da onun bir başka versiyonu olacaktır.
İlerici Enternasyonal, kapitalizmin ekonomik, politik, ideolojik krizlerinin aşılmasının ve neden olduğu ekolojik krizin en az hasarla atlatılmasının yolunun bugünkü geldiği aşamada ancak sistemle derdi olan insanlığın enternasyonal birliği ile olacağını tespit ederek doğru bir adım atıyor. Ama düzene dair bu tespit, suçun failiyle yüzleşmekten imtina ederek yan yola sapıyor. Yükselen faşizme karşı işçi sınıfı önderliğindeki bir halk cephesini ve sınıf mücadelesini değil sınıfsal bileşimi muğlak “ilerici”lerin birliğini öneriyor. Oluşumda yer alanlarının çoğunun hemfikir olduğu retorik düzeydeki sosyalizm vurgusu, Sanders’ın hayran olduğunu sıkça dile getirdiği Kuzey Avrupa sosyal demokrasilerine indirgeniyor. Geçmiş sosyalist inşa deneyimlerinden kendini “demokratik” ön ekini alarak sıyırıp kelimeyi geçmiş günahlarında arındırmaya niyetlense de vardığı nokta 2. Enternasyonal’in yüzyıldan önceki sosyalizme evrimci geçiş teorisi oluyor.
Yeşil Yeni Anlaşma’ya adıyla ilham olan orijinal Yeni Anlaşma, dünyanın coğrafi olarak altıda birinin SSCB ile kapitalist pazarın dışına çıktığı, dünya devriminin tüm ülkelerdeki güçlü işçi sınıfı hareketleriyle güncel olduğu, dahası emperyalizmin tekelci devlet kapitalizmi aşamasına geçildiği bir süreçte hem “refah devleti” döneminin bir ön adımı olarak hem de işçi sınıfına verilmiş bir taviz olarak burjuvazi tarafından ilan edildi. Ancak esasen faşizmin Sovyetler öncülüğünde dünya halkları tarafından yenilgiye uğratılmasının ardından, yani 2. Dünya Savaşı’nın sonrasında, programı hayata geçiren adımlar atıldı.
Benzer bir konjonktürden geçiyoruz belki de, burjuvazinin açık terörist diktatörlüğünden başka bir şey olmayan faşizmin yükseldiği, devletin oyun kurucu olarak geri çağrıldığı bir tarihsel andayız. Yüzyıl öncesinden farklı olarak bugün, patlamaya hazır kitlelerin çaktığı kıvılcımlar olsa da güçlü işçi sınıfı partileri, örgütlü bir işçi sınıfı ve onun enternasyonal çatı örgütü yok. Ancak, SSCB’nin çözülmesinin ardından tek kutuplu bir hâl alan dünyada ABD’nin bu hegemonyasının sarsılmasıyla eş zamanlı gelişen kapitalizmin varoluşsal krizi ve küresel ekolojik kriz var.
Marksistlerin, komünistlerin tüm “ilerici” hareketlerin içinde yer alması, onların içinden konuşması, ilkeler dayatmaması ama ufku da sınırlamaması gerekiyor; ancak madem küresel bir programın uygulanabilirliğine inanmış bir kitle enerjisi var, neden bu enerji kapitalizmi yıkmak için devrim yolunda örgütlenmiyor. Yeşil Yeni Anlaşma için seferber olan gençlik kitlelerinin hızla radikalleşeceği bir politik ortam var, bu hareketlerle temas kurmak tam da bu dinamizmi devrimci saflarda örgütlemek için gerekli. Bu temasın biçimi ve etkileşimlerin yapıcı bir hatta ilerlemesi için komünistlerin güncel sorunlara alternatifinin de belirginleşmesi gerekiyor.
****
Dünya işçi sınıfı ve ezilenlerinin enternasyonal mücadelesi yeni değil. Marksizmin dünya sınıf mücadelesinde egemen ideoloji olarak öne çıktığı, 1864-76 arasında yaşamış Enternasyonal Emeçiler Birliği ya da bilinen adıyla 1. Enternasyonal bunun ilk örneğiydi. Daha sonra 1889’da kurulan 2. Enternasyonal ise işçi sınıfı partilerinin çok geniş kitlelere ulaştığı ve güçlü sendikal hareketler geliştirdiği bir yapı oldu. Bundan 106 yıl önce ise Avrupa’nın en büyük ülkelerindeki 2. Enternasyonal’e üye sosyalist (o zamanki adlarıyla sosyal demokrat) partiler, ulusal parlamentolarda emperyalist yeniden paylaşım için 1. Dünya Savaşı’na başlatan burjuva hükümetlerin savaş kredilerini onaylayarak kendi burjuvazilerinin peşine takılmış ve 2. Enternasyonal’in iflasını ilan etmişlerdi. Sosyal şovenizme batan sosyal demokrasi daha sonra giderek burjuva düzen partileriyle aynılaşacak, komünistlerin katledilişlerine ortak olarak daha sonra faşizmin yükselişinin önünü açacaklardı. Buradan devrimci bir kopuş yaparak ayrılan Lenin ve Rosa Luxemburg gibi önderler ise 1919’da Komintern’i, yani 3. Enternasyonal’i kurarak dünya devrimci hareketinin yeni merkezini oluşturacaklardı (Rosa, henüz Komintern kurulamadan Almanya’da sosyal demokratların operasyonuyla katledilmişti). Her bir enternasyonal deneyimi kendi tarihsel koşulları içinde sınıf mücadelesi açısından önemli işlevler görmüş, önemli bir tarihsel birikim bırakmıştır gerisinde. 20. yüzyılın ikinci yarısı ise dünya devrimci ve komünist hareketi açısından bir geri çekiliş ve ideolojik parçalanma dönemi oldu. Bu ayrışma ve geri çekilme aynı zamanda, yeni bir enternasyonal örgüt kurma konusunda bugünlere kadar elle tutulur bir adım atılamamasına yol açtı.
Ayrışmalar ideolojik ve teorik hatlar üzerinden gerçekleşince bu dağınıklığa karşı atılmaya çalışılan adımlar da öncelikle bu hatların kendi içinde oluşan çeşitli kümelenmelerle oldu. Bugün sosyalizm iddialı enternasyonal kümelenmelerin başlıcaları Uluslararası Marksist-Leninist Parti ve Örgütleri Konferansı-Birlik ve Mücadele (CIPOML-Unity&Struggle), Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Topluluğu (IMCWP), Anarşist Federasyonları Enternasyonali (IAF/IFA) ve bir dizi troçkizm geleneğinden gelen yapıların enternasyonal örgütlenmeleridir. Ayrıca, diğer iki büyük kümelenme, içerisinde farklı ideolojik arka plandan gelen örgütlerin yer aldığı Devrimci Parti ve Örgütlerin Enternasyonal Koordinasyonu (ICOR) ve 50 yıllık bir halk savaşı deneyimine sahip Filipinler Komünist Partisi’nin kitle örgütlerinin öncülük ettiği daha çok halk mücadelesi inisiyatifleri ve her alandan yaygın kitle örgütlerinden oluşan Halk Mücadeleleri Enternasyonal Birliği (ILPS) salgından önce yakın bir zamanda bir anti-emperyalist ve antifaşist cephe çağrısı yaparak kapitalizmin krizine ve artan emperyalist gerilime karşı dünya işçi sınıf ve ezilenlerinin devrimci bir cephesi yönünde bir adım atmışlardı. Bu anti-emperyalist cepheye Latin Amerika’dan Zapatistler, devrimci Bolivarcı güçler ve diğer devrimci mücadele sürdüren yapılar ile Kürt ve Filistin ulusal özgürlük hareketleri başta olmak üzere mücadeleci yapılar da davet edilmişti. Her bir kümelenmenin geldiği tarih ve güncel mücadelede tuttukları yer ayrı bir tartışma konusu olsa da mevcut durum budur.
Köklü komünist ve devrimci partilerin bu güncel durumunun yanı sıra, ekoloji mücadelesi hareketinde marksist fikirleri yaymak ve hakimiyet kazanmasını sağlamak, marksistler arasında da ekolojik krize dair programatik, stratejik değişimleri tetiklemek amacıyla, tanınmış ekososyalistlerin öncülüğünde Şubat 2020’de kuruluşunu ilan eden ve yapısında irili ufaklı çeşitli demokratik, antifaşist, sosyalist gruplar, örgütler ve partileri barındıran Küresel Ekososyalist Ağ ise daha yolun başında bir girişim olarak güncel krizden çıkış ve sosyalizm arayışları içerisinde bir yer tutmaktadır.
Daha önceki sosyalist-komünist enternasyonaller daha çok mücadeleci sendika ve partilerin bir araya gelmesiyle oluşan yapılarken bugünkü İlerici Enternasyonal ve bahsettiğimiz diğer çeşitli enternasyonal mücadele platformu girişimlerinde örgütler yerine tanınmış bireylerin öne çıkması da çağın kolektif politik öznelerinin oluşumu açısından bir düzey göstermektedir. Kapitalizmin tarihsel ömrünün dolduğu, onun cenazesini kaldıracak öznenin ise henüz tarih sahnesine çıkamadığı bir yüzyıl girişinden geçtik. Şüphesiz bu yüzyıl, ekolojik krizin etkileriyle kaçınılmaz olarak büyük değişimlerin yaşanacağı çalkantılı günler vadediyor. Tüm bu arayışların içinde marksistlerin, komünistlerin, Zizek’in deyişiyle dünyanın sonunu değil de kapitalizmin sonunu düşünmeye odaklanması, ideolojik mücadeleyi keskin uçlarının pratik mücadele içinde hızla bir sonuca ulaştırması ve bu uzun ve meşakkatli yolu büyük adımlarla yürüyerek yeni ekolojik duyarlı bir enternasyonali var etmesi kapitalizmin tüm krizlerinin, parazitlerinin insanlığın sırtından atılması anlamına gelen insanlığın son kavgası olacaktır.
1MeRA25 (Avrupa Gerçekçi İtaatsizlik Cephesi), Varoufakis’in 2018’de kurduğu Yunanistan’daki siyasi parti.
2Kurucuları arasında Yanis Varoufakis’in yanı sıra Hırvat düşünür Srećko Horvat’ın da yer aldığı DiEM25 (Avrupa’da Demokrasi Hareketi 2025), AB’nin çözülme sürecinde olduğunu ve faşizmin yükseldiğini iddia eden siyasi hareket. AB’yi onarmak için yeşil, liberal, radikal soldan demokratlar ulusal sınırları aşan pan-Avrupai yeni bir demokrasinin inşa edilmesi gerektiğini savunuyorlar. “Kurucu ilkeleri arasında alternatif küreselcilik (alter-globalization), toplumsal ekoloji, ekofeminizm, büyümeyi aşmak (post growth) ve kapitalizmi aşmak (post-capitalism) sayılabilir. DIEM25 üyesi partiler genellikle temel yurttaşlık geliri uygulamasını savunuyor.” (Kaynak)
3Danışma Konseyi’nde Varoufakis dışında dikkat çeken isimlerden bazıları; eski Ekvador başkanı Rafael Correa, ABD’li düşünür Noam Chomsky, Meksikalı ünlü oyuncu ve yönetmen Gael Garcia Bernal, Bolivya eski başkan yardımcısı Alvaro Garcia-Linera, Brezilya’da Bolsonaro’nun seçildiği seçimlerde İşçi Partisi’nin adayı olarak yarışan Fernando Haddad, İzlanda başbakanı Katrin Jakobsdottir, ABD’li yazar ve aktivist Naomi Klein, Hindistanlı yazar Vijay Prashad, Almanya’da yasağa rağmen göçmenleri taşıyan geminin kaptanı Carola Rackete, Hindistanlı yazar Arundhati Roy, ABD’deki iklim hareketi Sunrise Movement’ın genel direktörü Varshini Prakash, Arjantin’in mevcut Kadın, Toplumsal Cinsiyet ve Çeşitlilik Bakanı Elizabeth Gomez Alcorta ve Türkiye’den Ece Temelkuran ile Ertuğrul Kürkçü.
4İngilizce’de Green New Deal olarak geçen programın adının Türkçe’ye çevirisinde Düzen veya Anlaşma kelimelerinin ikisi de tercih ediliyor. Ekonominin yeniden düzenlenmesi ya da yeni bir ekonomik düzen anlaşması bağlamında her ikisi de kullanılmaktadır. Küresel ekolojik krizden çıkış için tüm ekonomik ve toplumsal yapının hızlı ve radikal değişimini öngören politika metnine dayanan Enternasyonal Yeşil Yeni Düzen/Anlaşma, İlerici Enternasyonal’in kapitalizme alternatif olduğunu iddia ettiği programının adı. Belli bir geçmişe sahip program, AB Yeşiller Partisi’nden Jermey Corbyn’e, Bernie Sanders’tan pekçok tanınmış ekososyaliste aslında kendi içinde de ideolojik mücadelelerin sürdüğü bir spektruma açılıyor.
5“Bu manifesto, Isabelle Ferreras (FNRS-UCLouvain-Harvard LWP), Julie Battilana (Harvard University) ve Dominique Méda (Paris Dauphine-PSL) tarafından kaleme alınmış; İmge Kaya Sabancı (IE Business School) ve Halil Sabancı (IESE Business School) tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır.” (Kaynak)
7Ali Rıza Güngen bu yazısında “kâr amacına göre değil bazı temel ilkeler üzerinden işleyen bir kamusal finansal kuruluşun” Yeşil Yeni Anlaşma’nın finansmanı için iş göreceğini savunuyor. Nasıl yapılmalı kısmında ilkelerini şu şekilde sıralıyor: 1) adil bir yeşil geçişe destek sunma 2) finansal sürdürülebilirlik ve 3) demokratik karar alma.
82 Nisan’da yaptığı açıklamada Macron: “Bu kriz bize bazı mallarda, materyallerde Avrupa egemenliğinin sağlanması gerektiğini, bağımlılığı azaltmak için ulusal sınırlarda daha fazla üretim yapmayı ve uzun dönemde hazırlanmamız gerektiğini gösteriyor” diye belirtiyor.