Yeryüzüne yönelik şiddetin kapsamı ve yoğunluğu insan toplumlarını ve diğer türleri, bir bütün olarak ekosistemleri çöküşün eşiğine getirdi. Fosil yakıtlara bağımlılık gibi en bariz biçimleriyle doğanın yağmalanmasını teşvik eden kapitalist sistem, kendi burjuva hukukunda bu yağmayı meşrulaştırmak için doğal varlıkları “mülk” veya “kaynak” olarak konumlandırarak insan dışındaki varlıkların varoluşlarını “insana” bağlıyor. Zira, buradaki insan, insanların tamamını değil, bir avuç sömürücü egemeni ifade ediyor. Bizzat bu nedenle doğadaki tüm canlılarla birlikte insanın da geleceği tehlikeye atılıyor. Her bir canlının doğanın bütünü içindeki rolü ve değeri görülmediğinde doğaya zararı olan her şeyin insana da zarar verdiği görülmüyor. Dünyada canlılık bir şekilde var olacak, ancak bulunduğumuz jeolojik çağın canlılığının yıkımını durdurmak için artık basit bir sistem değişikliğinden daha fazlasına ihtiyacımız var.
Sermayenin açgözlülüğünden, kapitalist üretim tarzının yarattığı yıkımdan zarar görmüş dünyadaki tüm varlıklar gibi birbirimize olan özen yükümlülüğümüzü yerine getirmek için kolektif bir adalet mücadelesini yaşamın kendisi kadar dinamik bir şekilde örerek büyütmemiz gerekiyor. Türler arasındaki sınırları aşan bir adalet, insanları doğadaki tüm varlıklarının üzerinde değil; bizi besleyen ve ayakta tutan ve bizim de beslememiz ve sürdürmemiz gereken ilişkilere bağdaşık olarak yeniden konumlandırmaya davet ediyor. Bu, insanlarla ağaçların aynı olduğunu söylemekle ilgili değil; farklı varoluş biçimlerini tanımaya ve saygı duymaya ihtiyacımız var, buna kendi varoluşumuzu gerçekleştirmek için ihtiyacımız var.
Ekosistemlerin gördüğü zararların talihsiz olaylar değil, sistematik adaletsizlikler olarak değerlendirilmesi gerektiğini artık biliyoruz. Hepsi fosil yakıt kullanımına dayanan kapitalist üretim faaliyetlerinden ekstraktivizm ile toprağın, suyun ve atmosferin kirletilmesine, endüstriyel tarım ve hayvancılığın merkezinde durduğu kapitalist gıda sistemiyle biyoçeşitliliğin yok edilmesine, tıkanan sermaye birikiminin önünü açmak için yaşanılamaz kentleri daha da büyüten inşaatların kavurucu beton çöllerine, bu kentlerde yaşayan her türlü örgütlenme ve politik özgürlüğü elinden alınmış, ağır sömürü altındaki işçi ve emekçilerin beden ve zihinlerini çürüten hapishaneler olan sanayi fabrikalarındaki doğayla uyumsuz, toplumsal açıdan gereksiz üretime kadar her türden ekosit ya da ekokırım suçu, bu sistemin kendisidir, özüdür.
Dünya tekelleri, küresel ısıtmanın etkilerini fırsat bilerek yeşil kapitalizme yöneliyor ve kitlelerin kapitalizmin alternatifsiz olmadığına dair büyüyen hareketliliğini dindirmek için kendi yarattıkları yıkımı çözmeyi vadediyor. Ancak nafile! Ne “yeşil” yatırımlar kapitalizmin belini doğrultabilir ne de insanlığın sosyalizme yürüyüşü engellenebilir. Şirketlerin dümeninde olduğu medya, onların çıkarlarının temsilcisi rolündeki siyasetçiler yeşil yazılarındaki puntoları büyütüyor bu günlerde. 2015’te bu büyük puntolarla beklentileri büyüten Paris Anlaşması’nda sözü verilen karbonsuzlaşma adımlarının yetersizliği ve aldatıcılığı önce koronavirüs salgınıyla sonra da bugünkü Rusya-Ukrayna savaşında bir kez daha kendini gösterdi. Salgının tedarik zincirlerinde yarattığı kesintiler, petrol ve kömürden sonra geçiş yakıtı olarak parlatılan ama onlar kadar kirletici fosil yakıt doğal gazda Rusya’ya bağımlılık ve bunlara bağlı artan enerji fiyatları, Fransa’da nükleer santrallere geri dönüş örneği de dahil tüm o yeşil enerji geçişi laflarını boşa düşürdü. 2030’a kadar varılması gereken noktadan o kadar uzaklaşıldı ki artık aciliyet söylemi yerini yeni savaşlara karşı hazırlık, sınır ve kaynak milliyetçiliği ve iklim felaketlerini önlemek yerine hasarların telafisi için yapılacaklara bıraktı. Sermaye ezilenleri suyun üstünde kalmak için birbirini boğazlamaya mecbur bırakmaya çalışıyor; oysa tarihsel bir eşikteyiz, tüm bu kan ve ter içinde sınıf bilincimizle kapitalizmin zincirlerini kırabiliriz.
2020’de salgın patlak verdiğinde çarkların dönmesi uğruna yüz binlerce işçi üretim alanlarında, toplu taşımada, evlerinde hayatını kaybetti. Birçok işçi hiçbir hakkını alamadan işten çıkarıldı, sermayenin denetimi fabrikalarda sıkılaştı, evlere kadar giren gözetim teknolojileri emekçileri nefes alamaz hale getirdi. İklim mültecilerine uygulanana benzer bir aşı apartheid’i aynı zamanda ekolojik açıdan en büyük yıkıma uğrayan coğrafyaları vurdu. Enerji gibi gıda fiyatlarındaki ani yükseliş karşısında milyonların açlığı büyüdü. Salgının ilk günlerinde resmedilen doğanın geri dönüşü mitinin pompaladığı insansız -ama sadece tüketiciye indirgenmiş olarak insanın yer almadığı- doğa kavrayışı, tam da sermayeyi görünmez kılan, şirket suçlarını hasıraltı eden ve en feci koşulları yaşayanların öfkesini sınıf düşmanına yöneltememesine neden olan egemenlerin ezilenlere karşı ideolojik barikatlarındandır.
Bir iklim acil durumuyla karşı karşıyaysak acil görevimiz artık çözüm arayışının ötesine geçerek büyük bir hızla parçası olduğumuz doğanın düşmanını durdurma eylemlerine girişmektir. Bu nedenle çevre adaleti, sistemden hesap sorma eylemi olmalı. Sadece insanların değil diğer hayvan, bitki, nehir ve tüm doğal varlıkların var olabilmesini içeren bir yaşamın koşullarını sağlamak için bu kapitalist toplumun tüm kurumlarını altüst etmeli, ahlaki ve siyasi bir özen yükümlülüğü ile yeniden kurmalıyız. Durum bu kadar net, yolumuz bu kadar engebeli; ama şu ana sıkışma lüksümüz yok, şimdiyle gelecek hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumda.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası her 31 Mayıs-5 Haziran haftasını HES karşıtı mücadelede yitirdiğimiz Metin Lokumcu ve Gezi Parkı için direnenler adına “Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası” olarak belirledi. Tüm bu bahsedilen neoliberal yıkımın 20 yıldır yürütücülüğünü üstlenen iktidara karşı mücadelede somutlanan güncel direnişleri, genel toplumsal antifaşist direnişle birleştirme ve süreklileştirerek sonuca ulaştırma hedefiyle Haziran ayını karşılıyoruz.
Biz de 5 Haziran’ı kutlamıyoruz; ekolojik yıkıma dikkat çekiyor, bugün ve her gün kendimizi bu düzeni değiştirmeye adadığımız mücadelemizi büyütme çağrımızı yineliyoruz. Kapitalizmi yıkacağız, doğa kazanacak!
Polen Ekoloji Kolektifi