30 Mart 2020
Giriş
Dedikleri gibi ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Yakın zamana kadar akademinin sınırlarına hapsolan (ancak toplumsal hareketlerde oldukça canlı olan) tartışmalar, COVID-19 ve pörsümüş dünya düzenimizin hızlandırılmış çöküşünde seyredururken şimdi ana akım tarife haline geldi.
Yakın zamanda yapılan bir sunumda, araştırma gündemimizdeki Avustralya’da Yeşil Yeni Anlaşma (YYA) türü bir programın nasıl görünebileceğini inceleyen bir başlıkta ortaya çıkan bazı temel fikir ve tartışmalara yer verdik. Uluslararası araştırmalara ve sosyopolitik hareketlere karşı kavramın Avustralya’ya uygulanmasının bağlamına oturtulması, bu kilit önemdeki fikir ve tartışmaların bazılarını, hem uluslararası izleyiciler hem de burada yeryüzünün karşı ucunda yere basanlar için faydalı hale getireceğini umduğumuz şekilde açıklamamızı sağladı. YYA söyleminin ortaya çıkmasıyla işareti verilen kritik siyasi değişimleri ve bu konjonktürde YYA’nın yarattığı rezonansının nedenlerini ortaya koyarak başladık. Daha sonra YYA’da ortaya çıkan yönelimler tipolojisini sunduk ve kapitalizmin yapısal, maddi eleştirisi üzerinde yükselen ekososyalist yaklaşımı, gelişmekte olan ekolojik işçi sınıfı politikasını özgürleştirici bir etkiye bağlayabilen tek yaklaşım olarak tanımladık.
Üç temel siyasi değişim:
YYA politikasının sol iklim politikasına hâkim olacağını (ve gittikçe tüm politikaların iklim politikası olacağını) ileri sürüyoruz, zira önceki iklim ve işçi hareketlerine dayatılan bir dizi ikilemi ve yanlış seçimleri aşmaktadır. YYA politikası:
- Solu yarım asırdır yarıp bölmek için başarıyla kullanılan ya çevre ya iş pazarlığını reddeder ve böylece işçi sınıfı için ekolojik bir siyasete doğru meyleder;
- İklim hareketinin piyasa temelli iklim mekanizmalarına dair kararsızlığına ve özel yatırımların yönlendirdiği bir düşük karbonlu ekonomiye geçişe, güvenilir ve halkçı bir alternatif sunar; ve
- Öz disiplin yoluyla tüketimi azaltmak veya değiştirmek için bireysel eylemlere yapılan vurguyu kaldırır ve tartışmayı iklim değişikliğine kolektif ve demokratik bir şekilde nasıl karşılık verebileceğimize kaydırır.
Bu üç temel değişim potansiyel bir devrimci alan açmaktadır. Hem (sermayeye yatkınlık gibi) zayıflıkları ortaya koyan güçlü eleştirilere duyulan ihtiyacı hem de bunların üstesinden gelecek çalışmayı teşvik eden tam da bu potansiyel ve tüm olası YYA’ların üzerini hemen Yeşil Kapitalizm veya “yeni sürdürülebilir kalkınma” olarak karalamama zorunluluğudur.
YYA siyaseti, solun onlarca yıldır savurmayı es geçtiği en büyük beklenmedik yumruk olabilir, ancak bu yumruğun hedefini bulması için arkasında kapitalizm eleştirisinin tüm ağırlığına ihtiyacı var.
Mevcut konjonktür:
Hayatlarımızın sermaye birikimi sunağında kurban edildiğini açıkça belirtmeden kapitalizmin çelişkilerinin artık sürdürülemeyeceği bir konjonktürde buluyoruz kendimizi. COVID-19 salgını, bu hesaplaşma anını hızla önümüze getirerek bize süratli ve kapsamlı devlet müdahalelerin, gerektiren ölümcül birikim ve yeniden üretim krizlerinin bir bileşkesini sundu.
Doğanın geri kalanının ve emeğin sömürülmesi onarılması imkânsız hasarlara, insan ve insan dışı yaşamların kaybına neden olmuştur. Yaşanılabilir ücret, düzgün konut, temiz hava ve su, toprak hakkı, tutuklamaların sona ermesi, hareket özgürlüğü, adil kentler ve gıda egemenliği için pek çok cephede gereğinden çok uzun süredir savaşıyoruz. Ana akım ekonomik tartışmalar eşitsizlik gibi makul olanın çok uzağındaki sonuçlardan kaçınmak için sisteme nasıl ince ayar yapılacağına odaklanırken, liberal çevreciler ise iklim değişikliği karşısında pazar mekanizmalarının çığırtkanlığını yapıyor ve kapitalistlerin öncülüğünde teknokratik bir enerji geçişinin hayalini kuruyorlar. Bugün bile hem ortodoks iktisatçılar hem de çevreciler, ağaçlar için yürütülen sınıf mücadelesini göremiyorlar (ya da görmek istemiyorlar).
Kitlesel protesto, ayaklanma ve grevlerde bu yüzden geniş çaplı bir yeniden uyanış halini görüyoruz. Sadece geçen yıl, Şili ve Ekvador’da ulaşım ve yakıt fiyatı zamlarına ve Fransa’da emekli aylıkları kesintilerine karşı protestolar de dahil olmak üzere toplumsal yeniden üretim mücadelelerinde büyük bir sıçramaya tanıklık ettik. Sistemdeki çatlakların kendilerini daha fazla insana açık etmeye başlaması, bir devrimi ya da sosyalizme geçişi kaçınılmaz kılmaz. Bir şey ifade edecekse, uzun bir küresel ekonomik durgunluk döneminin ve hızlanan ekolojik çöküşün sonunda olduğumuz şu anda, oluşum halindeki bir ekofaşizm biçiminde yükselebilecek bir barbarlık geleceği de eşit derecede olasıdır.
YYA tam da bu anda geniş bir gündem yelpazesinde mümkün bir araç olarak meydana çıkıyor.
YYA’da 5 yönelim:
YYA hali hazırda bir dizi politik gruptan insanlar tarafından tartışılmaya ve kabul görmeye devam ediyor ve devam da edecek (tabii ki YYA’yı bir nevi truva atı sosyalizmi biçimi olarak reddeden muhafazakâr tepkiler de var, ama bunlar YYA’yı muhafazakâr siyasete uyacak şekilde aşırmaya veya yeniden yönlendirmeye yönelik bir girişimi barındırmıyor, bu nedenle burada yer almamaktadırlar). YYA’daki yönelim tipolojisi şunları içermekte:
- Pazar yanlısı;
- Sağcı, milliyetçi;
- Keynesçi (çeşitli biçimleriyle);
- Demokratik sosyalist ve ekososyalist; ve
- Anarşistlerden ve küçülme savunucularından gelen solcu eleştiriler.
Bu tipoloji doğası gereği canlı bir tarzda ve kategori sınırları boyunca bulanıklaşmaların olması yaygın. Örneğin, Avrupa’nın Adil Geçiş Planı Taslağı, ekolojik ekonomi, Keynesçi ve Marksist politik ekonomi de dahil birçok düşünce okulundan yararlanır.
YYA’daki pazar yanlısı yönelimleri, “yeşil” bir söylem kullanarak kapitalist birikimi canlandırmak için fırsat kollayan girişimler olarak nitelendiriyoruz. YYA’yı pazar yanlısı bir yöne çevirme girişimleri, yakın tarihin sürdürülebilir kalkınma ve yeşil yıkama çabalarıyla bağlantılı. Ayrıca, özel sektör yatırım ve istihdamına yer bırakmayabilecek kamu çalışma ve iş programlarının genişlemesini önlemek için erkenden yapılmış hamleler olarak da görülebilirler. İyi bir örneği, 2019 sonunda yayınlanan Avrupa Komisyonu’nun Yeşil Anlaşması’dır. Anlaşmanın ana hedefi, yeşil ekonomiye özel yatırımları teşvik etmek, Komisyon’un sözleriyle ifade edersek “ekonomiyi gezegenimizle barıştırmak” ve karbon salımlarıyla büyümeyi birbirinden ayrıştırırken Avrupa’da ekonomik büyümeyi yeniden sağlamak olarak belirtiliyor.
Sağcı, milliyetçi yaklaşımlar YYA’ya iktidarın dağıtılması yerine yoğunlaştırılması ve ulus inşası amacıyla bir halk cephesi olarak başvuruyorlar. Bu yönelimde pazar yanlısı bir yaklaşım şart değil, ancak yarattığı koşullar devam eden kapitalist birikime son derece uygundur. Sağcı, milliyetçi yaklaşımlar sürekli bir şekilde vatandaşı iklim değişikliği de dahil ancak onunla sınırlı olmayan bir dış tehdide karşı konumlandıran ikili çerçevelere dayanmakta. Bu yaklaşımların örnekleri arasında (ABD Kongre üyesi Alexandria Ocasio-Cortez ve Senatör Elizabeth Warren’ın her birinin de iklim değişikliğinin bir savaş gibi ele alınmasını önermesinde görüleceği üzere sağ ile sınırlı olmayan) ulusa hizmet için planlanan istihdam programları gibi savaş seferberliği söylemi ve ALP milletvekili Mike Kelly’nin bu yılın başında önerdiği bir “sivil savunma birliği” zorunlu hizmet çağrısı gösterilebilir.
Keynesçi yaklaşımlar çok çeşitli unsurları içerirler, ancak tipik olarak uzmanlar (yani teknokratik yönetimcilik anlayışı) tarafından politika geliştirmenin merkezde durması ve iktisadi büyümenin yeniden sağlanması amacıyla devletin yönlendirdiği iklim eylemlerinin yukarıdan aşağıya uygulanmasının vurgulanmasında birleşirler. Bu yaklaşımlar aynı zamanda para politikasının var oluş sebebinin düşük enflasyondan tam istihdama yeniden yönlendirilmesinin eşlik ettiği genişlemeci maliye politikasına ideolojik bir bağlılıkta da birleşirler. Böyle bir YYA programında sosyal adaletin rolüne dair de bazı belirsizlikler vardır. Post-Keynesçi iktisatçı Robert Pollin geçtiğimiz günlerde iklim politikalarının yanı sıra asgari ücretlerde ve evrensel sağlık hizmetlerinde değişiklik yapılmasını içeren “yıkanacaklar listesi” yaklaşımını da kötüledi.
Soldan YYA’ya yönelik eleştiriler, YYA’nın kapitalizmi ortadan kaldırmak yerine düzeltmeye çalıştığı anarşist ve küçülmeci itirazları ve geçiş taleplerinin samimiyetsiz olduğu, sistem içinde kalarak değişimin imkânsız olduğu çok iyi bilinmesine rağmen insanlara gerçek bir değişim umudu vaat edildiği düşüncelerini içeriyor. Bu yönelimden gelen eleştiriler YYA’yı devrime karşı reformizm şeklindeki asırlık tartışmalar kapsamına yerleştiriyor ve devletin dışında iktidar inşa etme ihtiyacını ve ekonomik büyümeyi, arttırılmış maddi üretim hacmini terk etme ihtiyacını vurguluyor.
Commune Magazine editörü ve YYA’nın ikna edici bir sol eleştirisinin yazarı olan Jasper Bernes, ayrıca (doğru bir şekilde) YYA için gereken enerjiyi sağlamak için tüm dünyada bir yenilenebilir enerji patlamasının etkilerinin, özellikle Küresel Güney’de, ekstraktivizmde (madencilik, vb. ile doğadan ham madde çekilmesi) bir genişleme anlamına geleceğini iddia ediyor. Lityum ve Kobalt gibi mineralleri tedarik etmek ve yenilenebilir enerji kaynaklarını fosil yakıtlarıyla değiştirmek, emek ve doğa için kendi problemler dizisiyle beraberinde getirir. Bu, birçok ekososyalistin çok duyarlı olduğu bir eleştiri ve yukarıda bahsedilen sermayeye bir kapı açmasının öncesinde YYA’daki zayıflıkları tanımlayacak güçlü eleştirilere duyulan ihtiyaca yönelik olarak gelişmiştir.
Ekososyalist YYA
Ekososyalist bir YYA yönelimi, iklim krizince kızgınlaştırılmış sınıf karşıtlıklarını ve dolayısıyla adil bir geçişi elde etmek için sınıf mücadelesine dayalı bir stratejiye duyulan ihtiyacı vurgular. Pazar yanlısı, sağcı ve milliyetçi yönelimleri reddeden kolektif ve demokratik mülkiyet, iklim adaleti ve enternasyonalizm savunucusu bir yönelimdir. Bu, YYA’nın dört vurgu noktasında görülebilir; metasızlaştırma demokratikleşme, karbonsuzlaştırma ve sömürgesizleştirme.
Birikim krizleri derinleşip huzursuzluk yayılırken YYA’nın ortaya çıkışı, emek, doğa ve toplumsal yeniden üretim mücadelelerini birleştirebilen halkçı bir iklim politikası için zamanın geldiğine işaret ediyor. Marksist gelenek içindeki ekososyalistler, kapitalizmdeki bireysel, toplumsal ve ekolojik çelişkiler arasındaki ilişkilerin önemini uzun zamandır vurguluyorlar ve böyle bir anı kucaklamak için bugün iyi bir konumdalar.
YYA, “iklim değiştiren kapitalizmin” yapısal eleştirisini daha da ilerletmek ve yaygınlaştırmak için yeni bir olanak sağlıyor. İklim değişikliğinin bir piyasa başarısızlığı (normalde iyi işleyen bir sistemdeki bir hata gibi) olduğu ortodoks ekonomi anlayışının aksine, doğanın kapitalist üretimi yaygın sosyo-ekolojik yıkımı gerektirir.
Hem ekososyalistler hem de ekofeministler, (toplumsal yeniden üretim dahil) emek sürecinin ve kapitalizmde değişim için yapılan üretimin, insanların sömürülmesine ve doğanın temellüğüne dayandığını; insanları doğadan ve birbirlerinden işlevsel bir şekilde yabancılaştırdığını savunuyorlar. Ekososyalist eleştirinin gücü, emeğin ve doğanın bu sömürüsünü birbirine bağlayarak aynı madalyonun iki yüzü olduğunu ortaya koyan şeklidir. Bu yüzden bir ekososyalist YYA, kapitalizmi içeriden düzeltmekle ilgili olamaz, ancak onu devirmek için bir mücadele gerektirir.
Sonuç
Çeşitli takma isimler altında ortaya çıkmaya başlayan farklı gündemlerde görüldüğü üzere YYA’da çok sayıda yönelimin olması mümkündür. Bu yazı, bunları gevşek bir tipolojide sentezlemeyi ve YYA’nın sermaye tarafından içerilmesine karşı güçlendirilmesine yönelik solun farklı kesimlerinden gelen eleştirilerle süregiden tartışmanın odaklandığı noktalara tabi bir biçimde YYA’nın ekososyalist yönelimindeki özgürleştirici potansiyele işaret etmeyi amaçladı.